evet, ayder'i yazacağım elbette ve daha sonrasını da. ama sıkılıyorum çok. hayat bazen bayatlamış görünür ya. sabah gözünüzü açar, gözlüğünüzü takar, camdan bakar ve işte hep aynı, hep aynı, hep aynı, dersiniz. demezsiniz. bunu hissettiğinizin bile ayırdında olmazsınız. sonra, sözcüklerle düşünmeye kalktığınızda durumu adlandırırsınız. genelde de hep biraz yanlış olur bu. niyetlendiğin değildir yazdığın. hep farklıdır.
size şu" aniboom"dan bahsedecektim oysa. ama bakın, "sabah yürüyüşe gitmedim" diye yazıyır parmaklarım bunun yerine. gözüm uyumaktan ağrıyıncaya kadar uyumak istedim ama 9.00 muydu neydi kalktım. radikal okudum. beğenmedim gazeteyi. hürriyetvari başlıklar atmaya başladılar. emin çölaşan'ı da alsalar tam olacak. ama o hikaye ne oldu onu da bilmiyorum. merak da etmiyorum. siyasileşen hiç bir merakım yok benim aslında. bir cemaat adamı da değilim. kesinlikle. toplumsal olan her şeyde arama bir bilinç, bir sağduyu, bir ambalaj, bir bizlik hali, bir öksürüp boğaz temizleme görüntüsü giriyor ki, içtenlikle ama içtenlikle hissettiğim şeyler değil bunlar. küresel ısınma, sera gazlarının salınımını durdurulması gibi hikayeler ilgilendiriyor beni ama bu da doğayı, insanların az olduğu o yerleri sevdiğim için. cortazar bir hikayesinde -luca adında biri idi sanırım kitap- tavukların çiğ dolaştığı yerler mi, dedirtiyordu bir kahramanına. kırları sevmezdim o zamanlar ve kahkahayı basmıştım bu ironiye. 28 yaşındaydım o hikayeyi okurken. avukatlıktan reklamcılığa yeni geçmiştim ve içimde sürekli bir şey fokurduyordu. pişmekte olan şey beni deliler gibi heyecanlandırıyordu. saçımı upuzun salıyor ve elimle arkaya atarken kendimi acayip güzel buluyordum.
sabah daha önce hiç okumadığım picus dergisinin eski bir sayısını okudum. tchibo'dan bir radyo aldık, onu yatak odasına koyduk. sanat müziği ama emel sayınlı, gülden karaböcekli sanat müziğinin "icra" edildiği bir frekansta -92,1 sanırım- tutuyorum genelde. açık radyo'ya getirdim ama ne zayıf o da. latin müziği sundular. ben sevmem latin müziğini. tangoyu hiç sevmem, çok bayar beni o tumturaklı aşk iddiası filan. neyse. durdu ama orada. t.s. eliot için hamdi koç'un bir yazısı vardı dergide. çok güzel bir yazıydı. ben severim hamdi koç'u. ama bora ucuz bulur. bir insanın çok daha iyisini yapmak için donanımı varken ucuz, piyasa işi yapmasını affetmez. ama kitapları var elbette bizde. bora'nın eski arkadaşı. küfrederek ve zaman zaman da çok gülerek okumuştu bora. ben eğer bora'nın bu müdahalesi olmasa, alın, okuyun çok ama çok eğleneceğinize garanti veririm, derim. melekler erkek olur çok keyifli. diğerinin ismi aklıma gelmiyor. çiçekle ilgili. o da çok güzel bir aşk hikayesi bence. çok güzel.
öğleden sonra kubrick'in eyes wide shut filmini izledim tekrar. yarısında durdum. gittim pizza hamuru yoğurdum. 10 kaşık una, 3 yenek kaşığı yoğurt, 1 çay bardağı sıvı yağ, 1 yumurta, azıcık tuz, 1 çay kaşığı da karbonat koydum. güzelce yoğurdum. o beklerken domates rendeledim, bi diş sarımsak ezip, biraz tuz ve kekikle domatese ekledim. kaşar rendeledim. hamuru borcama yayıp, çatalla deldim. ısınmış fırında biraz pembeleştirdim. çıkarıp sosu döktüm üstüne. pastırmaları yaydım, sonra kaşar. çay da demledim. biraz hamuru az pişmişti bence ama bora iyi olmuş dedi. aramız şeker renk, hafif küskün olduğumuzda, işte o feci tartışma öncesi, çok kibar oluruz birbirimize. nezaket bir gaz sızıntısı gibi dolaşır aramızda, ta ki o kıvılcımı bulup patlayıncaya kadar.
