Çarşamba, Eylül 26

banyoda

" 1500'lü yıllarda anadolu'ya gelen avrupalı seyyahlar (richer, pierre belon, paulo giovio, vb.) türkler'in temizliğini hayranlıkla anlatırlar. oysa orta asya hakkında tarihi bilgiler türkler'de güçlü bir su kültü bulunduğunu, suyu kirletmemek için yıkanmaya sınırlamalar getirildiğini göstermektedir. cengiz han yasasına göre elbiseler yıkanmadan eskiyene kadar giyilip iyice yıpranınca atılmalıdır. yıkanırken suyu dökünmemek, el ve başı yıkamak için suyun ağıza alınıp ellere püskürtülmesi moğol, başkırt ve kırgızlar'da yakın döneme kadar devam etmiştir. taharetlenmek için suyu kirletmek büyük günahtır ve anadolu'da dinsel bir uygulama olarak kabul edilmiş olan taş kullanımı gelenekselliğin güçlü olduğu yerlerde sürmektedir. büyük türkolog wilhelm radloff (1837-1918), kırgız rehberinin bile bir altaylı'nın çadırına girdiğinde pislik ve kokuya dayanamadığını ve dışarı çıkıp kustuğunu anlatmaktadır."

kudret emiroğlu, gündelik hayatımızın tarihi kitabında, banyoda, bölümüne böyle giriş yapıyor.* banyo benim en sevdiğim yer. yatılı okulda ya da yurtta olsun, evde olsun sık sık uğradığım bir oda. ihtiyacım olsun olmasın, banyoya girer ve birkaç dakika öylece dururum. banyo, kutsal mahremiyet bölgesi olarak, sizin kendinizden bile soyunduğunuz bir yerdir. duru, sessiz, güvenlidir.

banyoyu banyo yapan su ile ilişkimin daha doğal, kendiliğinden olmasını ister, fırsat bulduğu her an kendini banyoya atan biri olarak, tenimin suyla hayat bulmasını dilerdim. değilim. su ile sizli bizli, neredeyse resmi bir ilişkimiz var. yüzmeyi de çok sonradan öğrendim, hatta dürüst olmak gerekirse, yüzebiliyorum da suyun içinde duramıyorum. yani köpekbalığı gibi sürekli yüzmek zorundayım suyun içinde. yoksa, batarım. yüzemememi mazur göstermek için anlattığım hikayelerden biri de şuydu: yayladaydık. ben, emekleyen bir bebektim. bahçeyi sulayan pınara düştüm. pınar beni doğruca ve hızla taşkın dereye sürüklerken, biri beni kurtardı. genç bir oğlan. adı, ali imiş. bunu bana çok sonra anlattılar ve ben büyüyünce ali isminde biriyle evlenmeye söz verdim kendi kendime:) sudan korkumu bu hadise ile başlatırım ama heyhat, ali isminin bende hiç dokunaklı bir duygusu kalmamış:)

yaz mevsiminin, ilişkileri gevşeten, esnekleştiren, sınırları belirsizleştiren atmosferinde ben de suyla daha samimi ilişkiler kurabiliyorum. günde iki kez suya giriyor, aramızdaki resmiyeti biraz olsun çözüyorum. ama havalar serinleyip kış mevsimi tüm net, anlaşılır, sınırları sağduyulu bir akıl tarafından çizilmiş, analitik ve çözümleyici karakteri ile geldiğinde su ile ilişkimiz de kendi doğasına döner. banyoya ne kadar sık girsem de, su ile mesaim sağlık ölçüsüne göre belirlenir. Gerçi ilişkimizin bu soğuk görüntüsü, hamamları ile ünlü roma'yı işgal eden barbar germenler kadar da değildir. onlar, öncelikli olarak ve derhal hamamları tahrip etmişler ve hıristiyan kilisesi de soyunarak yıkanmayı günah saymış (filmlerde fıçılara beyaz geceliği ile girip banyo yapanları gördüğümüzde nedeninin günah işlemek korkusu olduğunu anlamalıyız demek ki. bu fıçılar 15. yüzyılda çok revaçtaymış. ancak 16. yüzyılda frengi hastalığının yarattığı korku hamamların tekrar azalmasına neden olmuş). 320 yılında din adamlarının hamamlara gitmesi yasaklanmış, 692 yılında yasağa uymayan din adamlarının kiliseden, haktan kişilerin cemaatten atılmaları kararlaştırılmış. düşünün, XIV louis sağlık güncesine göre, 64 yılda yalnızca bir kez yıkanmış. ama bakın, saint simon onun için şöyle demiş: "mösyö her tür parfümü kullanırdı ve bir temizlik timsaliydi." ıyk!

