Çarşamba, Aralık 26

şeytan kumaşı-çizgilerin ve çizgili kumaşın tarihçesi

eğer alışveriş yaparken siz de benim gibi gözünüzü çizgili giysilerden alamıyorsanız, bir kere daha düşünmekte fayda var. michel pastoureau, çizgili kumaş hakkında derinlemesine bir araştırma yapmış ve çizginin bir tür şeytan icadı olduğu yolunda tarihsel ve imbilimsel gerçekleri bir bir ortaya koymuş:) çizgili giyinmenin bir tür cesaret sınavı, farklı olmanın işareti olduğunu anlatmış. aşağıda, kitabın en şenlikli yerlerinden alıntı var. ancak, burdaki özeti okumakla yetinmeyip, bulabilirseniz (bora bir sahafta bulmuş çünkü, beğenirim diye almış), alın kitabı bence. atın çantanıza, dursun; bankada beklerken, servisle işe gidip gelirken okunup bitiverecek kadar kısa. hapishane giysisinden, yatak çarşaflarına varıncaya kadar her tür çizginin tarihini öğrenmekle kalmayıp, benim gibi, ah acaba puantiyenin tarihçesi ne zaman yazılacak, diye heyecan da yapabilirsiniz:)

(…) Çizgi sorunu, herhangi bir toplumdaki sosyal ve görsel unsurlar arasındaki ilişkiler konusunda bir sorgulamaya sevk ediyor insanı. Neden batıda uzun yıllar boyunca sosyal sınıfların büyük bir kısmı kendilerini ayrıcalıklı bir biçimde görsel kodlarla ifade ettiler? Görme olgusu, işitmeden ya da dokunmadan daha mı etkili? “görmek” sınıflandırmak mıdır?

(…) Çizgi beklemez, hareketsiz kalamaz. Sürekli bir hareketlilik içindedir. Çizgi, dokunduğu her şeye hayat verir, arkasında rüzgar varmış gibi durmadan ilerler. Ortaçağ’da, insanların geleceğini altüst eden yazgı sık sık çizgili elbise giyerdi. Bugün teneffüse çıkmış bir koridorda üzerinde çizgili giysiler olan öğrenciler diğer öğrencilere göre daha hızlı koşuyor (adidas, tüm dünyada satılan giyecek ve ayakkabılarında bulunan birbirine pararlel üç şeritli amblemi seçmekle yanılmadığını gösterdi. Bu üç şerit aynı zamanda sürat ve sportif performansı simgeliyor.)

S:14
(…) Ortaçağ sonlarında Güney Avrupa şehirlerinde giderek yaygınlaşan giyim kararnamelerinde fahişelerin, soytarıların ve hokkabazların ya tamamen çizgili bir elbise giymeleri ya da üzerlerinde çizgili bir giysinin bulunması gerektiği belirtilmişti: fahişeler için eşarp, etek veya omuz kordonları; cellatlar için çizme veya şapka; hokkabazlar ve soytarılar için hırka veya bone. Her tarafta bu insanların farklılığı görsel bir işaretle belirtilmişti. Böylece o mesleği icra edenler onurlu vatandaşlardan ayırt edilebileceklerdi. Birçok ülkedeki, özellikle Almanya’daki şehirlerde cüzamlılar, sakatlar, “bohem yaşayanlar”, bazen sapkınlar ve nadiren de Yahudiler ve Hıristiyan olmayanlarla ilgili benzer kayıtlar mevcuttu.

S: 23

(…) Çizgili (Ortaçağ Latincesinde “virgulatus, lineatus, fasciatus, vb.) ve farklı (varius) bu bağlamda bazen eşanlamlı olmuşlardır. Ve bu eşanlamlılık çizginin aşağılayıcı yönünü betimliyor genelde. Ortaçağ kültürü için farklı demek, erdemsiz demekti, kirli demekti, saldırgan demekti, ahlaksızlık veya aldatma demekti. Farklı olarak nitelendirilen bir insan kurnaz veya yalancı demekti, acımasız demekti, hasta demekti, akıl ya da amansız bir deri hastalığına yakalanmış demekti.

S:35

(…) Çağdaş hassasiyet anlayışı ile –ki farklılığı gençlik, neşe, hoşgörü, ve ince mizah unsurları çerçevesinde pozitif bir değer kabul eden Ortaçağ hassasiyet anlayışı arasında uçurumlar var. İyi bir Hıristiyan, namuslu bir insan, farklı olamazdı, olmamalıydı. Çünkü farklılık günah ve cehennemi çağrıştırıyordu.

