Pazartesi, Şubat 12

orman ne güzel! ne güzel!
belgrad ormanı



Bu cumartesi, yani günlükçüğüm, ayın 10'unda Bora dedi ki, "ormana gidelim." Nihayet. Nihayet! Ama ben konu hakkında ne sevinç gösterdim, ne de telaş. Bora sonraki tartışmamızda buna içerlediğini söyleyecek ve haklı olduğu için bir 10 puanı kendi hanesine yazdıracaktı. O benim evin içinde kıpırdanışlarımı, herkes adına telaşlanışlarımı seviyor. Yani yolda içelim diye termosa çay koymamış, kek filan sarmamış, sadece ve kısaca "olur" diyip, hakkında fikir edinmek için aldığımız K dergisini okumaya devam etmiştim. Bu sırada, o da ipod'a müzik yüklemeye uğraşmıştı. Güne katkısı büyüktü. Benim katkım koskocaman 0'dı! Cık cık cık.

Kitapları, gazeteyi aldık, ama dergi okumak istersek diye Alkım'ın yeni yerine uğradık. 14 adet K dergisi daha aldık. Bora fotoğraflarını kesip yatak odasına kolajlar yapalım, istiyor. Yoksa dergiler çok şahane değil. Ben sevdim gerçi, 1 saat içinde okunan, hafif, iyiniyetli hazırlanmış, derdi tasası belli, ukalalık filan da yapmayan bir edebiyat magazin dergisi. Ben Alkım'ın yeni yerini de sevdim, Bora sevmedi. Benim sevmemin onun sevmemesinin haklı nedenleri var ama tartışmamızda bu konunun bahsi geçmedi.


Trafik berbattı. Neyse ki Bora 4. Levent civarında ipod'u idrak etmiş, Glenn Gould berrak berrak çalmaya başlamıştı. Gidinceye kadar sinirimiz bozuktu. "Gelmeseymişiz bu trafikte," diye söylendim durdum ben ( tabii bunlar hep bana puan kaybettiren şeyler:) Ormana girince başlayan sessizlikle her şey güzelleşti, sakinleşti. Eh, insan görünceye kadar. (Nerede okudum şu; 'insanlığa hayranım, nefretim insanlara' lafını. İşte biraz da öyleydim... Öyleyim esasında). Çok eskiden bir kır kahvesi vardı, ne güzeldi. Şimdi devasa bir bina yapıyorlar, yanındaki yerde devam eden lokantada ise işi iyice tüccarlığa dökmüşler. Bir çay içip yürüyüşe çıktık.



Rüzgar ne güzeldi, ya ağaçların arasında süzülen güneş ışığı, ya ıslanmış yaprak kokusu! Kuşların sesi! "Doğa, al beni. Al beni doğa. Seninle öyle mutluyum ki!" Bora'da öyle. Mırıl mırıl konuştu, kafasına estikçe. Acıbadem'in eski bomboş, yemyeşil arazi olduğu zamanları, çocukken, oradaki bir armut ağacından koparıp yediği, ekşi sert meyvenin sıvısı ile içinin sevinçle doluşunu anlattı. Sarmaşıkların boğarcasına bir sevgiyle ağaca sarıldığını görünce de, "Bu ne yüzsüzlük ya!" diyerek fotoğrafını çekti. Upuzun, incecik ağaçları, kalemlermiş gibi avuçlayıp, elinde toplamak istedi. Bol bol da fotoğrafımı çekti. 3 çeşit kır çiçeği gördüm: mor, sarı ve mavi. Üçünden de koparıp, kitabımın içine koydum. Hawskmoor, kitabın adı. Peter Ackroyd'un. Size bahsedeceğim kitaptan. Sonra. Bora dedi ki, " geçen yıla oranla üçte bir oranında düşürdün okumayı. Bak, gerçekten diyorum..." gözlerime doğrudan ve mesafeli ve ama 'yine de seni severiz, iyi insansındır' bakışı ile bakarak.... Boş zamanlarımda bilgisayarın başında olmayıp, kitap okumam gerektiğini hatırlatarak... Tamam tamam anladık, bütün puanlar Bora'ya gitti tartışmada. Benim argümanlarım daha çok duygusal, genel ve savunmaya yönelikti. Yetersizdi. Ama gözyaşlarımı gören jüri üyelerinin, hepsinin, oylarını bana vereceklerini de peşinen söyleyebilirim.