hamamları ile ünlü anadolu'da hamama gitmek temizlik ve dinsel inanç gereği olduğu kadar toplumsal bir faaliyet de. ben hiç gitmedim hamama. çocukluğumdan beri hamam benim için pis bir yer. herkes tarafından kullanılmış o mermerlere dokunduğumu düşünmek bile midemi ağzıma getirmeye yeter. ara sıra gidelim ve biri tarafından şöyle sıkıca yıkandıralım diye aklımızdan geçer ama o ağır kokusunu neredeyse duyar gibi olur, derin derin nefes almaya başlarım. neyse ki, italyanca bagnare (yıkanmak) fiilinden türetilen bagno, türkçe'ye banyo olarak geçti de (önce sözcük geçmemiştir. önce banyo'nun kendisi oluşturulmuş sonra sözcüğü kullanılmıştır. yoksa tersi mi? neyse.) evimizde, kendi başımıza sakince banyomuzu yapabiliyoruz.

banyonun kendisini oda olarak seven benim için yukarıda resimde gördüğünüz o çok geniş alan, antik küvet, yeşil duvar, tablolar, (belki küçük bir kitaplık), çok ama çok çekici. ama derin sudan korkum yüzünden, su dolu küvete girmeye karar vermek çok ama çok güç. duş alayım desem, her yer ıslanır, banyodan sonra da temizlik yapmak gerekir. aman allahım!!!!

:)

*kudret emiroğlu, gündelik hayatımızın tarihi, dost yayınları, s.177
bu, çok hoş bir kitap. alın lütfen. kısa kısa hoş bilgiler var. bizde banyoda duruyor bu kitap. ben banyoda (tuvalette) kitap okumam. bora da okumaz. evde sadece arçil tuvalette uzun saatler geçirip kitap okumak ister.

30 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Hımm, şu banyonun ıslanmasının önlenmesinin tek çaresi kendinizi küvetin içine kabin, perde gibi şeylerle hapsetmek.:(
Ya daaa, eski Fransız filmlerinde olduğu gibi hizmetkarlarınızın sizin yerine ortalığı temizlemesi.:)
Hangisini alırdınız?
=))

Turuncu Elma dedi ki...

Sobe! Sobe! Sobe!

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Eh, yani sendeki teşhis kudretine tebriklerimi sunarım, Periciğim!
Alttaki yazının sonundaki yay tahlilin, yukarda sana çözüm sunan ekmekcikız önerilerine bakılırsa cuk oturmuş bir çözümleme.
Akşam akşam, garip uzun cümleler kurmak da, bana hiç yaramıyor, umarım anlaşılmıştır.:)

endiseliperi dedi ki...

sevgili ekmekçikız,
benim üniversitede, çok ama çok sevdiğim, biricik tatlı kız arkadaşım yay burcundandı. yay burcu benim için torpillidir:) 11 burç bir yana, yay burcu diğer yana. yay için ne diyorsam, ufuk'u düşünerek diyorum.

ona bir meseleyi anlatmak, yüzündeki hep o "ne yani problem dediğin bu mu!?" ifadesi bile insanın içini rahatlatmaya yeterdi. birbirimizin her şeyini bilip yine de ilişkide saygıyı elden bırakmadığımız, birbirimizin kendi karakterine uygun büyümesine izin verdiğimiz, yargılayıcı olmadığımız, mesafeli görüntüsüne rağmen birbirimize müthiş şefkatli olduğumuz bir ilişkiydi. kimse birbirimizin yerini alamazdı, ikimizde diğeri için biriciktik. ve bu doğal, kendiliğinden olan bir şeydi. üniversitede beni gören onu, onu gören beni hatırlardı. o zamandan kalan bir arkadaşımla karşılaşsam hala bana ya kendi ismimle seslenir ya da ufuk'un ismiyle. şimdi o çok uzaklarda ve yıllardır konuşmuyoruz.