S:36

(…) Modern çağla birlikte çizgide sürekli olarak yeni bir düzene geçildi. Çizgi, eski özelliklerinin hiçbirini kaybetmeden yeni şekiller ve anlamlar kazandı.

S:49

(…) Düşey çizgi modasının yeni bir çıkış yapması için yüzyılın sonunu beklemek gerekti. Özellikle de 1500’lü yılların dönüm noktasını. Zaman değişiyor ve bu “modern” çizgiler, kendilerinden öncekilerin üzerine yapıştırılmış utanç damgasını yavaş yavaş silmeye başlıyorlardı. Bazı hükümdarlar buna öncülük ederek , hırkalarının üzerinde portrelerini yaptırıyorlar ve çizgili cübbe giyiyorlardı. Sonra da prensler onları taklit etmişlerdi. Oysa yatay çizgi uzun süre hizmetçi ve kölelere has bir özelliğin simgesi oldu.

İspanyol modalarında, özellikle erkek giysilerinde, çizgilerin birbirine karıştığı küçük bir pencere açılması uygun görülmüştü. Genelde gösterişsiz ve sıradan olan bu Caravagiovari çizgiler, birbirlerine toprak rengi ile kahverenginden, siyah ile menekşeden, bazen de yeşil ile altın renginden dönüşüyorlardı.

S:59



(…) Fransız ihtilalinin, çizgilerin ve çizgili yüzeylerin kullanımına neden bu kadar çok yer verdiğini kesin bir ifadeyle açıklamak güçtür. (…) 1989 yılında, ihtilalin ikiyüzüncü yıldönümünde, bütün törenler ve ihtilalle ilgili aktiviteler esnasında çizgili kumaş, giysi ve nesnelerin kullanımı bir zorunluluk haline gelmişti adeta. Çizgisiz bir ihtilal düşünülemiyordu. İki yüzyıldan beri, resim sanatında, gravürde, kitap resimlerinde, tiyatroda, daha sonra sinemada, televizyonda ve çizgi filmlerdeki bütün ihtilalci dekorlarda çizgi vardı ver vatansever veya dışlanmış kişi çizgili jile veya pantolon giyerdi. Bu durumda sosyal düzeni hiçe sayan üç ihtilalciden, şeytan, hokkabaz ve cellat imgesinin bıraktığı izlerden birini a posteriori olarak görmek için fazla uzağa mı gitmek olur acaba?

S:64-65

(…) Bu arada tutukluların ve kürek mahkumlarının çizgili giysilerinin gerçek hikayesini belirlemek zordur. Bu giysilerdeki çizgiler de Amerika’dan gelmiş görünüyorlar. Bu giysilerin ilk defa, 1760’lara doğru yeni Dünya kolonilerindeki suçları ağır olan kürek mahkumlarında görüldüğü söylenmektedir. (…) Daha sonra, 19. yüzyılın başlarında bu çizgiye bazı İngiliz ve Alman hapishanelerinde rastlanmasının ardından, birkaç on yıl boyunca Avustralya, Sibirya ve hatta Osmanlı İmparatorluğu zındanlarında kullanıldığı da görüldü. Fransız zindanları, aksine bu giysiyi hiç kullanmamış, böyle çizgili bir giysi yerine kürek mahkumlarına kırmızı bir kask giydirmeyi tercih etmiş.

