Pazartesi, Temmuz 3


Zekiden budalaya,

Budala'dan Sponge Bob'a benzer tonlar, farklı keyifler

Şöyle düşünürüm: Zekanın ahlaki yükümlülüğü yoktur. Keskin zeka, kimin canını yaktığını önemsemez. Bilim adamını, yaptığı bombanın mükemmelliği ilgilendirir. Makro ekonomi dehası, işçilerin aç kalmasını umursamaz o mükemmel matematiksel ekonomi denklemini kurduğunda. Zeka tahammülsüzdür, evet ya da hayırdır. Daha iyi fikrin yoksa yolumdan çekildir. Karşısındaki can düşmanı da olsa eğer parlak bir fikri varsa, onu alkışlar. Hayranlığı kendine değilse, başka bir zekaya yöneliktir.

Ama benim derdim zeka ile değil, onun tersi olduğunu düşündüğüm budalalıkla. Kendi budalalıklarımı düşünüp geçmişle hesaplaşır ve gelecek için daha az budala olmaya gayret ederken, ailemin, kafamı karıştırmaktan başka işe yaramadığını söylediği kitapları düşünüyorum yine. Anneme göre bunca sevimli ve yetenekli kızının böyle tuhaf şeyler düşünmesi, hayatı boyunca böyle budalaca kararlar alıp böyle beklenmedik sonuçlara yuvarlanışının nedeni, hep bu kitaplar.

Fakülte 2. sınıfta Borçlar Genel Hukuku’ndan bütünlemeye kalmıştım. Yaz mevsimiydi ve İzmir Bostanlı'daydım. Adana’yı aratmıyordu İzmir’in sıcağı. Bembeyaz bir boşluk olarak düşünürüm İzmir’i nedense; bir sürü yollara açılan beyaz bir boşluk. Yine tanıdığım kimse yoktu ( demek ki ben aslında hep böyle yabaniydim biraz.) Sabah 10 gibi kalkıp, pastaneden poaça filan alıp çay demliyordum. Öğle sonuna kadar ders çalışıyordum. Chick Corea ve Supertramp’ın iki albümü vardı sadece. Onları dinler dururdum. Serinlik çıkınca Budala’yı açıp okurdum. Ecinniler’i daha sonra okuyacaktım. Ama nedense Budala bana İzmir’i hiç çağrıştırmaz. Bir bilgiyle İzmir’i, Karşıyaka’dan Konak’a vapurla geçişimi, dalgalı Varyant yolunu, Pasaport Kahvesini, Denizatı’nı düşünürüm. Ve tüm o beyazlık içinde Prens Mışkin kederli kederli bakar bana.

Saralı Prens Mışkin, tedavi gördüğü İsviçre'den beş parasız memleketine döner. İçi iyilikle doludur ve hep bir sınavdan geçmektedir sanki. Peygamberimsi bir uğraş içindedir erdemli olanı seçmek için. Kafası karmakarışıktır. Bu kaosun içinde iyi olmak mümkün müdür, yoksa bu biraz da budalalık mıdır? Ya da çekip gitmeli mi denizin dibine tüm bu günah, arınma, insanlaşma vs sınavlarından yorulup? Boşuna demedim denizin dibi, diye… Sizce kime benziyor Prens Mışkin? Ben onu, sevgi dolu oluşu, saf merakları, çevresini yadırgatacak dürüstlüğü, öyle komik denecek kadar abartılı görev duygusuyla… -hayır hayır elbette ben bir budalayım ama- bence Prens Mışkin, Sponge Bob’ın ta kendisidir. Evet arkadaşlar ileri gittiğimi söyleyeceksiniz ama itiraz istemiyorum.

Sponge Bob, Cumartesi- Pazar günleri sabah saat 9.30’da cnbc-e’de. Hafta içi orijinal alt yazılı olarak akşamüstleri de yayınlanıyor sanırım ama ben orijinalini izleyemiyorum. İşi gücü olan ciddi bir kadınım ben. Aklımdan Sponge Bob’ı geçirdiğimi söyleyemem o sıkıcı metinleri yazarken. Oysa biliyorsunuz ya beni, azıcık ama azıcık düzenli param olsa, işe filan gitmem, Arçil’i de o aptal okula göndermem, gazozlarımızı açar, bir güzel Sponge Bob izleriz. Ohh:)))

Bilmeyen var mı acaba Sponge Bob’ı? Onu nasıl anlatsam, bilmem. O bir Prens Mışkin! O bir, saflık, iyilik, sorumluluk, arkadaşlık… O bir görev adamı! Sponge Bob’ın yaratıcısı Steve Hillenburg aslında bir deniz biyoloğu ve öğretmen. Ama sonra çizgi film üzerine bir şeyler öğrenmek için sanat okuluna gitmiş ve biliyor musunuz, Steve de bir zamanlar, tıpkı Sponge Bob gibi bir deniz lokantasında, fırının başında çalışmış.