bazen onu çok özlüyorum, keşke burada olsaydı, diyorum. hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını bildiğim halde. ama çok dertlendiğimde, ufuk'u düşündüğümde bile, ironik yani ufuk'un bakış açısıyla bakmaya başlıyorum duruma ki bu da sorunu küçültmeye yetiyor:)

o gittikten sonra çok şey değişti, çok şey yapıp ettim. her şeyin nedenini (çok değişmiş olsam da bendeki o temel şeyi bildiği için), açıklıkla ufuk bilir. bana öyle gelir.

şimdi size haksızlık mı etmiş oldum, ufuk üzerinden senin hakkında tahminde bulunduğum için? peki, senin biraz da terazi olduğunu, ufuk'un gizlemek için çok uğraştığı hüzünlü halinin sen de daha belirgin olduğunu düşünebiliriz belki. ve daha başka şeyler...

:)

bu sabah çenem düştü. devletşah'ın sitesinden jami sieber - hidden sky'ı dinliyorum bir taraftan da. çok güzel (çello bölümünde).

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

turuncu elma, hoşgeldiniz!
ben size sevdiğim şeyleri yazmakta bile beceriksizlik gösterdiğimi söylemişken sevmediğim şeyleri nasıl yazabilirim? bu çok ama çok zor benim için. ama yine de eğer beni telaşlandırmazsanız, eğer söz verdiğimi de düşünmezseniz ilerde, belki yazarım.

teşekkür ederim. sevgiler.

Turuncu Elma dedi ki...

Peri:)

Talepkarlık, baskı, benim sevmediklerimin içinde de ilk başta geliyor. Hani benimki şöyle bir şeydi say: Düğünlerde oynayan kadınlar oturanları gözüne kestirip "Kalk allasen" derler de oturan "Ay ben bilmem" deyince "Aaa biz biliyoz da mı oynuyoz sanki bacım?" derler ya, o kadar işte. O "biliyoz da mı oynuyoz?" kısmı denilmezse ayıp olur birşeydir, ondan dedim ben de "yaz" diye. Ne söz var ortada ne telaşa mahal. Sen kafana göre yaz, ben buradayım.

Sevgiler:)

neo dedi ki...

peri,

bu banyo resmini görünce fatih özgüven'in yeni öykü kitabından bir bölüm geldi aklıma (hepsini okumadım ama ilkinden daha iyi bu sefer öyküler, çok matrak bir ajda pekkan öyküsü var mesela.) neyse, yazar kitapta paris'teki bir apartman dairesini anlatırken, ayaklı eski bir küvetten de bahsediyor ve bu küvetlerdeki su nereye gider diye soruyor. hakkaten nereye gider ordaki su, nasıl boşaltılır?

sen korkunç buldugun icin çekinerek yazıyorum ama ben hamama gittim :) hayal ettigin kadar mide bulandırıcı bir manzara yok aslında.. ve de cıkısta duydugun hafiflik, yumusaklık hissi cok acayip. lisedeyken erkenden giderdik biz arkadasımla, sabahin köründe bizden baska kimse olmaz, hamamın, ağzından sular dökülen bir aslanın bulunduğu havuzu daha yeni doluyor olurdu. havuzun sıcaklığına en fazla beş dakika dayanılır, iki tur yüzülüp dışarı çıkılırdı hemen. güzelce, defalarca sabunlanır, keselenir pancar gibi kızarmıs vaziyette soğuk gazozların bizi beklediği soğukluk kısmına çıkardık. tatlı bir yorgunluk çökerdi tabii, bazen eve dönüp bir-iki saat daha uyuduğumuz olurdu. annem çocukken anneannemle giderlermiş, o zamanlar faytonlar varmıs, dedem hamamdan sonra üşümesinler diye fayton parası da verirmiş mutlaka (böyle fayton falan yazdım, 80'lik nineler gibi ama ilgisi yok valla, eskişehir'de fayton var hala, turistik ama var)

uzattım lafı, ne guzel yazmıssın suyla muhabbetini, eline sağlık su perisi :)

ssbb dedi ki...