S:74

(…) Bununla birlikte bu dışlanmışlık haktan veya özgürlükten yoksun bırakma değil, hatta bazen himaye anlamına bile gelmiştir. Ortaçağ toplumunun deli ve kaçıklarla özdeşleştirdiği çizgili giysinin aşağılayıcı bir değer taşıdığı, bir dışlama işareti olduğu muhakkak. Fakat bu dışlanmışlık, bir engel, bir parmaklık, hatta giyenleri şeytansı yaratıklardan ve kötü ruhlardan koruyan bir engel olarak da kullanılabilir. Çabuk etkilenen ve zayıf olan deli, şeytan için iyi bir avdır. Böyle birisini şeytana yem etmemek için, eğer geç kalınmamışsa, ona bir filtre, bir engel işlevini yüklenmiş koruyucu bir elbise (çizgili bir elbise) giydirmek fena mı olurdu? Bu tür çizgili elbiselerin koruyuculuk erdemlerine olan inancın, üç aşağı beş yukarı çağdaş düzene kadar sürdüğünü düşünmek yanlış olmaz. Çizgili pijamalarımızı gece, dinlenirken, savunmasız ve zayıfken, kötü rüyalardan ve kötü güçlerden korunmak için giymez miyiz? Çizgili pijamalarımız, çizgili çarşaflarımız, çizgili yataklarımız bir kafesin demir parmaklıkları değil midirler?
S: 80
(…) Beyazdan renkliye geçiş her yerde aynı hız ve yoğunlukta olmamış, fakat her yerde ve her zeminde aynı tarzda olmuştur: pastel ve çizgi. Gerçekte hiçbir yerde, beyazdan, canlı ve doymuş bir renge çok ani bir geçiş olmamıştır. Yatak için olsun, iç çamaşırlar, havlular veya gecelikler için olsun, her zaman bir ara dönem mutlaka olmuştur. İşte bu ara dönemler pastel, boyalar ve çizgili kumaşlar dönemleridir.
(…) Bu arada, pastel ve çizginin, 19. ve 20 yüzyıllar arasında, batı giyim sistemi bünyesinde neredeyse dilbilimsel olan eşdeğerliliğini de belirtmekte fayda var. Pastel tamamlanmamış, öylesine renk sayılan bir renktir. Başka bir deyişle adını söylemeye cesaret edemeyen bir renktir. Çizgi de bu kullanımda yarı bir renktir ama bir renktir. Beyazdan elde edilmiş bir renktir. Her iki halde de boya kırılmıştır. Teknik açıdan farklı olmalarına rağmen, bu iki kırılma yöntemi aynı çift işlevi üstlenmişlerdir. Bu çift işlev, beyaza neşe katmak ve rengi arındırmaktır. Beyaz veya ağartılmış kumaşlar kabusunu aşarak, beden temizliği ve sosyal ahlak temizliği korunabildi.
S:85


(…) Çizgili gömlek tüm denizciler tarafından giyilmemiştir. Genelde tayfalara ait bir giysidir. Yani üst rütbeli erbaş veya subayların yönettiği manevralara katılan mürettebatın giydiği bir gömlektir. 18. yüzyıl resim sanatında tayfaları temsil eden bu gömlekler aynı anlamı bugüne kadar muhafaza etmişlerdir. Hiyerarşinin ast kademelrinde bulunan insanların giydiği, bazen kötü ve aşağılayıcı bir anlam taşıyan kıyafettir.
S:88
(…) Belki denizci kıyafetlerin kökeni ideolojik veya imbilimsel değil de sadece tekstile bağlıdır. Çünkü denizcinin çizgili kıyafeti trikodur. Yani sıcak tutan ve iç giyim özelliğini taşıyan bir örgüdür; çünkü avrupa’da teknik nedenlerden dolayı sadece çizgili kıyafetler örülmüş (çorap, dizlik, bone, eldiven).


michel pastoureau
şeytan kumaşı
iletişim yayınları
çev: ibrahim yılmaz

22 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Çizgi, astigmatı olan gözleri zorlar, rahatsız eder, diye bilirim.
Acaba, ortaçağdaki bazı mesleklere çizgiyi mecbur etme kuralının ardında, onların göze batması, rahatsızlık vermesi gibi bir bilinçaltı seziş mi var?

Deniz dedi ki...

Benim cizgili merakim artik bir parcam oldu. Cizgili bir cift corapla basladi olay, yillardan 94 falan olmali, o vakitler oyle her yerlerde olmayan o cizgili coraplari oyle sevdim ki ailemde herkesler yillar boyu her seyahatten bana enine cizgili corap, tisort vesaire tasidilar. Sonra moda oldu, ben cilginlar gibi stok yapmaya basladim, tisortler, gomlekler, coraplar, camasirlar...

Ilk evim oldugu zamanlarda kendimi kaybettim, herseyi cizgili aldim neredeyse. En sonnuda kocamin siniri bozuldu o kadar seyden de simdi yavasca tasfiye ediliyor o seyler. Cizgili mutfak esyalarima, neredeyse tamami cizgili olan carsaflarima, perdelerime bir bagliligim var ama.

Bunu yazdigim anda da uzerimde kendimi iyi hissetme hirkam var, mor turuncu ve pembe cizgili, komik geldi onun yuzunden yazdiklarin.

Cizgileri niye seviyorum? Bir duzen, tekrar, huzur veriyorlar bana cunku. Ince cizgili seylere bakip duzenlerini, nasil bir pattern olusturduklarina bakmayi seviyorum. Cizgili seylerin dolaptaki katli hali hosuma gidiyor. Cizgili carsaflar yatagi hem neseli, hem duzgun tutuyor, cizgili tisortlerde pek cok renk oldugu icin kombinasyon yapmak cok kolay da ondan.

