Pazartesi, Aralık 3

doktor dee'nin evi

londra, parapsikoloji, ökültizm, falcılık, kahinlik denilince aklınıza ne gelir? peter ackroyd'un kitaplarını okuyunca aklınıza ondan başkasının gelmesine pek imkan yok. eğer benim gibi, dünyanın temel fiziksel prensipler dışında anlatılmasından oyun zevki alıyor, geçmişi, geleceğe dedektif romanlarını aratmayacak kadar gizemli, heyecan dolu paranormal olaylarla bağlayan hikayelerden hoşlanıyorsanız peter ackroyd'un son okuduğum kitabı doktor dee'nin evi tam size göre.

matthew palmer, londra clerkenwell'de babasından miras kalan tuhaf evi araştırırken, evin, 16. yüzyılda yaşamış, bilim adamı, simyacı, kahin doktor john dee'ye ait olduğunu öğreniyor. john dee'nin kara büyü ile ilgilenmesi hatta günümüzdeki klonlamaya benzer bir deney ile kendisinin sonsuza kadar yaşamasını sağlayacak tüpte insan oluşturma çalıştırmalarını gerçekleştirmesi, ilginç olayların nedeni gibi görünüyor. 16. yüzyılın olayları ile matthew'nün hayatı kitabın her bölümünde ilginç bir şekilde kesişiyor.

kitap bir polisiye roman kadar heyecanlı; eski londra görüntüleri, alışkanlıkları, yemekleri, kara büyü, düşmanlar, tuhaf dostlar, sır dolu aile ilişkileri ile çok sürükleyici. zihni bulanık, ne yaptığının farkında değilmiş gibi şuursuzca hareket eden matthew ile cin gibi john dee karakterleri hoş.

kitaba başladığımda, bora da tesadüfen dost kitabevi'nin görsel gezi rehberini inceliyordu (aralık ayında londra'ya gitmeyi planlıyorduk ama, olmadı, belki bahara). kitapta geçen yerleri, gezi rehberi'nin haritasında birebir görmek çok hoş oldu. canınız isterse, kitabı bir londra haritasıyla birlikte de okuyabilirsiniz.

aşağıda, bülent'in sitesinde keşfettiğim dünyanın en güzel kütüphaneleri görselleri ile birlikte, kitabın kütüphane bölümünden alıntılar var. tekrar okuyunca alıntılar, sıkıcı bir kitaptan olduğu duygusu verse de buna kanmayın, hoş, eğlencelik bir kitap. iyi okumalar.

"... benim ve felsefi çalışmalarım hakkında uydurulan o budalaca, iffetsizce, düşkünce ve hakikatle hiç alakası olmayan masallar aklıma geldiğinde, burada, tüm çağların önünde sessiz sedasız uzandığı kütüphanemde, aptal aptal konuşan dillerden uzakta huzur buluyorum. burası benim quetus est’im, (dedikleri gibi) özgürlüğe gidiş pasaportum. hürriyet, geçmişin hafızasından ve geçmiş hakkında derin düşünmekten başka nerede bulunur ki?"

s.73

"... hakiki kitaplar, çağların mirası olanı idrakin gücüyle doludur: zaman içinde elinize bir kitap alırsınız, ama onu ebediyetin içinde okursunuz. şu metne, üstad mattehew tarafından yunanca’dan mükemmel tercüme edilmiş ars notoria’ya bir bakın – her kelimenin nasıl tözün esasına ve her cümlenin nasıl onun biçimine işaret ettiğine dikkat edin. nasıl bir bilgidir ki bu, (dünyanın daha sonraki ve çok ileri bir çağında bile) her satır, nenlerin gizli ve meçhul biçimlerinin mahreçlariyle nasıl sıkıca örüldüğünü açığa çıkarabiliyor!"

s.75


"... işte ben tüm bu bilgeliğin kaynağını buldum. ben susuzluğumu hakiki kaynağından içerek gideriyorum, çünkü adamızın mirasıyla çevrelenmiş durumdayım. tıpkı paracelsus’un duvarımda asılı posterini zihnimde yoğunlaştırıp bakışlarını bu tarafa çevirenler için parlak bir ışık olarak görünmesini sağlamak için suretini bu sayfalara yollayabileceğim gibi, etrafımdaki kitapların özlerini damıtıp dünyaya salabilirim. bu ciltler sadece benim için değil de daha pek çok gelecek nesil için sürekli ve sessiz varlıklarını koruyacaklar evlerde yaşayan ve eski duvarları ve dahi ahşap merdivenleri mesken tutan ruhların bulunduğu, avam tarafından konuşulan ve inanılan bir şeydir; mamafih, bu kütüphanede bir ruh varsa bile, bu geçmiş çağların ruhudur.