Hamam içki içmek için en güzel yerdir.
Yıllar önce bir geceyarısı Bursa'da Nizamiye Hamamı'nda bizi üç şişe şarabı devirmiş, sesimizi beğenirken yakalayan bir tellaktan önceki hafta bir babanın çocuğunun sünnet kutlaması için hamamı kapatıp dansözlü oturak alemi yaptığını öğrenince şöyle düşünmüştüm:
"Vay be, adam ağzının tadını biliyormuş!"

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Periciğim,
Valla ben de hamam taraflısıyım.
Nedir ki?
Su var, sabun var, içine sinmediyse yıkarsın, öyle oturursun.
Daha çok kaplıca hamamı tecrübem vardır, benim.
Yine de suyu çok sevdiğimden olsa gerek, hamama girmek eğlenceli gelir bana.

Neocuğum,
Fatih Özgüven'in kitabını ben de hafta başında bitirdim.
Demek sen bu kitabı daha çok sevdin. Aksine ben ilkinden daha çok etkilenmiştim.
O, daha fantastikti, bu ise daha gündelik, daha olur halli öyküler
diye düşündüm.

Unknown dedi ki...

Endiseli Peri, sitenizi cok begendim. Yazilariniz harikulade. Banyonuzdan da bir enstantane cekip koysaniz, hos olmaz miydi sizce?

endiseliperi dedi ki...

peki, turuncu elma. kendimi, sevmediğim şeyleri yazacak kadar alaycı ve öfkeli bulduğum bir zaman yazacağım. yeşil çay yerine kahve içtiğim, sigara içmek istiyorum, diye pis pis söylendiğim bir gün:)evet evet, sevmediğim bir durumun beni tetiklemesi gerek:)

sabrın için şimdiden teşekkür ederim.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

valla neolitik hanımcım, öyle güzel anlatmışsın ki, işte bugün, şimdi hamama gitmek istedim. bir ara bora çor çocuk gidelim, komik olur, diyordu. özellikle kışın en soğuk olduğu bir gün filan. benim pratiğim olmadığı için sadece gülerek dinliyordum bora'yı. bir de kadınlarla erkekler ayrı ayrı yerlerde banyo oluyorlar ya, bu sıkıcı bir şey. bir sürü tanımadığım insanın içine yapayalnız ve çıplak çıkmak... çok ürkünç! ama iyice banyo yapıp, soğukluk denen yere çıkmak ne güzel olur. gerçi benim soğuk içeceklerle aram yoktur pek. hele hele banyodan çıkınca sıcak bir çaydan daha iyi bir şey yoktur benim için. sonra o uyuma isteği de güzel. ben sıkıntılarla çok boğuştuğum günlerde, dezenfekte edilmiş bir odada, dezenfekte edilerek yani saç diplerinde gözden kaçan bir kir filan kalmasın diye kazıtılarak, yani o kadar steril bir şekilde uyuma hayali kurarım. sorunlar çözümleninceye kadar... bin yıl mı gerekşiyor bunun için bin yıl filan uyumak isterim o halde. oysa ben hasta bile olup yatmıyorum. bazen hastamsı oluyorum ki, bora sadece şımarmak istediğimi anlayıp, hadi şu kanepeye yat da üstünü örteyim, bitki çayı yaparım sana, der. ben de yalandan suratımı daha süzgün yaparak yatarım.

dır dır bır bır bır cır cır cır...