Yine de artik bana zebra diye hitap eden (her zaman degil) kocami dinleyip biraz daha azalttim dozunu. Bugun alisverise cikacagim mesela, soz verdim kendime cizgili almak yok. Belki kendinden cizgili olabilir, en fazla.

endiseliperi dedi ki...

ekmekçikız,
ortağçağ'dan günümüze bakılan şeye verilen anlamın yanı sıra bakma eyleminin anatomik olarak değişmiş olması da çok mümkün. hep derler ya duyusal algımız yavaşladı, körleşti filan falan, diye:)hal böyleyken, ortağçağ'daki insanların şekilleri okumak için alıştığı ve hassas olduğu "bakma" edimi için aykırılık taşıyor bu çizgililer. çünkü kitapta, çizginin, Ortaçağ insanının, kullandığı şekilleri derinliğine okuma, yani fon planından başlayarak ve seyircinin gözüne en yakın bir planda sona eren okuma alışkınlığına ters bir durum oluşturduğundan bahsediliyor. çizgi, alışılmış bakışı imkansız hale getiriyor. Ortağçağ gözü şekli okumaya nereden başlayacağını, görüntü fonunu nerde arayacağını bilemiyor da bundan dolayı her türlü çizgili yüzeyi bozuk, dolayısıyla şeytansı yüzeyler olarak algılıyor. Onlara göre, fonun renginin doğru dürüst algılanmasının engellenmesinde bir aldatmaca saklı, ki her tür aldatmaca da şeytanın sevdiği oyunlardandır:) tabii burada fonun, bant şeklinde iki ayrı çizgi ile ayırt edilmesi durumundan bahsediyoruz.

hatta 16. yüzyılda, zebrayı, "yaban eşeği"ni, tehlikeli, gelişmemiş ve pis olarak değerlendiriyorlar. oysa, zebranın bu harika çizgilerinin nedeni, izlediğim bir belgeselden hatırladığım kadarıyla, tam olarak çözülemese de, doğanın bu yaban eşeklerine verdiği bir armağan. doğada hiç bir armağan gereksiz değildir. bu belgeselde deniliyordu ki, zebraların düşmanları vahşi hayvanlardan (aslan, kaplan vs) kendilerini korumalarının etkili bir yoluydu bu çizgiler. zira, bu büyük kediler, avlarını yakalayabilmek için toplu olarak bulunan avlarından sadec birine odaklanırlar, onun hareketlerine dikkat kesilirler ve sadece onu kovalarlar. oysa zebralar toplu halde dururken, çizgileri sayesinde, kaplanın içlerinden sadece birine odaklanmasını imkansız hale getirirler, gözü şaşırtırlar. diğer bir iddia da zebraların, bulundukları coğrafyada büyük dert olan ve düz bir fonu tercih eden sinek istilasından kurtulmak için çizgili oldukları...

**
ve elbette kitap tam da değeri düşük bu meslek sahiplerinin toplum içinde hemen tanınması, onlara yaklaşılmaması için çizginin kullanıldığını, çizginin, evet, görüşü bozan anatomik bir aldatmaca yaratmasının yanı sıra, bilinçli bir şekilde yasalarla düzenlendiğini anlatıyor. bu insanlara, çizgili giysiler zorla giydiriliyormuş.

hatta toplum, dilenci rahipler denilen carmel rahiplerinden, çizgili cübbe giydikleri için nefret ediyormuş.

endiseliperi dedi ki...

deniz, ben fakültedeyken, bir ara, ender bulunan, siyah beyaz çizgili, uzun çorap aramıştım yana yakıla. evdeki elbiselerim ise siyah değilse çizgilidir. senin kadar olmasa da seviyorum ben de çizgiyi.

kitabı okuyunca, çizgi sevgim hakkında, aslında farklı olana ve sıradışılığa duydum insiyaki eğilimin bir sonucu, dedim kendi kendime. eh, hiç fena bir övgü değil doğrusu, hele bir insan kendine ediyorsa bu iltifatı -ki aslında hiç kolay değildir bir insanın kendine iltifat etmesi- gururla kabul edebilir.

ancak, kitabın müzik ve çizgi bağlantısını anlatırken savladığı şeyler senin fikrine de çok yakın. çizginin, müzikle ilişkisinin çok yakın hatta ontolojik olduğunu belirttikten sonra, müziğin, çizgi (eh, müzik demek, birbirine pararlel teller, borular, porte vs demek değil midir?), bir ses, bir kesit, bir hareket, bir uyum, bir orantı olduğunu söylüyor. her ikisi de ölçek, gam, ton, derece, mesafe, aralık gibi sözlükleri paylaşırlar ve dolayısıyla nasıl ki müzik insanla zaman arasında bir düzen oluşturursa, çizgi de insanla mekan arasında bir düzen oluşturur.