nefes alamıyorum... bir kaç gündür de birer ikişer nefeslik sigara içme denemelerim oldu. içemedim, öksürüyorum. sonra kahve filan içiyorum çok. zararlı şeylere bir eğilim var içimde. hatta kendimi çok küfürbaz hissediyorum. yok, etmiyorum şimdilik ama öfkenin doğurduğu bir küfürbazlığa yakın buluyorum kendimi.
gelip pizza, çay eşliğinde filmin 2. yarısını izledim. filmi sevip sevemediğime bir türlü karar veremiyorum. müziklerini seviyorum. nicole kidman'a bayılıyorum. aa ne güzel vücudu var diyorum her seferinde. tom cruise filmin sonunda her seferinde, bir düş asla tam olarak düş değildir, diyor. aklım karışıyor. yani bir evlilik filmi yapmak isterken neden bir ihanet filmi anlatmış. evlilik, ihanet kavramı olmadan açıklanamz bir şey mi ki? yok yok, konuşmak istemiyorum bu konuyu. burç meselesi kadar yaygın ve popüler bir konu bu da.
çok uzattım. diyeceğim şu: aniboom adında, nefis animasyonların toplandığı bir site var. öğle tatilinden ofise döndüğünüzde her gün bir tane izleseniz, gün hep aynı geçmemiş olur. hoş olur.
11 yorum:
dilerim bu ruh halin en kisa zamanda gecsin. oluyor bazen hepimize. bazen sebepli, bazen de sebepsiz. dilerim senin ki sebepsizdir. sebepli ise de dilerim cozume kavusur. kal saglicakla...
bu arada, pizza tarifi icin tesekkurler. hemen bir kenara not ettim. tarifin yemek kasigi ve bardak hesabiyla verilmesi de ayri bir guzellik.
müzi, geçer geçer. geçer de ben keyfini çıkarıyorum işte böyle.
ben ezbere dedim onları ama kaynak, fırın yemekleri kitabından, dur yazarına gidip bakayım... leman cılızoğlu eryılmaz. ben ilk kekimi 4 yıl filan önce bu kitaba bakarak yapmıştım. öncesinde hiç bilmiyordum hamur işlerini. şimdi bir sürü keki kendim uyduracak kadar geliştirdim:p
hımm benim sıkıntılarım sebebli olmaz genellikle. hiç bir sıkıntıyı öyle adlı adınca yaşayıp sahiplenecek kadar tevazu sahibi değilim:) çok kibirliyim o konuda. sıkıntılarım sebebsizdir bu yüzden:)
teşekkür ederim müzi. bak geçiyor bile sıkıntım. bana bakmayın siz.
sevgiler.
Peri çoook tatlısın çoook :) Sıkıntından bahsederken bile gülümsetiyorsun beni, nasıl bilmiyorum...ve "gaz sızıntısı gibi ortalıkta solaşan nezaket"...nerden buluyorsun bu lafları bilmem ki... beş bininci baskıyı yapıyorum bak şimdi: senin yazdığın bi kitabı/kitapları okumak isterdim, hem de çoook :))
Bi de...seni küfrederken düşünemedim ben :) Hatta Toprak'ı uyandırma ihtimalim olmasa bu fikir bei kikirdetebilirdi sanırım. Hiç hayal edemiyorum cidden :D
peri peri,
hayat rutine girince sıkıcı gibi geliyor , ama rutin bozulduğunda anlıyor insan o rutinin kıymetini. hayatım karışıverince bazen, kaçmak geliyor beni sıkan o tekdüze günlere.
hamdi koç'u severim. severim derken, işte yazardır, türktür ve okumak iyidir, ne okursan oku, kayıp değildir. çiçeklerin tanrısı idi sanırım o kitap. röportajlarını da okumuşluğum vardır, hatta birini unutmuyorum böyle sımsıkı bir boğazlı yaka siyah üstle - diyemedim şimdi nedir o? bluz? kazak?, üst işte- çok artist artist bakıyordu objektife. bir o resmi görünce, bu gıcık bir adam dedim içimden, okumasam mı ne? ama sonra imaj devri gerçekleri geldi aklıma, acıyıverdim ve affettim:)
bu kavga öncesi incelikler dönemi çoook tanıdık geldi bir de.:) hakan da bu aralar pek kibar, bir gaz sızıntısından ben de endişeliyim:)
"tumturaklı aşk iddiası" Ne doğru tanım.
Ama müzikleri beni çok cezbeder. Nedense dikkatle yapılması, adımların sayılması gereken şu dansın sonunda deli gibi sevişilir geliyor bana. Tüm o gösterişi, debdebeyi bırakıp alabildiğine sevişilir sanki.(Ya da bu bir Carlos Saura aldatmacası:) Tango ateşler dedikleri bu olsa gerek. Ulan yeter dedirtiyor adama, dikkat et, et nereye kadar. Aşk öyle bir şeydir çünkü, içine düşülen bir şeydir ya. Gösterişten uzak.