beni geçmişte yaşamakla suçlayıp alaya alanlar var, ama çok yanılıyorlar; parlak ve sabit yıldızların yardımıyla rotasını çizen yön bulucu gibi, geçmiş çağları anlayan biri şimdiye hükmeder. güneşe tutulduğunda rengarenk olan ama gölgede hiç renk göstermeyen yanar döner ipek gibi, şimdiki gün de ancak doğru şekilde bakmayı bilenlere görünür olan çok eski zamanların tüm renklerini ve dahi gölgelerini içinde barındırır.



işte burada, dünyanın hallerinden ve dahi halkından elimi eteğimi çekmiş, kütüphanemin ortasındaki büyük masada oturuyorum; kitaplarımlayken tüm budalalıklardan ve taarruzlardan korunuyorum ve böylece hakiki benliğime göre yaşıyorum. huzurluyum."

s.76


Doktor Dee’nin Evi
Peter Ackroyd
YKY
Çeviren Özcan Kabakçıoğlu


12 yorum:

ozlem dedi ki...

büyülendim! o kütüphanelerin havasını solumak bile yeter.. ah nerde o günler..

endiseliperi dedi ki...

ben de büyülenmiştim cahilperi. başka bir ömrümde dünya kütüphane gezisine çıkmayı diledim. hatta tüm zamanların kütüphane gezisine.
belki istanbul kütüphaneleri gezisi düzenlenebilir. sessiz bir grup olarak, hayalet gibi dalardık kütüphanelere:)ben ankara'dayken, atatürk kütüphanesi vardı, araştırmalarımızı orada yapardık. çok da gitmedik işin doğrusu. ama çok hoşuma giderdi. sessiz, sıcak, zaman yokmuş gibiydi orada. hala, gitsem, kendimi, diderot okurken görebilirmişim gibi geliyor. belki ufuk'la dışarı çıkıp sigara tüttürürken yakardık beni, ne güzel olurdu.

sevgiler.

gülçin dedi ki...

o ne görkem peri ya! İstanbul'da böyle bina bulmak olasılığı biraz zayıf gibi, malum matbaanın geç gelişini hala telafi edememiş bir milletin efradıyız. ama gidelim bir bakalım gene de :)) çok güzel bir yazı olmuş, bakarken burnuma toz kaçsa da :))

sevgiler

Adsız dedi ki...

Peri Merhaba. Kutuphane resimleri ne guzel. Verdigin baglantiya baktim -- Her resimde o koca kutuphanelerde oldugumu onde sessizlik, arka planda da miriltilar (bazen ugultular - ama soyle ulvi ugultu, kilise ya da konser salonlarinda gibi...)... Yillarin birikimi ile karsi karsiya olmanin insanin agzinda biraktigi tad.. Aklimdan bir suru sey gelip gecti..
Sonra da niye modern kutuphaneleri es gecmisler diye dusundum, gorup de cok hoslandigim bir iki kutuphanenin fotosunu bulayim diye bakinirken su yaziyi buldum:

http://curiousexpeditions.org/2007/09/a_librophiliacs_love_letter_1.html

Senin gordugun resimlere ek bir kac resim daha var.

Haftaya ne guzel bir baslangic oldu! Size de neseli bir hafta diliyorum.

itir.

laedrim dedi ki...

Hmmmm...kütüphaneler: sıcak ve baştan çıkarıcı...
7 yıl boyunca okulumun kütüphanesinden içeri okumam gereken kitapları okuma kararlılığıyla girdim,kendimi bambaşka kitapları okurken, karıştırırken, sözlükler içinde yitmişken buldum.

Okunmamış, yeni kitapların kokusu çok özeldir.Kütüphanelerin, kütüphanedeki kitapların kokusu daha farklıdır yeni kitaplardan. Farklı ama yine çok güzel. Yıllar kokar sanki o raflarda dizili duran kitaplar. Bazen 50 yıldan beri kimsenin el uzatmadığı kitaplara rastlardım. Bazen kimlerin o elimdeki kitapta neler bulduğunu düşlerdim.

Fener'deki Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Soğukçeşme Sokak'taki İstanbul Kitaplığı: kütüphane 'safari'si için öneri:)
Anlat(a)mayacağım bu iki kütüphaneyi...

Sevgiler...

Elif Derviş dedi ki...

Peri, hem senin hem de ıtır'ın verdiği linkler muhteşem!! Neden Türkiye'de bu kadar çok ve olağanüstü kütüphane yok sanki...offff büyün gece bu kütüphaneleri hayal edicem galiba, çok etkilendim cidden.