hal böyleyken ben yine de senin de çizgiyi düzen konusundaki aşırılığında değil, farklı olana duyduğun bakışta yattığını düşünüyorum. her düzen bende kuşku uyandırır. zihnimde her kavram aksi ile yanyana durur. benim de düzenli olana aşırı bağlılığım yanında bir tehdit olarak kaosu barındırır. eh görüyorsun, huzurlu olmak bazı ruhlara yasak işte:9

sevgiler, bence afacan, şeker bir görüntüsü var çizgili giysilerin yahu, lacivert üstünde beyaz çizgili o kazağı al bence:)

sevgiler.

asliberry dedi ki...

Ben de pötükare'ye bayılırım.

endiseliperi dedi ki...

aslı, sen mi, ben mi! hatta çizgili şeylere olan merakımla yarışır pötükare sevgim. neolitik hanım2a yazmıştım, geçenlerde girdim sümerbank'a, çiçekli pazenler ve 2 metre de kırmızı pötükare kumaş kestirdim. altına bant yapar, bir kısmı ile de yastık işlerim diye kırmızı etamin aldım. niyetim, mutfak penceresine pötükate, ltına bir bant şeklinde etamin, etaminin üstüne de minik kedi figütleri işleyerek bir perde dikmek. eh, bende ne dikiş makinası var ne de bilirim kullanmasını, ama nasıl ki örmeyi bilmediğim halde örgü yapıyor, battaniye örerken arada, bora'ya süveter, çocuklar atkı, bere örüyorsam, dikiş konusunda da kendimi kandırabilir, biliyormuş sanısı yaratarak dikerim, dedim. olmadı elde dikerim, işim ne? bir filmde görmüştüm, çocuk kaza geçirmişti de yürüyemiyordu. doktoru da yürüme alıştırmaları yaptırırken, "yürüyemediğini bildiğini unut" diyordu. her şeyin psikolojik olduğuna yani mucizelerin mümkün olduğuna inanan benim gibi biri için, müthiş faydalı bir fikir. rüyamda da uçarım ve bir okyanusun tepesindeyken, aslında uçamadığım aklıma gelince, kendime, "unut, unut, uçamadığını unut," diye öğüt veririm.

evet, mavi pötükare elbisem de var, bordo pötükare gömleğim sonra ve kırmızı pötükare elbisem de. bora sevmez sonuncusunu, adana'da bıraktım.

katherine mansfield daha küçükken, okulda, elişi dersinde, kızlar işleme yaparken derste charles dickens okurmuş sesli olarak ve bütün kızlar ağlarmış, öyle duygulu okurmuş. çok seviyorum kadınların biraraya gelip bir işle uğraşmalarını. geçenlerde jane austen kitap kulübü adında bir film izledim. dandik bir film diye düşünmüştüm. çok hoşmuş: 4-5 kadın ve bir erkeğin oluşturduğu okuma kulübü var, hergün birisinin evinde ya da diyelim sahilde, olmadı kaza yapan arkadaşlarının hastane odasında buluşup o ay okudukları jane austen kitabını tartışıyorlar. bu arada, karakterlerin herbiri jane austen romanındaki bir karakterin 21. yüzyıl versiyonu. hiç fena değildi. ve hanımların böyle yemekler yapıp, güle oynaya bir şeyi paylaşmalarındaki yumuşaklık, neşe inanılmaz hoştu.

hımm... ne diyordum, evet, evet ben de çok seviyorum pötükare'yi. seninle pötükare kardeşliği adında bir kulüp kurabilir ve pötü pötü neşeli şeyler yapabiliriz:)

bütün kötü patronların tayini çıksın, tepelerinde ebabil kuşları uçsun diye yazıma son verirken, kucak dolusu öpücükler gönderiyorum.

neo dedi ki...

peri,

kitabı ve yorumları görünce hemen durumdan vazife çıkarıp işe koyuldum. "araştırmacı blogcu" olarak puantiye ve pötikarenin tarihçesi hakkında pek yakın bir zamanda size çeşitli bilgiler sunacağımı sanıyorum.

puantiye için farklı teoriler var, dr. google sağolsun üzerinde çalışıyor halen :) pötikare biraz zorlayabilir ama onun da üstesinden gelirim.

ben de bayılırım çizgili şeylere, benim sıralamam şudur:

pötikare (mavi olursa süper olur)
çizgili (siyah beyaz tercihimdir)
puantiye (her renk olur)

neo
the desen tarihi uzmanı :P

Öykücü dedi ki...