Not:
* Şunu bir yere sıkıştıramadım. Şey diyecektim, ben ağaçları öyle yapraksız filan da seviyorum.
* Tam ama tam, eve dönen yol ile Kadıköy'e sapan yol arasında küçük bir tartışmaya başladığımız için, Aslı'nın önerdiği Fauna'ya gidemedik; eve döndük:(
* Aslında tartışmanın gizli kaynağı, Alkım'a giderken, Bora'nın tuhaf ve ani bir fren yaparak, şiddetle sarsılmama neden olması ve sakinleşmeye çalışmak yerine, 'Bora'nın arabayı genel olarak ne kadar sarsıntılı kullandığını' kendime diyip diyip sinirimin herdem taze kalmasıydı.
* Ancak yürüyüş yapabildik. Okumaya fırsatımız olmadı. Bora ile bir yere çıkarken, eğer eve dönemeden savaş çıksa bile 1 hafta rahat rahat arabada idare edebilecek bir donanıma da hazırlanmanız gerekir. Yoo kötü bir şey diye demedim. İyi bir şey. Ben bir taraftan savruk ve sarsak, diğer yandan disiplinli, işgüzar bir şeyim. Hangisine denk gelirse o sırada. Öyle.

24 yorum:

banu dedi ki...

işte evlilik veya birlikte yaşamak böyle bir şey. bir gün önce deli gibi sevdiği insanın ertesi gün herşeyi batar olabiliyor. aslında keşke dürüstçe sen bana bugün batıyorsun ayrı takılalım diyebilsek. ben bazen eşime şaka ile karışık demeyi denesemde onun sert tepkisi sonunda yalancı bir yalakalıkla şaka yaptığımı söylemek zorunda kalıyorum. okurken onun için ruh halini yaşar gibi oldum...

endiseliperi dedi ki...

Evet Banu, aynen ve kesinlikle dediğiniz gibi. Kavga ederken, tam o sırada sorsanız, hayatta en nefret ettiğim ve belki de parmak izi filan bırakmayacaksam ve arka bahçeyi kazmak için bir yardımcım olursa öldüreceğim:))kişi iken, ertesi gün gizlice ona bakarken, allahım n'olur benden önce ölmesin diye yalvarabiliyorum içimden.

Bence ev geniş olmalı. Bu konuda sıkıntım olduğu için demiyorum; herkesin kendi odası filan olmalı. Bazen koridorda bile karşılaşmamalı. Belki ayrı ev bile olur. Çünkü zaman geçtikçe değişiyorsun, hayata karşı beklentilerin, duruşun filan da değişiyor; o başka büyüyor sen başka, ama sözleşme aynı kalıyor, tuhaf oluyor. Ayrıca sen kızsın o erkek filan... Aynı evdesin...

Gerçöi biz ayrı evlerde de yaşadık. Onun açmazları da başka türlü. Zor iş.

Aa Banu ne geldi aklıma: Bir dönem, ben çevremizdeki hangi çifti çok beğenmişsem ve ne de hoş bir çift dediysem, o ay içinde boşandılar. Artık espri konusu olmuştu. Sanırım ayrılmaya karar vermiş çiftlerdeki, birbirine saygılı, mesafeli, ayrılacak olmanın hüznüyle gölgeli sevgileri beni etkiliyordu.

Böyle işte. Ben sizin siteye giremedim. Yok mu?

Sevgilerimle.

Elif Derviş dedi ki...

Sevgili PERİ, yine o kadar hoş yazmışsınız ki :)) Yazılarınız hep çok doğal, çok içten ve bir de yaşadığınız anı yazıyla çok güzel resmediyorsunuz, insan oaralara gitmiş, o hisleri duyumsamış gibi oluyor. Elinize sağlık :)

Adsız dedi ki...

Alkimin yeri, trafik sikisikligi,fazla ani fren yaparak araba kullanilmasi, incirin cekirdegi diyecegim, bir insandan bir günlügüne bile nefret edilmesini bunlarmi saglayacak,hemen bir gün sonra benden önce ölmesin denilecekse.

Nasıl geçti habersiz... dedi ki...

Aaa ben diyorum-yani epey bir süredir demeye başladım-
-Senden nefret ediyorum:(
-şu an seni boğmak istiyorum.:(
-seni seviyorum.:)
-Bazı kadınlar kocalarını niye baltayla doğruyorlar şimdi anladım.:(
-Sen Allah'ın bana verdiği en değerli hediyesin.:)

O da bana bir önceki söylediğim sözü hatırlatır,gülerek.
Ee,olgun adam.:)

Halbuki eskiden,anlık duyguların insanı oydu.İfade edişi benim kadar keskin olmasa da.
Bense "sana kızmam neden sevgimi etkilesin" derdim.
Olgun adam "bravo,sevgiyi öğrenmişsin" derdi.:)

Adsız dedi ki...

Icimdeki canavari, caniyi kiskirtmak o kadar kolay ki! Mi acaba?

Ya da ben tahammul seviyesi dusuk bir insan miyim? Ya da tahammul edilmesi!

Kendimden supheye dustugum, tum olgunluk ve de bilumum benzer erdemlerin ucup gittigi bir donemdeyim. "Olur oyle..." (Erdener Abi derdi, hala der mi bilmem, ben orada kaldim...)

Alip basimi gidemem, kalmali mi, gitmeli miyim? Belki de susmaliyim.

Sustum.

Gucendim, kirildim, paramparca oldum. Derinlerdeyim cok derinlerde, bu aralar karanlik ve soguk dunyam.

Ama yarin yeniden senlenebilirim.

Peki ben iyimiyim?

Bilmem.

Olur oyle.

Gecer belki.

Belki de gecmez.

Esen.

Unknown dedi ki...

Turk kadinlari "hot on the head, cold in the heart"mis. Dogrudur.

Adsız dedi ki...

elif,
teşekkür ederim, mersiii, çok sağolun:))

bayılıyorum iltifatlara, ama canım ne kadar da kısa sürüyor!

Adsız dedi ki...

sayın anonim
?????
anlamıyorum sizi.

Adsız dedi ki...

saliha hanım,
ne kadar hoşsunuz. hayatınızla ilgili ne yazarsanız yazın, ben eşinize olan sevecen, şefkatli ilginizi, sevginizi hep hissettim.
nice böyle mutlu senelere.

"kızmak neden sevgimi etkilesin"
bu gerçekten çok olgunluk gerektiren bir bakış açısı. ben, beni gerçekten çok üzen, yoran, kızdıran, bunaltan eski eşim için buna yakın bir şey kurmaya çalışmıştım. onu, ilişkimizdeki yanlış duruşu ile değil; hayat içindeki genel varoluş biçimi, kendi adına tutarlı, çok farklı, özel duruşu ile değerlendirmem gerektiğini düşünürdüm. bu çok zor saliha hanım, çok zor. kendinizi bir şekilde yok saymanızı, bir şekilde öldürmenizi bile gerektirir. ya da aldırışsız, umursamaz ve dahası sevgi filan da hissetmiyor olmanızı... kısaca ona olan kızgınlığımızın nedenleri, ona olan sevgimizi enikonu zedeleyebilir ki normali de bu.

ama siz çok tatlısınız, her şey müthiş yumuşak ve uyumlu. o nedenle bu cümleyi söylerken ki kastınızı anlıyor, "evet saliha hanım, dediğiniz gibi" diyorum sevgilerimle.

not: bana gönderdiğiniz "son yorumlar" prosedürü, sanırım wordpress için, ben blogger da bulamadım o tool'ları.

Adsız dedi ki...

sevgili esen,
sizi anlıyorum. ne hissettiğinizi çok ama çok iyi biliyorum. bazen çok bunaltıcı olduğunu, alıp başınızı gitmek istediğinizi, bu kadar salkım saçak olmuş sorunların hiçbirini çözecek gücü bulamadığınızı...

sizi anlıyor olmamın size bir faydası yok, biliyorum. bir şey de öneremem. eskiden çok konuşurdum, artık, hiçbir şey bilmediğimi, hiçbir çözümün önerilebilir olmadığını biliyorum.

kendinizi çok üzmeden, kendinize çok zarar vermeyecek bir yolu bulacağınıza eminim. yeter ki sakin olun. yalnız da hissetmeyin kendinizi. mutlu olduğunuzda da yazın.hem bugün belki daha iyisinizdir.

sevgilerimle.

Adsız dedi ki...

elif,
ilk kez duyuyorum. doğru değil galiba. yani kendimden biliyorum ki, doğru değil:)

not: bu arada iki elif var. köşenin delisi de bir başka elif. elif ismi çok güzel.

ece arar dedi ki...

ben yine başka bir noktada takıldım endişeliperi. k dergisini ben de ilk sayıdan beri alıyor ve senin gibi düşünüyorumi iyi niyetlimsi bir edebiyat magazin hali... ama beni şaşırtan başka bir şey oldu, hani bora ile tutuyor ya bazı hislerimiz, hallerimiz... dergiyi ilk aldığım günden beri sevdiğim yazarların fotoğraflarını kesip kolajlamaktayım. e pes yani...

Adsız dedi ki...

ece, gerçekten de pes yani! bora'nın annesiyle konuşsak, acaba kaçırılmış ikiz kardeşi filan olmayasınız?:)

Ezgi dedi ki...

Bu günlüğün eski arşivlerini okudum dün... Adana günlerindeki isyanlar, dul tabir edilen kadınlara karşı kendi hemcinslerinin saldırganlıklarına karşı tepkiyi, benim de hayatımda yer etmiş film, kitap ve müzikleri ve hayata dair güzel dipnotları buldum. Kaleminize sağlık demek ve bir merhaba için bu yorumu yazıyorum şimdi de...

Elif Derviş dedi ki...

Bana karışmasın diye elif yerine deli diyebilirsiniz hiç sakıncası yok, alışığım :))))

Adsız dedi ki...

aşk meşk meseleleri, ilişkiler bir yana, hawksmoor'la ilgili yazacaklarınızı merakla beklediğimi söylemek istedim sadece..
sevgiler
eren (anonim kalmaması gereken sadık okurunuz)

Nasıl geçti habersiz... dedi ki...

[ama siz çok tatlısınız, her şey müthiş yumuşak ve uyumlu]

Ah gerçekten öyle olsam,ne utanırdım şimdi.ama biliyorum ki hiiiç öyle değilim ve ev halkı o tanımlamayı duysa onlarda bir "aaah" çekerlerdi.:)

Ama size "tam öyle görünmüşüm hayret" diye yıllardır kendimin bile bayıldığı bir resmi yollayacağım.:)

Ve o bakış açısı gerçekten zormuş, çocukken söylemişim ben o sözü.Büyüyünce anladım.

Nota cevap:Yok o link wordpress için değil.Yağmur Damlasına koydum, çünkü biliyorsunuz benim ana sayfam orası. Paticiklere koymayı önemsememiştim.(Zaten bir aydır duran yazıya 10 kişi bile gelmemiş çünkü.)Onun templatesine girince, sizi anladım.
Template eski şekilde olunca nasıl konacağını da öğrenirim bu arada.

Ben Paticikleri öyle bırakıp, kedileri de arada sırada öbür tarafta bahsetmeyi düşünüyorum aslında.
Sevgilerimle.:)

Nasıl geçti habersiz... dedi ki...

Ah mesela son yazıda, pisi Julia'nın resmi var.:)(yağmur damlasında)

Ama onun adını biliyorsunuz,minikken koymuştum.
Orada yazdığım tötü huyu sonradan ortaya çıktı.Beni yanlış anlamazsınız umarım,kasıt yok kesinlikle.:(
Yoksa biliyorum çizgi roman kahramanı Julia çok zarif bir hanımdı.

Adsız dedi ki...

Ezgi Hanım merhaba.

İyi ama Elif, ben demek istemem. Kedilielif dedim size.

Eren, sizi hatırlama olur muyum hiç. Kız olan Eren:)Hawksmoor'u nasıl yazacağımı ben de merakla bekliyorum. Kafamda dolaştırıp duruyorum ve her seferinde karşıma Martin Mystere çıkıyor (tek albümü bile okusanız bana hak vereceksiniz, bağlantıyı nasıl kurduğum konusunda). Ama bu da hem uzun hem karışık hem de ayrı ayrı ikisine haksızlık. Bu nedenle önce ve sakince Hawksmoor'dan bahsetmeli. Sonra Martin Mystere'dan.

Saliha Hanım,
Siz şu "paticikler"i hep silmek istiyor ve haksızlık ediyorsunuz ona. O site çok özel ve güzel bir site. Tamam ben de seyrek giriyorum ama girince 2-3 yazıyı birden okuyorum. O site öylece kalsın lütfen. O, kandine özgü, nefis bir kedi sitesi. Siz de çok güzel anlatıyorsunuz. O site seyrek de yazsanız kalmalı. İltifat için demiyorum. Yazık edersiniz güzel bir şeye son vererek. Lütfen.

Size zahmet veriyorum şu "son yorumlar"meselesi yüzünden. Teşekkür ederim.

Ben de yazıları okuyunca tatlı, yumuşak huylu birini görüyorum ama bir de kendine bakıyorum ki... Bırrrr!!!!:)) Şunu söylemeliyim ki, gittikçe daha kolay üzülen, gittikçe daha sessiz olan biriyim. Bu da bir nevi yumuşak ve iyi huylu yapıyor beni.

Adsız dedi ki...

Kendimden bahsediyorum tabii saliha hanımcım, o "bırrr" kendime.

Adsız dedi ki...

Hit The Road Jack dinleyip Ray Charles' in sesinden, oglum ve esimle deliler gibi dans ettik.

O dansin bile bir anlami mi olmak zorunda? Bilemiyorum... Demiyecegim, vardi...

Yine yollara dusme ve yeniden gocme zamani gelmistir bu minik, hareketli aile icin. Ucmali, gocmeli, konmali. Huzursuz ruhumu dinlendiren sey bu belki de, birakip herseyi (herseyin icinde aslinda hicbirsey var), gitmeli. Gidelim biz...

Mutluyum, gidecegimiz icin mutluyum, gunese...

Esenlikler dilerim.

Esen.

endiseliperi dedi ki...

Esen sizin için inanın çok sevindim. Yapmayın öyle, kendinizi bırakmayın karanlık düşüncelere. Bunaldığınızda uyuyun, kitaba ya da bir filme verin kendinizi ya da spor yapın. Sıkıcı gelebilir önerilerim, ama gerçekten faydalı.
İyi yolculuklar şimdiden. ne o, Antalya'ya mı?:)

Sevgilerimle.

neo dedi ki...

pek hosuma gidiyor yazdiklariniz, size ve yazdiklariniza yazilanlar. oyle ki 2005'te bir hevesle (heves arti ayrilik acisiyla demek lazim aslinda) acip hic yazmadigim sayfama bir seyler girdim bugun...
sadik okurunuz harriet
("harriet" cok sevdigim bir yazarin karakterlerinden biri. hakkinda ayrintili bir post yazagim yakinda)