:)gidiyorummmm.

endiseliperi dedi ki...

sevgili bora bey,
sauna'da buzlu bir viski içme deneyimim olmuştu ama hoşuna gittiğini söyleyemeyeceğim. buhar, sıcak filan...sanki zevk alınmazmış gibi geliyor bana. valla öyle. şu çocuğunun sünneti için (çocuk sünnet olurken ailedeki o gururu, o gönenmeyi hiç anlamıyorum bu arada)hamam kapatan adam da nasıl desem, fantastik bir yer için kafa patlatan yaratıcı bir adammış derim. zevk sahibiymiş demem ben. eh, tabii ben içmedim hamamda da öyle boş boş konuşuyorum yine. (sizi kızdıracağıma ne derseniz kabul ederim daha iyi :p)

can bey'in sünnetini siz doğar doğmaz yaptırmışsınızdır değil mi, bilinçli bir ebeveyn olarak) biz eşşek kadar olduklarında yaptırdık. hiç iyi olmuyor.tören filan yapmadık tabii.

neyse ben gideyim artık. sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

ekmekçikız,
e, haklısın aslında.ama mermerlerin nedense kaygan olduğunu düşünüyorum ve kirle alakalı bir şey. gerçekçi bir yaklaşım değil benimki. yani karanlıktan da korkmam gibi tümüyle mantık dışı. ancak bir kez olsun bir hamama gitmek isterim. yuvarlak yuvarlak ışıkların kubbeden loş içeriye düştüğü, esrarlı gölgelerin dolaştığı... :)

fatih özgüven'in kitabını almadık. ben kendilerini çok severim, gazete yazılarını filan... kitabını buna dayanarak almayı istemiştim ama şimdi bora'ya sordum, evde yokmuş. eskiden varmış ama birine vermiş. ben bir süre kitap almayalım dedim bora'ya. hem yer de yok. bir sürü okunmamış kitap da var. karamazof kardeşlerin türkçe'sini alalım, duralım, dedim. o da dalgın, hı hıı dedi ama beni dinlemiş olsa bile hak verdiği anlamına gelmiyor bu.

müthiş gevezeyim bu sabah.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

ysr,
teşekkür ederim. banyomuzdan bir enstantene de eksik kalsın.

iyi günler.

elektra dedi ki...

peri peri,
anne tarafım bursa'lı ki, banyoları meşhurdur. 8 yıl eskişehirde yaşadım, ki neolitik hanım'ın bahsettiği aslan'ın ağzından gürül gürül suyun aktığı hamamı pek güzeldir. hamamdan sonra mutlaka gazoz içilir. bu işin raconudur:) eskişehir'e özgü bir gazoz markası vardı, adını diyemedim şimdi. istanbulda ise, hiç gitmedim. bursa ziyaretlerinde çıkarıyorum keyfini artık. bence dene, mutlaka seveceksin. haaa, sıcağa dayanamam, soğuk suyla yıkanırım, o da benim eşekliğimdir:) tam da senin dediğin gibi, dır dır dır cır cır cır, ben şimdi giderim:)

sevgiler...

endiseliperi dedi ki...

elektra,
çoğu kez duyarım, bursalı hanımlar çok hoştur, çok çekici bir yanları vardır. yani illa güzel olmaları gerekmez, albenili bir halleri vardır diye. belki hamam ziyaretleri yüzündendir. hamam iyi bir şeydir (ehe:)

eskişehir'in gazozunu bilmiyorum ama bursalılar uludağ gazozu içerler çamlıca yerine. gazozu bir dönem içtim. sigarayı bırakırken ki o abur cubur dönemimde ve adana'da, arçil'in keyfine eşlik ederken. pek, içmek aklımdan geçmez normalde. hamamın o sıcağından çıktığımda eğer soğuk bir şey istersem de sanırım kola içerim. onu da sevmesem de. kola'yı mantı ile çok seviyorum yalnız.

şimdi bu muhabbeti kapatayım ben artık. bugün cam siliyordum. ne kadar tehlikeli bir iş. en ufak bir yanlış, dalgınlık, beyninin parçalanmasına neden oluyor. yani hiç sözü edilmez ama ev, ev işi heyecanlı, tehlikeli işlerle dolu. yok, bugün de sağ salim bitti iş. şimdi duşa gireceğim. eee, hamam olsa daha hoş olurdu ama... (böylesine asıl konuya bağlanabildiğim için kutluyorum kendimi. saçmalık sınırı değil sadece, masum gevezelik sınırındayım:)

sevgiler.

neo dedi ki...

pericim,

pek sevindim hamam fikrine ısınmana, eskişehir'e yolunuz düşerse denemeni isterim. eskisehir'de hamamlar kadınlara ve erkeklere diye ayrılıyor. bazı hamamlar sadece kadınlara özel, bazı hamamlar da aslında erkeklere açık ama haftada bir sadece kadınlar gidebiliyor. tanımadığın insanların arasında çıplak olmak fikri ürkütücü ama biz zaten mayo ya da bikiniyle gidiyorduk, geleneksellikten uzak ama napalım, peştemali ya da havluyu da çıkarkan bikininin üstüne sarıyorduk, oluyordu. tabii etrafta hamamın hakkını vererek dolaşan kadınlar oluyor her zaman, bak esas o kısım ürpertici biraz, sabah erkenden, içerisi henüz tenhayken gitmek lazım.

elektra, bahsettiğin gazozun adı gençler, ortaokuldayken içerdik biz de, sonra hiç görmedim piyasada. internetten baktım iflas etmiş sahibi, acı bir hikaye. orada okuyan bir arkadaşım sayesinde bursa'ya sık sık giderdim üniversitedeyken, ama hamama gitmek hiç aklımıza gelmedi. merak ettim bak şimdi.

ekmekci kız, evet fatih özgüven'in bu kitabını daha cok sevdim. doğru diyosun, ilkinde fantastik öyküler vardı ama çoğu bana "ee ne bu şimdi?" duygusu vermişti ne yalan söyleyeyim.. bunun da hepsini okumadım, "incecik kitap hepsini nasıl okumadın?" dersen kitap benim değildi, misafir olduğum evde okudum, evsahibi olan arkadaşım da onu okuduğundan ödünç alamadım ama zaten alıcam kendime. severim fatih özgüven'i.


peri bak bugun benim de gevezeliğim üstümde, yorum yazıyorum da yazıyorum, az önce de kendi sayfamda pelin'e yazdım uzunca bi sey... biri beni durdursun yaw :)

neolitik the hamamcılar odası genel sekreteri :)

Unknown dedi ki...

Biz bir ara bir evde oturuyorduk, o evin ust katinda aynen boyle, aslan ayakli bir kuvetimiz vardi. Evet, hizmetciler varsa ideal bir kuvet. Icinde gul yapraklari filan, kamera arkadan bembeyaz sirtli kadini cekecek...

www.elifsavas.com/blog

Adsız dedi ki...

hamama gitmek sart oldu. ev arkadasim anlatirdi, anneannesiyle cocukken gittigi hamamlari. ama en guzeli hamamdan sonra ictikleri gazozmus. bu bir hamam kulturu demekki, benim hic haberimin olmadigi.

bir de asil su cam silme isinden bahsedecektim. okurken korktum ben ya. annem bizi dinlemez, 7. katin camlarini uzanip silerdi. simdi otuduklari evdeki pencereler oyle akrobatik hareketler gerektirmiyor sanirim. yani kirli kalsa camlar olmaz mi? cok ciddiyim, boyle kendini tehlikeye atmaya degmez.

(biraz keyif kaciran insan oldum galiba, ama camlar kirli kalabilir gercekten:)

endiseliperi dedi ki...

elif,
gerçekten de aslan ayaklı küvetle birlikte, mavi bir ışık, bembeyaz sırtlı bir kadın görüntüsü kaçınılmaz gibi görünüyor. belki nesnelerin imgelerinin gücü bir güzelliği yaratmaya yeter. nesnelere sahip olmak bu anlamda küçümsenmemeli o zaman belki.

senin bu aralar kendinle didişip, insanın basitliği üzerine düşündüğün şey, aslında güzelleşmenin bir yoludur ve mazur görülebilir bu nedenle.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

pelin,
temiz olmayıversinler diyenlerdenim den de. evin başka alanlarında kire pise o kadar tahammüllü değilsem de pencerelere karşı bir genişlik, vurdumduymazlık gösteriyordum. ta ki, artık camdan dışarıyı göremez oluncaya kadar. bir de ekmekçikız nedenleriyle birlikte yazdı; eylül göğün en parlak ışığa sahip olduğu bir ay. evden çıkmayan ve göğe bakmaktan hoşlanan biri olarak camları silmek şart olmuştu dün. sildim de o kadar becerikli değilim, iz var yine de. ama parlak ve dün gece kanepede uzanmışken bora tam karşıdaki pasparlak ayı gösterdi. ne muhteşem bir güzellik falan filandı ama aklımın bir köşesinden sağolasın domestos, cümlesi de geçmedi değil.