Pötikare de bordo süper olur.

Çizgilide ise siyah beyaz ya da lacivert beyaz gibi zıt renklerle hoş oluyor ama birbirine yakın renklerle olan çizgilileri pek beğenmiyorum.Bir sürü karmaşık renkli çizgilileri de sevmem.

Bahsettiğin Jane Austen kitap kulübü filmi beni çok heyecanlandırdı.Bir kitap kahramanı olsam Elizabeth Bennet ya da Tuppence Bresford olmak isteyecek kadar çok severim Jane Austenı.Tuppence Bresford ise uzun hikaye:)) Kısaca Agatha Christie diyelim.

Sevgiler:))

laedrim dedi ki...

Kesinlikle pötikate!:) Hele kırmızılı olursa... :)
Çizgi ve puantiye ise yalnızca komik çoraplarımda olabiliyor...

Kadınların bir araya gelip bir işle uğraşmalarını seviyorum demişsiniz... Aklıma "Küçük Kadınlar" geldi: dört kız kardeş bir araya gelir, kimi resim yapar, kimi el işi, biri de sesli kitap okurdu:)

Şu bahsettiğiniz filmi de çok seveceğimi hissettim... Şöyle keyif verecek, hoş duygular bırakacak bir filmmiş gibi geldi... Hele şimdi okuduğum kitaplardan biri Jane Ausen'in "Pride and Prejudice"ı olduğu için daha bir keyif alacağım sanki filmden.

Sevgilerimle...

neo dedi ki...

şimdi efenim puanlı veyahut puantiye tabir ettiğimiz desenin tarihçesi 19. yüzyılın ortalarına dayanıyor. o dönemde amerika'ya gelen Polonyalı göçmenler meşhur polka danslarını yaparken bu desende kıyafetler ve şapkalar giyiyormus. hem dans hem de kıyafetler o dönemde epey bir ilgi görmüş. ingilizce'de "puanlı" manasına gelen "polka dot" ifadesindeki "polka" polonyaca'da "dansta atılan yarım adım" anlamına geliyormuş.

muhtemelen polka dansındaki figürlerden esinlenilerek ortaya çıktığı düşünülen puanlı kumaşlar esas patlamasını 50'li ve 60'lı yıllarda yapmış. yalnız kıyafetlerde değil, mutfak eşyalarında, ev aksesuarlarında, perdelerde ve oyuncaklarda da tam bir puantiye hakimiyeti yaşanmış.

1960'ta popüler olan "Itsy Bitsy Teenie Weenie Yellow Polka Dot Bikini" şarkısı, puanlı bikinisiyle ortalığa çıkmaktan çekinen bir kızın hikayesini anlatır(puantiye de, bikini de yenidir o yıllarda, haklı kız). buyrun linki:

http://www.youtube.com/watch?v=lwGnyLPSruA

duyunca bir sürü filmden falan hatırlayacaksınız. eksi sozluge göre, bir filmde casuslara işkence etmek için dinletiliyormuş :)

pötikareyle ilgili pek bi sey bulamadı dr. google, belki onun icin ekose kumasların tarihine girmek lazım ki o da iskoclar sayesinde geniş bir külliyat, bi geniş vakit de onu da hallederiz inşallah.

iyi seneler..

ozlem dedi ki...

yazıyı ilgiyle ve şaşkınlıkla okudum, bilmiyordum çizgili desenin "şeytan icadı" olduğunu.. ben de 2 hafta kadar önce siyah-kırmızı çizgili bir atkıya vuruldum diyebiliriz, ve yaklaşık 10 atkım olmasına rağmen onu üstümden çıkaramıyorum! ve şöyle bir düşündüm de, çizgili olan giysilerim, yaptığım afişler, eşyalar vs, azınsanmayacak kadar çokmuş! çarpıyor insanı bu çizgiler :)

elifsavas dedi ki...

Cok sevımlı bir kitap! :o) Ustumdeki enine kalin cizgili kazagimla, hapishane kackini kiliginda okudum.

www.elifsavas.com/blog

miso dedi ki...

Bayılıyorum çizgili şeylere. Karelilere de. Ama çok bakınca kıpırdamaya başlıyorlar gibi geliyor. Gözlerim bozuk ondan mı? Yoksa kedilikten mi? :))

marruu

endiseliperi dedi ki...

acar ve cevval araştırmacı blogcu, sevgili neolitik hanım'cığım, verdiğin çok değerli bilgiler için teşekkür ederim:)

demek puantiyenin tarihi polonya'ya kadar gidiyormuş. ben taa küçücükken bir ingilizce dil kursuna gitmiştim de orada da nakaratı, "polka dot pyjamas" olan bir şarkı dinlemiştik. o da çok sıkıcı bir şarkıydı ve evet, eğer casus olsam ne biliyorsam söyler hatta bilmediklerimi de uydurabilirdim.

çizgililere gösterdiğim hoşgörüyü puantiyelerde gösteremiyorum lakin. evet, puantiyeli bir şey gördüğümde, tüm bedenim oraya yönelir ama hemen akabinde araya kalın, kemik çerçeveli gözlüklü şuurum girer ve ona sahip olmamı engeller. yani, ruhumun, hafiflik, neşe, şımarıklık eğilimi puantiyeye kadar değildir. ne yazık. oysa bir kez olsun, kırmızı üstü mini puantiye, sarı üstü kocaman sarı puantiye ne hoş olurdu. 60'ların o tatlı kadınları gibi kalın bant takılmış saçlarım, ökçesiz pabuçlarım, renkli, mini elbisemle, içinde puantiyeli tabakları olan bir sepetle bir piknikte hayal ediyorum da kendimi...

:)
dikkat etmiştim neolitik hanım'cığım, battaniyenizin astarı, koltuğunuzun yüzü hep ekose. dolayısıyla biliyordum ilk sıraya ekose'nin kardeşi pötükare'yi koyacağını. bir zamanlar bir işte çalışırken, stajyerim vardı da o bana kırmızı yeşil ekoseli, hani şu senin battaniye astarına benzeyen deseni olan bir kupa hediye etmişti. ah demiştim, işte kupa olsa ne olurdu deseler ben bu kupa olurum, bana çok benziyor bu. ekose hakkında bir fikrim var yani. akıllı, sakin, sürprizsiz bir hali vardır ekose'nin, hayatta olan bitenler fizik kanunlarına uygun olarak, olması gerektiği gibi gerçekleşir. tüm karmaşık çizgiler, bir ordu komutanının eli değmiş gibi düzenli sıralanmıştır.

ben sana, eğer elbise olacaksa, mavi pötükare değil de sıcak renkleri yakıştırırım neolitik hanım'cığım. yeşil, açık turuncu pötükare'ler daha uygun görünüyor. aklında olsun:)

tekrar teşekkür ederim.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

öykücü,
neden öyle diyorsun, deniz'in dediği gibi, mesela lacivert üstü, ince yeşil, kırmızı, mavi, çizgili bir kazağın olsa, altına o renklerde etek giyersin, çok hoş olur.

ben, evet, itiraf ediyorum, jane austen okumadım, okumayı da hiç düşünmüyordum ama bu yıl nerden baksan bir jane austen yılı oldu, okumak şart oldu. ama ne zaman okumak? bahsettiğim filmde, kadınlardan biri, kocası onu başka bir kadın terkedince iki gözü iki çeşme arkadaşlarıyla dertleşirken diyordu ki, roman okumak istiyorum. benim için öyle zamanların kitabı olamaz da, sıcak, uzun yaz günlerinin, parkta, kırda, okunacak kitabı olabilir bu jane austen. bekleyecek bir süre yani.

tuppence bresford ise bir şey çağrıştırmadı bana?

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili cahil peri hep birlikte şaşırdık işte. eh, demek bir armudu, iki çizgili şeyleri seviyorsun. armut konusunda benim de yazacaklarım var ama bazen üşeniyorum. geçmişi şöyle bir kurcalamak gerekiyor bunun için, ki bu da insanın ruhunu bulandıran bir şey.

ruffles'ın kalınlaştı reklamındaki kızın boynundaki atkıyı düşündüm sen böyle yazınca. leylak üstüne ince beyaz çizgi fena değildi. ama kırmızı siyah birlikteliği hep çok tehlikeli gelir bana. uçtadır. arçil de bir basketbol şortu istediğini söyledi dün, siyah kırmızı! bir şey demedim ama ben ona lacivert mavi, gri yeşil kombinasyonlu bir şey bulmaya gayret edeceğim yine de. kırmızı siyah berabareliğini sevmiyorum cahil peri, elimde değil.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

meral, kadın birlikteliklerinden hoşlanıyorum evet ama, bağnaz, sıkıcı, kompleksli de olmayacak kadınlar. kıkır kıkır gülünecek, nükteli, zeki hatunlar olacak. birbirlerinin kişiliğine saygı duyacak, onu kendi seçimleri içinde rahat bırakacak ama bunun yanı sıra sevip kollayacak bir uyum.