Margot dedi ki...

Sevgili Peri,

Blog komşularımın kitap seçimlerini hep hafızamın bir köşesinde saklıyorum. Aldıklarımda, alayım dediklerimde hep sizin tavsiyelerinizin izi oluyor. Peter Ackroyd hiç okumadım, ama artık bir yerde duysam ya da kitabını görsem aklıma sen geleceksin.

Ben eve doğru yola çıkarken, yeni bir kitaba daldığın güzel bir akşam diliyorum sana :)

Ozge dedi ki...

beni bu kütüphanelerin birinde birakin ve unutun lutfen :))
kendi evime kocaman boydan boya istiyorum ben. Oyle büfe filan degil, salonun en guzel duvarina, hic yerinden kalkmamacasina buyuk ve kitapla dolu olacak...Hayallerimden biridir bu da. Onca sene kitaplarini kolilerde saklamiş bir kitap delisi olarak :)
Not: Atakuş'un doğumgünü yazısını sildiniz mi?

endiseliperi dedi ki...

kütüphanelere kedi ne kadar yakışır. kütüphane kontenjanında kediler de bulunsa ne hoş olur. eski kitapların bulunduğu karanlık koridorlarda gözleri parlayan simsiyah kediler, tombul, tüylü, uykucu tekirler, zarafetle bir raftan diğerine atlayan siyamlar,kütüphane memurunun masasında sizi küçümsercesine bakan iran kedileri... galiba sahaflarda hep kedi olur diye geldi aklıma:)

ıtır, bir kitap okumuştum geçmiş zamanda, matematik'in tarihini anlatan bir roman. ama o zaman blog filan olmadığı için kaydetmiyordum okuduklarımı ve bak ismini de yazarını da unutmuşum. evet, orada, müthiş güzel, modern bir kütüphaneyi anlatıyordu, gün ışığına göre pencere eğimleri filan değişiyordu. ama unuttum şimdi tümden.

gülçin, aynen benim de burnuma toz kaçtı sanki de hapşırmak istedim:)

meral, sordum bora'ya biliyormuş senin söylediğin kütüphaneleri. o beni beyazıt kütüphanesine götürecek bir gün. hep anlatır, çok sever orayı.

elif, senin kabuslarını okudum az önce:) ben de çok kabus görürdüm çocukken. hatta dün gece de gördüm. anlatmaya kalksam, anlatamam o dehşeti. neyse bugün de sabah oldu çok şükür.

margot, chatterton ile başlayabilirsin bence peter ackroyd okumaya, bence seversin.

özge, taşınırken biraz zor oluyor o yerden kalkmamacasına kurulmuş kütüphaneler. ama kütüphaneyi ben de öyle ağır seviyorum. yoo hayır, 6 ekim 2007, cumartesi tarihli günlüğe bakarsan göreceksin atakuş'un doğumgünü yazısını. hiç siler miyim!


sevgiler herkese.

Circirbocegi dedi ki...

Kitabın siparişini bugün verdim. Okumak için sabırsızlanıyorum.
Kitaplarımla aramda olan biteni en güzel anlatabilecek cümleyi senin alıntında uldum: "kitaplarımlayken tüm budalalıklardan ve taarruzlardan korunuyorum ve böylece hakiki benliğime göre yaşıyorum. huzurluyum."

Teşekkürler

Adsız dedi ki...

kutuphane deyince aklima bir de win wenders'in "wings of desire" filmi gelmisti. bir daha seyretmeli..

itir.

melda dedi ki...

Doktor Dee'nin Evi kitabına yeni başladım. Şöyle biraz bilgi edineyim hakkında derken sizin blogunuza ulaştım. Aslında bahsettiğiniz türden kitaplar çok hoşuma gitmez ama değişiklik olsun ve farklı yazarları ve türleri de okuyayım dedim.Paylaşımınız için teşekkürler. Kütüphaneler veya kitaplıklar hakkında yazdıklarınıza gelince, evimin en değer verdiğim köşesi diyebilirim kitaplığım için. Kütüphanelerin o kitap kokan ve sessiz hali hep hoşuma gitmiştir. Ben Eskişehir'de okudum ve yıllar önce üniversitemizin içindeki kütüphaneyi İstanbul'daki hiçbir kütüphanede görmedim. Ne aradığınız kitabı bulma açısından (kolaylık ve formaliteden bahsediyorum) ne de kütüphanenin ortamı bakımından. Kütüphane böyle olur dedirtiyor yani. Bir de bazı Avrupa ya da Amerikan filmlerinde gördüğüm; gece açık olan, çook yüksek tavanlı,kitap dolu ve masaları lambalı kütüphanelere bayılmışımdır.