evet tehlikeli. ben dönme dolaba bile binmem, lunaparklardan nefret ederim, dağcılık filan çok manasız sporlardır benim için, yamaç paraşütü filan desen, gülerim sana, öyle hım hım, mıy mıy bir şeyim. ama dün bu tehlikeye bayıldım. şunu farkettim, tehlike(tıbben bunun adına stres deniyor. yani yaşamsal bir tehlike anında bütün metabolizmanın o tehlikeyi savuşturacak bir konum alıp, diğer işleyişlerin durması. evet evet stres sözcüğünün asıl anlamı bu. ve insanı yoran yaşlandıran bir şey, metabolizmanın işleyişiyle böyle oynamak.... evet tehlike, insanı "şimdi"ye, o ana odaklayan bir şey. ve bu anlamda mucizevi bir şey. hep derler ya, geçmişi boşver önemli olan şimdi diye. ulan ben bu şimdiyi hep es geçerim. yani şimdiyi yaşamam mümkün olamamıştır benim. o ana mıhlanmam. dün keşfettim, çocukların camını silerken (orası çok korunaksız) o andaydım, şimdideydim, şimdiyi yaşıyordum. teşekkürler Tanrım!

yaaaa:)

şaka yapıyorum pelin. haklısın, başlarım camından ya, artık 5 ay silmem ben hiç merak etme:)

sevgilerimle.

sad-ece dedi ki...

Canım,
yorumların hepsini okuyamadım, bahsedildi mi bilmiyorum..
Ben aromaterapi kursuna gitmiştim..
Orada, banyoda ve küvette kullanılacak uçucu yağları da öğrenmiştik..
Loş ışıklı bir banyoda, hazırlanacak hoş kokulu bir küvet, psikolojik rahatlama için birebir..
Meraklı hanımlar için de, tamamen bitkisel ve doğal, iki hanım müteşebbisin, bir apartmanın altında kurdukları atelye ile ürettikleri, şimdilerde ünlerinin her yere yayıldığıKATRE SABUNLARINI tavsiye edeyim..
Özellikle, selülit vs gibi sorunlar için, kabak lifli sabunları öneririm..
[Kullanırken biraz acıtsa bile, yumuşacık oluyorsunuz:))]
Basen bölgelerine sürterek masaj yapsınlar..O bölgedeki kan kılcal damar kan dolaşımının artmasına yardımcı olacaktır..

çenem düştü:P
sevgiyle öperim..

endiseliperi dedi ki...

sevgili ece'ciğim,
konu banyo ürünleri değildi ama bence çok hoş bir katkıda bulundun. bu sabunları ben biliyordum ama kullanmamıştım. selülit için karma bitki yağları almıştım ama kullanmaya üşendim. eskiden, süsüme püsüme çok dikkat ettiğim dönemlerde solaryuma gidiyor, selülit karşıtı haplar ve vichy'nin ürünlerini kullanıyordum. sıfır selülit olmuyordu ama hiç bir zaman ve aslında sorunun hızlı tempolu bir yürüyüş ile çözümleneceğini düşünüyorum. yürüdüğüm zamanlarda bol da su içiyorum ve selülit çok azalıyor.

benim için selülitin olması değil, selülitin sağlıksızlığın işareti olması önemli. sağlıksız olduğunu bildiğim şeylerden hoşlanmıyorum. mesela sert, yağlı ezine peynirlerine bayılırdım. doktor, kalbe zarar yağlar içerdiğini söylediği andan itibaren bir parça olsun yemedim.

bedenim şimdi bana yürümemi, jimnastik yapmamı söylüyor ve ben ihmal ediyorum ya inanılmaz suçlu hissediyorum kendimi.