bence bu filmi izlemenin tam zamanıymış. çok hoş olur.

iyi eğlenceler. sevgiler.

hah bu arada soğanlı çiçeklerin ömrü 15-20 gün. o kadar zaman bekleyip, sonra bu kadar kısa süre beraber olmak pek adil bir ilişki değil bence. sonra saksılarını koyacak yer arayacaksın. bence soğanlı bitkilerin çiçeklerini dışardan alıp, evde sardunya türü çiçekler yetiştirmek gerek.

hoşçakal.

endiseliperi dedi ki...

elif, bu kitabı çok beğeneceğini biliyordum. ama yer yer iddiaları abartılı ve gerçek dışı görünüyor. signal diş macunundaki çizgiler konusunda yazarken kendine sponsor aramış ki pek manidar olmuş, hoşlanmadım. ama tümden eğlenceli bir kitap. türkiye'de kitap yayınevi'nin yayınladığı kitaplar senin de seveceğini düşündüğüm türden kitaplar yayınlıyor. okuduklarım arasında çatal kültürü var mesela avrupa mutfağının kısa tarihini anlatan, sonra doğada maskeli balo kitabı var, çok hoşlar, belki onlarıdan da bahsederim yakında. aklında olsun.

çizgili hapishane giysisi, hapishane sakinini değil de hapishane kaçkınını çağrıştırır hep, değil mi?:)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

misoooooo, hoşgeldin. gözlerinde lens mi var, gözlüklü değil fotoğrafların sanki? benim gözlerim fena. hiç söylemeyeyim ne kadar bozuk olduğunu. azıcık da astigmat var ama doktor, lens ve bazen de gözlük kullandığım için, uyum adına sadece miyop numarasını yazdı. bilgisayar da hiç iyi gelmiyor, sulanıyor. şu an biraz da nezleyeim, gözlerim şıpır şıpır.
kedilere çizgi, puantiye ne kadar yakışıyor. bütün şeytansı, oyuncu şeyler kedilere yakışıyor. örneğin bizim tina eğer insan olsa, kırmızı üstü beyaz puantiyeli bir şemsiyesi muhakkak olurdu sanki:)

sevgiler.

elifsavas dedi ki...

Endiseli, dogru soyluyorsun. Simdi sitesine girdim Kitap Yayinevi'nin, tam bana gore kitaplar basan bir yayinevi. :o) Tesekkurler!

www.elifsavas.com/blog

Geveze Kalem dedi ki...

Mesleği giyim tasarımcısı olan biri olarak, çizginin tarihini bugüne kadar hiç merak etmemiş olmama hayıflandım şimdi. Hele ki bu kadar sık, her başım sıkıştığında başvuruyorken...
Yazının beni en okşayan bölümü, yataklarımızda çizgiyi kullanmamızdaki, bilinç altımızla ilgili olan bölümüydü. Neden nevresim takımlarımda yalnız canlı çizgilerden oluşan desenleri seçtiğimi daha iyi algıladım. Tuhaf, yazıyı ve yorumları okuduktan sonra fark ettim ki evimde başka hiçbir yerde çizgi kullanmamışım.

Çizgi öyle bir şeydir ki arkasını görmenize izin verir ama dahil olmanızı engeller. Bu yüzden (hani sizler çoğunlukla çizgiyi pötikareyle kıyaslamışsınız ya) ben ekoseyi daha karakterli bulurum. Gizemi vardır sanki ekosenin, çizgi gibi yarı çıplak kılmaz bulunduğu yeri; sıkı sıkı saklar, örer sanki çepeçevre içinde barındırdığı değerliyi. Mesela ekosenin zemininde ne renk kullanırsanız kullanın, üzerine örülü kareciklerin renkleriyle yanıltır bakanı.
Benim bu konuda yazasım geldi, buradan başka yerlere varacağım, belli. En iyisi yorum hanenizi meşgul etmeyip defterime uzanayım.:)
Sevgiler...

endiseliperi dedi ki...

geveze kalem, sizin çizgi hikayeniz de güzelmiş. yatakta çizgi konusunu biraz abartılı ama hoş bir yaklaşım olarak bulmuştum ben. çocukların var da bizim çizgili nevresim takımımız yok. belki de bu yüzden o dehşet rüyaları görüyorum:)

evet, ekose gerçekten karakterli ama o altlı üstlü çizgilerin karmaşık düzeni beni biraz geriyor, desem:)

sevgiler.