Salı, Temmuz 18



“The Others-Diğerleri”

Alejandro Amenábar’ın yönettiği “The Others-Diğerleri” seyrettiğim en zarif korku filmiydi. Kan yok, gürültü yok, acayip nesneler yok. Ama film şok edici! (Çok az izlediğim korku filmi listesinde Shining’in yeri apayrı tabi ama onu başka zaman anlatırım.) Karanlık puslu atmosferi, sis, solgun yapraklar, az ışık… Nicole Kidman’ın olağanüstü oyunculuğu…. ( Nicole Kidman’ın başarısından gurur duyarım, allah bilir, neden) Filmde beni en çok ürküten sahneye getirmek istiyorum sözü; ölü insan fotoğraflarının olduğu albümün ortaya çıktığı sahne.



Eugenia Perry
"Bir albüm dolusu cinayet"

Aklımdan çıkmayan bu sahne için, dün akşam rastlantı eseri Sanat Dünyamız dergisinin 1999 yılında yayımlanan 71. sayısında Nazif Topçuoğlu’nun inanılmaz güzellikte bir yazısını okudum. Rastlantı bu ya iki gündür Oğlak Bilimsel Kitaplar’dan, Eugenia Parry’nin “Bir Albüm Dolusu Cinayet” kitabından, 1886-1902 yılları Paris’inde canice işlenmiş cinayetleri, polis kayıtlarını, otopsi görevlerinin anılarını anlattığı, konusuna göre hiç de kasvetli olmayıp, bilakis eğlencelik sayılacak kitabın içine düşmüş durumdayım. Bir konuya odaklanmaya başladığımda ilgili tüm doküman, film, insan, sohbet önüme çıkar raslantı eseri. Bu çok rastlantısal bir araştırma yöntemi olsa da heyecan verici olduğu yadsınamaz.



Lee Miller, Leipzig belediye Başkanı'nın kızı, 1945
(LKepzig Belediye Başkanı, savaşın
kaybedildiğini anlayınca ailesiyle intihar etmiş.)

Nazif Topçuoğlu, 1999 yılı, 71. Sayı, yazıdan özet.
Ölü çocuk fotoğrafları

1850’li yıllarda Londra nüfusunun yarısından fazlası yiyecek ekmeği bulamıyordu. Bu, endüstri devriminin ve fotoğrafçılığın bir arada geliştiği tarih. İnsanlar çalışmak için çaresizlik içinde büyük şehirlerde toplanıyor, aileler parçalanıyordu. Yoksulluktan doğan beslenme bozukluklarından, çalışma koşullarının zorluğundan alt sınıflardaki kadınların sağlıkları da kötüleşmekteydi. İstatistiklere göre, 19. yüzyıl başında kadınların boyları kısalıp kiloları azalmış; doğal olarak sağlıklı doğum da yapamaz olmuşlar. Çocuk ölümlerinin artması ile birlikte ölü çocuk fotoğrafçılığında da artış oluyormuş. Çünkü aileler geleneksel biçimde acının paylaşılmasına ortak oluyorlar ve torunun fotoğrafını köye büyükbabaya gönderiyorlarmış.

Aslında fotoğrafçılıktan önce de 18. yüzyıl başlarından itibaren ölenlerin resimlerini yaptırmak giderek yaygınlaşan bir adetmiş. Fotoğrafçılık yaygınlaşıp, portrecilik başta olmak üzere birçok alanda resmin yerini alırken ölü ressamlığı bir süre daha ayrıcalıklı yerini korumuş. Bunun nedeni, ölüye bakarak, onun hayattaymış gibi resminin yapılabilmesi ama fotoğrafçılığın bunu pek de becerememesi imiş. Fotoğrafçılar da ya ölü fotoğrafları dikine paspartulayarak ya da ölü çocukları dikine oturtup fotoğraflayarak, kimi fotoğrafta da gözkapaklarının üzerine rötuşla göz çizerek ölü fotoğrafçılığının bu yetersizliğini aşmaya çalışmışlar.

Ölülerin fotoğraflarının kolayca çekilebildiği yerlerden birisi de savaş meydanları. Kırım savaşı, Amerikan İç Savaşı’nda fotoğrafçılar da askerlerle birlikte savaşa gitmiş ve askerlerin ailelerine gönderecekleri portrelerini ve gazetelerdeki illüstrasyonların temelini oluşturacak ilk haber fotoğraflarını çekmişler. Ancak, kendi yurttaşlarının savaşta ölmüş, parçalanmış vücutlarını “gerçekte olduğu gibi” acımasızca yansıtan fotoğraflar sivil halkın morali üzerinde iyi etki yapmayınca, sadece düşman askerlerin ölü fotoğraflarının yayınlanmasına karar verilmiş.

1900’lerde özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra ölü fotoğraflarına talep azalmış. Çünkü, gazeteler yaygınlaşmış ve gerçek hayatta ölümün fotoğrafını fazlasıyla yayınlamaya başlamışlar.Diğer nedeni de şu olmalı diyor Nazif Topçuoğlu:”Ölüm, günümüzde herkesin unutmaya çalıştığı bir gerçek. Üzerinde durulmuyor, konuşulmuyor, doğru dürüst yas bile tutulmuyor. ‘Kedi pisliğini örter gibi’, kapatıp geçiyoruz. Sanki ayıp bir şey, bir hata, eksiklik, yeteneksizlik neticesi.”

“Yaşama taze bir başlangıç olarak tasavvur ettiğimiz çocukların ölümüne geçmişteki gibi alışık değiliz. Bunlar tıbbi amaçla çekilmiş eski fotoğraflara benzeyen, birer olağandışı ‘klinik olay’ olarak dikkatimizi çekiyor. Bir tür gerçeküstücülük, tuhaflık ve bu eski teknolojinin, bize ait olmamasının verdiği güven hissiyle onlara bakıyoruz. Bu fotoğrafların sözünü ettiği, gösterdiği, kesinlikle başkalarının hastalığı, deformasyonu, ölümü, cesedi. Aramızda kavramsal mesafenin oluşturduğu zamanın patinası var

















Hiç yorum yok: