"gazoz ağacı"
kendime üç kitap seçeyim dedim. biri türk olsun. aa, ben nasıl görmemişim gazoz ağacı'nı. oysa sabahattin kudret aksal'ın şiirlerini severdim gizli gizli. neden gizli gizli bilmem. açıkça seven de yok sanki.
kitap varlık yayınlarından. koyu sarı sayfalar. bir sahaftan almış belli ki bora. kapak kopmuş sırttan. uhu ile yapıştırdım. beyaz bir A4 kağıdı ile de kapladım. başladım ilk öyküyü okumaya. aman allahım, ne güzel. bir dostluk, öykünün adı. bir kadınla erkeğin gizlice birinin evinde buluşmalarını anlatıyor. ah, oda öyle sevimsiz ki. zaten yeni sayılır tanışmaları, zaten çirkin bir şey böyle gizlice buluşmaları bir de odanın zevksizliği... "çıplak döşeme tahtaları, mavi bir kağıtla maskelenmiş elle tutulacak yükseklikte, basın tavandaki ampul, hemen önünde kocaman bir binanın sıvasız duvarı yükselen camları kirli pencere, çivitli badanası rutubetten yer yer kabarmış duvarlar, çatlaklarından arada bir kum gibi bir şeyler dökülen tavan, her şey, her şey o kadar çirkin, insana güvensizlik, daha beteri umutsuzluk vericiydi ki akla bir an önce kaçıp kurtulmak, sadece açık havaya çıkmak isteğini verebilirdi. bir aksilik, beklenmiyen bir şeydi bu odanın hali." neyse, üzülmeyin, sigara yakılıp, bir cep kanyağından iki bardağa doldurunca, ev sahibi kadın da bir mangalda yanmış kömür getirince oda ısınır, sevimlileşir.
bana öyle gelir ki sabahattin kudret aksal'ın ev içlerini, eşyayı, ışıkla, gölgeyle evdekilerin ruh halini anlatmasının üstüne yoktur. bir de akşamı, gecenin yalnızlığını, kasveti ile sabah ceketini aldığın gibi kendini yokuşlu sokaklara vurmayı güzel anlatır. anlatır dediğim basbayağı öyleymiş işte, okuyorum da ondan söylüyorum. henüz kitap bitmedi ama okumakta geç kaldığım için ince bir sızı gibi suçluluk duygusu, bir kayıp duygusu hissediyorum. istiyorum ki, siz de okumadıysanız hemen ama hemen gidin, alın okuyun. bu kitap konusunda, herkesin keyfi kendine, diyemeyeceğim. illa ki seversiniz, söz veriyorum size.
sonra ah, hayriye hanım var. iş arkadaşları hayriye hanım ölünce, anlatıcı hatırlar onun yalnızlığını. akşamları eve vardığında hayriye hanım'ın sobayı ne güçlükle yaktığını anlatışını düşünür. eğer, der birisi, uğruna güçlüklere katlandığı birisi olsa mutlu olurdu hayriye hanım. cenaze törenine kimi kimsesi olmayan hayriye hanım'ın tek tük iş arkadaşları gelir. bir de tanımadıkları sevimlice, efendice bir adam. anlatıcı, yanındaki iş arkadaşına der ki, hayriye hanım'ın eski eşi bu. birlikte oldukları zaman, sesi güzel hayriye hanım, udunu tıngırdatıp şarkı söyler, eşi de küçük içkili sofrasında keyifle onu dinlermiş. o günlerin hatırına gelmiş olmalı, der. yoktur oysa böyle bir şey. uydurur bunu, hayriye hanım'a böyle bir hoşluk armağan etmek ister. neden sonra kendi de inanır uydurduğu bu hikayeye, inanmak ister. ahhhh!
geceye doğru öyküsünde, patronu tarafından kendisine emekliye ayrılması gerektiği bildirilmiş yaşlı, yorgun refik efendi'nin geçmişle, tüm hayatıyla yüzleşmesi var ki, anlatılmaz, okunur.
büyükanne'nin ölümü ise ince bir anlatıcılık örneği bana kalırsa. yazar ne hissetmişse, benim neyi hissetmemi istemişse bir bir içimde duydum bunu. yazarın kelimeleri -çok gösterişli olmayacaksa eğer- bir nabız gibi içimde attı, demek isterim. ama dememiş olayım ben bunu. çok şatafatlı. sabahattin kudret aksal, hem yalın hem çok derin hem çok incelikli. böyle süslü anlatımlara yüz vermez. büyük yazarların hepsi böyledir. size diyeceğim ki lawrence durrell'i işte tam da bu yüzden sevmem; siz hep birden itiraz edeceksiniz. kiminiz ne alakası var şimdi, yeri mi lawrence durrell'dan bahsetmenin derken, kiminiz de lawrence durrell büyük bir yazar olduğu için karşı çıkacaksınız bana. olsun, karşı çıkın ben yine de söyleyeceğim, lawrence durrell'ın şatafatından içim bulanır benim. kullandığı o sıradışı imgelerden filan. bana boca eder cırtlak renkleri, kelimeleri flaş flaş patlar beynimde. bazen duvara çarpmayı çok istemişimdir onu. ama paşa paşa okudum, cilt cilt okudum elimden bırakamadan. aklım karışık değil, siz beni iyice anlayın diye sesli düşünüyorum biraz da.
keselim. büyükannemin ölümü hikayesinde mesela şöyle der anlatıcı: "hiçbir işim yok. böyle olduğu için de bir yere gitmeye vaktim yok, desem yeri. belli bir işde olanlar iş saatlerinin dışında ne kadar serbest oluyorlar. istediklerini başıboş gezenlerden daha büyük rahatlıkla yaparlar. istediklere yere giderler. belli bir işi olmayanlar için olay hiç de böyle değil. her an bir iş çıkabilir, bir avare için. her an görülmeye değer bir şey olabilir. öyle bir iş, öyle bir şey ki, fırsat kaçırılınca yaşamanın, dünyada olmanın bile manası uçup gider. bir kadın. bir vapur. bir ağaç. söz arasında geçen bir nükte. yalnız o an için görülmeye değer bir ışık. bir gölge." gördünüz değil mi? bize yaşamak denilen şeyin aslında ne olduğunu ne kadar güzel anlatıyor. çok hoş!:)
bizim olan sokaklar hikayesi, büyümekte olan iki gencin akşamları kasaba sokaklarına çıkıp konuşmalarını anlatır. siz yaşamadıysanız bilmezsiniz kasaba akşamlarının ne hüzünlü, ne koyu bir yalnızlık, ne ağdalı bir sıkıntı olduğunu. yaşayanlar bilir ve alıp başlarını gitseler de içlerinde taşırlar kasaba sıkıntısını.
sırada meydan hikayesi var. henüz okumadım. balkondan bir sardunya yaprağı koparmıştım ayraç olarak kullanmak için. çok yakıştı kitaba. istedim ki kitaba hediyem olsun, okunmuş her sayfası sardunya koksun. siz belki ceviz yaprağı koymak istersiniz, o da yakışır.
ben size yazardan bir de şiir de ekleyeyim tatlı niyetine. teşekkür etmek istersiniz bazı yazarlara sizin gibi hissetti de böyle güzel anlattı, böyle güzel anlattı da sizin de hissiyatınızın güzellliğine iltifat etti diye. bazen kitabı, kelimeleri yemek istersiniz ki ben de çok olur. bazen de kendi kendinizi yemenize neden olur ki bu tür yamyamlık ilkel değil, geliştiricidir. çok konuştum, heyecanıma verin. kitap bitince belki diğerlerini de anlatırım.
NE TUHAF
Ne tuhaf ömrümün sonuna kadar
Kelimelerle yaşamam.
Ağaçtan çok ağaç sözünü
Denizden çok deniz sözünü
Sevmem.
Halbuki bir sabah erken uyanınca
Balkona çıkmak da güzel.
Sabahattin Kudret Aksal
10 yorum:
şiiri hele, çok sevdim...
peri peri, ne güzel yazmış ve ne güzel bakmışsın. ne iyi geldi yazdıklarını okumak. ne diyeyim yaaaa, hakikaten böyle.
Ben severim Aksal'ı. Özellikle de şu şiirini. Ne güzel anlatmışsınız ama...Elinize, dilinize sağlık...
Bakın şimdi şu sayacağım şeylerin
Okulu yok
Gökyüzünde rastgele bir bulut parçası için
Körükörüne tutkunluğun
Ağacın birine durup dururken abayı yakmanın
Sigara içmekten
Kibrit çakmaktan alacağınız keyfin
Okulu yok
Yaz geceleri cırcır böceklerini
Dinlemeyi bilmenin de okulu yok
Okulu yok ekmeği peyniri domatesi
Küçümsememenin
Sözün sazın oyanın yazmanın
Halisini seçmenin
Daha buna benzer nice
Nice şeyin okulu yok
Aşkın inancın insanlığın okulu yok
Ama dilerseniz hepsini öğrenebilirsiniz
Biraz çaba
Yeter
Durmadan
Biz bir sey büyütüyoruz
Bilmeden bilerek durmadan
Bir balık suda
Havada bir kus büyütüyoruz
Gündüzleri büyütüyoruz gecenin içinde
Geceleri gündüzün,
Anamızı babamızı çocugumuzu büyütüyoruz
Bir agaç büyütüyoruz bir yerde
Akla gelmez seviler büyütüyoruz
Duygularımızln sarmasığında
Kedimizi köpeğimizi
Ölümümüzü büyütüyoruz dizimizin dibinde
demiş şair aynı zamanda. sağol peri hatırlattığın için. yüreğinden süzdüğün herşey için, sağol.
okuma listeme aksal'ı da ekliyorum.
Edebiyat matinesi veya okuma saati gibi oldu, böyle.
Pek de güzel oldu.
Bu fotoğraftaki Peri'nin kaç sene önceki suretidir?
Bana Arçil'in küçüklüğünden bir günmüş gibi geldi.
Belki anlatmışımdır, ben artık pek okuyamıyorum, aklımı bir yerde tutamıyorum. Ama senin okuduklarını anlatışın öyle güzel ki artık sırayla senin okuyup anlattıklarını takip edeceğim galiba. İlk önce geçen ay havaalanındaki D&R'da aklıma geldi, aklımda kalan yazarları aradım, bir tek Peter Ackroyd'u buldum; Hawksmoor yoktu, Chatterton'ı buldum. Onu Lawrence Block'un Av Peşindeki Hırsız'ı ve Sue Grafton'un Lanetli'nin L'si izledi. Hepsini de ayrı bir keyifle okudum. Artık not alıp senin tavsiye ettiklerini okuyacağım sanırım.
çok teşekkür ederim. ben pek de seçerek okumamıştım aksal'ın şiirlerini. orada burada rastgelince okumuş, hoşuma da gitmiş, ama nedense bir irade göstermemiştim onu seçmek için. diyorum ya, iyi bir okur değilim ben gerçekten. iyi bir okurmuş gibi poz yapmak da istemem. ancak kitaplara yaklaşımım samimi, onlarla içtenlikli bir ilişki kuruyorum, niyetim de iyi, fena kitaplar da seçmem, sezgilerim de kuvvetlidir. bunlar da fena özellikler değildir elbette ama hiç yeterli değil. çok disiplinsiz, çok tembel, üstelik çok da unutkanım. aksal'a bu zamana değin hakettiği itibarı göstermemem bütün bu zaaflara bağlanabilir. böyle işte. kitap bitti. diğer hikayeler de çok güzel. anlatsam mı size diye düşündüm ama vazgeçtim sonra. gazoz ağacı çok güzel bir hikaye. diğerleri de, meydan, sokakta opera da öyle. gerçekten alıp okumalısınız. ben diğer öykülerini de alıp okuyacağım. şiirlerini de. ancak tatil kitapları listesindeki diğer kitaba geçiyorum yarın.
dory, beni gerçekten utandırıyorsun:) o halde çok daha dikkatli yazmam gerek kitapları. bu aralar kafamda bulutsu bir ağırlık, bir dağınıklık var. ruhum ve bedenim ayrı ayrı paketlenmiş gibi, ikisi ayrı telden çalıyor. çocuklar yok, ben de biraz hasta olmaya hazır hissediyorum kendimi. boğazım, başım ağrımaya başlıyor aniden ve de huzursuzca bir kaşıntı tutuyor. böyle işte.
herkese sevgiler.
hah bu arada, şenlikli konuyu atlamışız. ekmekçikız, bu fotoğraf geçen yıl çekildi yahu, adana'da işyerinde. çok mu genç görünüyor bu halimden? hay allah. belki ışık filan yüzündendir.
sevgiler.
Evet hem şiir hem resim çok hoş :)
Okuduğum en güzel öykü kitaplarından biriydi.Tam olarak hatırlamıyorum öykünün adını ama apartman sakinlerinin ahvalini anlatan bir öyküydü.Bilen yazsın marjidal@hotmail.com
****
Yorum Gönder