Steve, çok sevdiği deniz canlılarını çizerken fark etmiş ki şu türlü deniz yaratıkları içinde en acayibi sünger! (Çünkü bitki mi hayvan mı diye akılları karıştırır deniz süngeri. Hayvanmış.) Sünger ama, deniz süngerinin o yamuk yumuk şekli, pürtüklü dokusu hiç uygun değil istediği karakteri yaratmaya. Steve de bildiğimiz bulaşık süngerini kullanmış bunun için. Köşeli, tertemiz… tıpkı saf, masum, dürüst ve de uyanık SpongeBoy gibi. Bu arada aslında bizim SpongeBob’ın orijinal ismi SpongeBoy! Ama şu dünyalıların tescilli marka dedikleri hikaye yüzünden başkasının üstüne kayıtlı bu isim.

Deniz hayvanları için koku alma çok önemli bir duyu olduğu ve Sponge Bob’ın ananas gibi kokmak isteyeceğini düşündüğü için onu ananas evde yaşatmış Steve. SpongeBob’ın en yakın arkadaşı Patrick nasıl desem biraz alık ama ben onu da çok ama çok seviyorum. Patrick bir deniz yıldızı. Biraz obur ve tembel. Onun iyi kalpliliği bilinçsizliğinden; SpongeBob’ın ki ise peygamberimsi bir yaşam disiplininden kaynaklanıyor.

Sponge Bob’ın hem komşusu hem de iş arkadaşı biraz gösteriş budalası yarı- sanatçı Squidward ise aslında 6 bacaklı olması gerekirken, hayatın tüm yükü onun omuzlarındaymış gibi görünmesi için 8 bacaklı. Sponge Bob’ın ehliyetine baktığımızda onun 14 Temmuz 1986 doğumlu olduğunu görüyoruz. Yani Yengeç Burcu’ndan! 1999 yılından beri de Yengeç Burger’de çalışıyor. Bu arada, tarifi bir sır olarak saklanan yengeç burger büyük olasılıkla bitkilerden yapılıyor. Aksi halde Bikini Adası (Aslı Bikini Bottom) sakinlerinin bir kısmının yamyam olduğunu düşünmemiz gerekirdi. Bu arada Sponge Bob’un patronu cimri Bay Yengeç’i unutmayalım.

Yaptığı her şeyin en iyisinin yapmaya çalışan Sponge Bob şu aralar New York Çevre Koruma Departmanı’nın da denizilerin korunmasına yönelik çalışmalarında çocuklara yardım ediyor. Gördünüz değil mi, iyi ahlak sahibi olmak, ödev duygusu üzerine düşünmek, kolaydan para kazanmayı ayıp bulmak, günah- bedel denklemine kafayı fazla yormak, hayat beceriksizi olmak, kuşlara böceklere hayran hayran bakakalmak Prens Mışkinler’e, Sponge Boblar’a, tilki dolaştırmakla meşgul olmayıp şu kıymetsiz yazıyı okumaya vakit ayıran size ve görünen o ki bir de bana kalmış durumda:)))

Hoşçakalın, Sponge Bob’ta kalınnnnnn.






3 yorum:

Adsız dedi ki...

merhaba ben kübra benim 3 yaşında bir kızım var tam bir süngerbob hayranı onun dışında çizgifilm izlemek istemiyor sanki bikini kasabasında yaşıyormuş gibi davranıyor sürekli süngerbob gibi hayal gücü hayal gücü diye bağarıp dolaşıyor

endiseliperi dedi ki...

Kübra, son dönem çizgi filmleri gerçekten hayranlık verici. Yazarları kesinlikle dünya edebiyatını, sinemasını çok iyi biliyor olmalı ki, Sponge Bob dışındaki çizgi filmlerde de bunu hissediyorsun, ayrıca kaliteli bir espri anlayışı, insancıl bir bakış açısı var ve sıkıcı olmadan bir sürü şey öğretiyorlar. Ben bir de Korsan Jack ve Lapacı'ya bayılırım. Bu aralar yok. Bence kızın, müthiş espri yeteneği ile dolu biri olacak. Biliyorsun, ince espri ince zeka demektir:)))

Ezgi dedi ki...

Ah, ben de çok seviyorum Bikini adasının sakinlerini... Patrick'e aşığım kesinlikle, öyle açık yürekli ki avanak damgası yeme pahasına düşüncesini pat diye söyleyiveriyor. Zekasını gözümüze gözümüze sokan kibirli Squid de dahil olmak üzere Spongebob karakterleri vazgeçilmezim.