(Ben de sigaraya sarılmamak için zor tutuyorum kendimi. Ulan bırakalı 5 yıl oldu unutmaz mı insan? Severek ayrılmak böyle şeymiş demek.)
elif,
çok sinirlenince ettiğim iki küfür var. ısrar edersen onların da neler olduğunu yazarım, ki aramızda gizli saklı hiç bir şey kalmasın:)
elif, açıkçası kitap yazmayı iplemiyorum. kime çarpsan bir kitap yazmış oluyor zaten. para kazandıracak olsa düşünürüm. ama para bile kazandırmıyor:p
teşekkür ederim. burada yazıyorum, sen okuyorsun ve hoşuna gidiyor. bu yeter. birazcık daha fazlasını bile istemiyorum. gerçekten.
toprak'ı benim için şöyle bir koklar mısın, lütfen? teşekkür ederim. sevgiler.
elektra, çok haklısın. rutin'in kıymetini biliyorum. bazen işte kapalı bir odada kalmışım gibi kapı, pencere açmak istiyorum ki bu sağlık belirtisidir:)
o fotoğrafı hatırlıyorum. ne düşündüğünü biliyorum. haklısın ve sonuna kadar katılıyorum. yazar olarak adamım değil ama vapura binip karşıya geçerken okunacak hoş bir kitap. ben çok güldüm. çok hınzır. ama sen bence acıma. ben acımıyorum. (bu acımamış halimse:p)
evet evet çiçeklerin tanrısı idi adı. çok güzel bir aşk kitabıydı bence.
hah haaa, gaz sızıntısı için önerim, onunla tartışıyor gibi tüm diyeceklerini kafanda de, bitir. tartışma başladığında, yani senin daha önce provasını yaptığın şey gerçekleşirken (farklı olarak ne söyleyebilir ki aslında, hep aynı sorunlar, hep aynı sözcükler:)daha az sinirlenmiş olacaksın ki, sesini bile çıkarmaya üşeneceksin. tartışmada sessiz kalabilmenin faydaları ise çoktur. ben henüz yapamıyorum. yapacağım. şimdi maskeleri takalım:))
sevgiler.
aslı, bence sevişmiyorlardır danstan sonra. gerçi ezberlenmiş bir imge olduğu için beeelki. hani yağmur yağıyorsa çay içmek isteriz ya, tango yapmışsak sevişmeliyiz filan gibi bir şey olabilir.
ben de gösterişle sunulan her şeye şüpheyle yaklaşırım. bir şey hakkında çok konuşuyorsa, tango filan ediyorsa...:)) biz de çok acımasız olduk. öyle olmayabilir de elbette. ama tangodaki o sert ve haşin hareketler, o korkunç bakışlar, şiddetli baş çevirmeler filan... komik ya. valla, seksi sezdirmek istiyor elbette ama ben gülüyorum.
aa ne diyeceğim bak. çalıştığım ajansta bir sekreter kız vardı. çok severdik birbirimizi. neden sonra, aslında bir tango hocası da olduğunu söylemişti. (söylemekte bu kadar geciktiği için de sevmiştim onu). sekreterliği ek iş olarak yapıyormuş. çok şeker bir kızdı. geçen gün tv de gördüm. kardeşiyle birlikte tango öğretmeni olarak kısa bir söyleşi yaptılar onlarla. aa o bana kardeşimle tango öğretiyoruz deyince çok şaşırmıştım. ama çok tuhaf değil mi kardeşinle tango yapmak filan diye sormuştum. çok güzel gülmüş, değil, demişti.
aslında karşıda değil de burada olsalar belki spor niyetine giderdik kursa. ben aslında tango için uygunmuşum çok fazla dik yürüdüğüm için.
yok yok:)) şu kıytırık tango sohbetinde bile nereden nereye savrulduğumu görüyorsun, aslı. yani bir zihin bu kadar mı esnek olur, yarabbim:) tam tangoluk, zıp zıp zihinsel sıçramalar yapıyorum.
pes! diyorum kendime.
son yazını okudum. çok güzel. ama yorum bırakamadım. bazen ne yazsam çiğ geliyor. halanı benim için de öp.
Senin canın çok sıkkın, na yapsam da neşelendirsem seni.
Yok ama bilirim, şu anda senin ilacın sadece sensin.
Ben bu sabaha çok öfkeli başlamıştım. Bir kızı ağlattım. Sonra düzeldim. Ama ağlamak onun fikriydi. Ben sadece gerçekleri söyledim.
Birazdan ararım.
Yorum Gönder