şimdi bizim bu kadıköy çarşısı'ndan bir sürü organik ürün satıcıları açıldı. oraya gidip alınabilir bu sabunlar, otlar vs. istanbul'a geldiğinde kalabalık olmayan bir gün kadıköy çarşısı'nı dolaşmanı öneririm.gerçekten mutluluk verici bir dokusu var. bazen o çarşı'nın ortasında bir evde yaşamak istiyorum. yaşlanmış da olayım, üst kat cumbadan örgümü örereken gelene gidene bakayım:)

sevgiler.

gülçin dedi ki...

sevgili peri, sabun deyince, edirne'de selimiye camiinin altındaki arastada halen osmanlı tarzında meyvalı sabun yapıyorlar biliyor musun? şekil şekil, envai çeşitte sabun. görünce çıldırmıştım. banyo tuzları, köpükler vs. bana ait olmayan bir dünyanın kozmetikleri gibi geliyor bana, küvetim bile yok ki. ama bu sabunlar, bir sepetin içinde banyoda, bir dilim karpuz, elma, kara üzüm, yeşil üzüm, incir, mandalina formunda bana neşe veriyorlar.

endiseliperi dedi ki...

gülçin, bilmez miyim! bora demişti ki çocukları çevre şehirlere götürelim, biraz da tanıtıcı yazı filan okuyalım, coğrafyaları gelişsin.

belki bir gün durup dururken edirne'ye gider bahsettiğin yerden meyve sabunları alırız. onları koyacak tabak için ikea'ya da gitmek gerekir sonra. gideriz. onları banyoya koyarız (gerçi makina üstüne süslü, kokulu sabun konulmasından hoşlanmam ama, bunları koyarız. ve bu görüntünün hatırlaması mutluluk veren bir anısı olur.

bütün bu mutluluğu başlatan kim olur peki? elbette sen! teşekkür ederim:)

sevgiler.

gülçin dedi ki...

ah peri, ben edirne'yi çok sevmiştim. eğer giderseniz mutlaka meriç kıyısında gezin, bülbül ormanında (osmanlı şehzadelerinin av alanıymış eskiden) dolaşın, Selimiye Camiinin karşısıdnaki çarşıda yaprak ciğer tadın ve Keçecizade'den bademli un kurabiyesi alın. Arastada meyva sabunları dışında aynalı-bebekli süpürgeler de var. hmm, galiba benim seyahatim geldi.

sevgiler

endiseliperi dedi ki...

gülçin,
eğer arabayı yerinden çıkartmaya karar verirsek, edirne'ye de gideriz(!) bizim sokakta park yeri savaşı başladı. bir işyeri, küçük sokağımızın park yapılabilecek bütün noktalarına, kendi arabaları için, kilitli filan demir sopalar monte etti. biz de yerimizden kıpırdamamaya karar verdik pisliğine. olmadı imza toplayıp karakola haber vereceğiz. durum o kadar ciddi:) çocukları arabayla bırakmıyoruz birkaç gündür. taksiyle gidip geliyorlar. uzak yerlere seferleri de iptal ettik. park yerimiz için sonuna kadar savaşmaya hazırız. bütün sokak olarak, pencerelere karşı daha hassas bir ilgi gösteriyoruz. minibüs çekilmiş mi? karşı komşunun arabası nerede park ediliyor, hepsini titizlikle gözlemliyoruz.

durum bu merkezde. en kısa sürede her şeyin yoluna girmesini ve edirne seyehatini gerçekleştirmemizi dört gözle bekliyorum:)

sevgiler.

sad-ece dedi ki...

Yakın zamanda Edirne ye Selimiye Camiini ziyarete gittik ama, Gülçin hanımın yazdıklarından sonra, rehberime kızdım doğrusu:)

Bunları not alıp, bir daha ki sefere, mutlaka uğramak lazım..

sevgiler Gülçin hanım..

Unknown dedi ki...

merhaba, resimdeki banyonun gündelik hayatta pek kullanışlı olacağını zannetmiyorum, hele ki duştan sonra ama yine de yeşil olması ve estetik görüntüsü açısından hoş bir banyo, tam bir oda formunda.
yazınıza gelince, okuduğunuz kitaba bir gözatmayı düşünüyorum elime geçen ilk fırsatta.
parfümün de ne amaçla bulunduğu belli oldu böylece :-)