Salı, Nisan 8

Yine de sıkıntılıydım. Korkuyla yapıyordum ne yapsam. Kendimi çok yabancı hissediyordum. Seni özlüyordum.


Bu öğleden sonra hoştu yine. Evi temizleyip, duş almış, çay demlenirken dinleniyordum. Akşamüstü güneşi de vardı. Av Dönüşleri işte o zaman bitti. İki gece ve bir akşamüstünde. Gündüzleri başka kitaplar okudum. Bora yoktu. Okuma lambasını açık bırakıp uyumam demek bu. Gece uyanıp lambayı açık gören Arçil, “anne, korkarsan yanıma gel,” dedi.

Kitabın bu kadar iyi olmasını beklemiyordum. İçinde, “harika”, “parlak”, “olağanüstü” gibi sözcüklerin geçtiği bir yazı yazmak istiyorum ki ne kadar beğendiğimi anlatabileyim. Ama bu sözcüklerin debdebesi, şaşası öyle kaba kalıyor ki kitabın zarafeti karşısında. Gerçi hakkında ne yazsam kendimi kaba saba hissedeceğim biraz. Faruk Duman’ın dili çok, çok yalın. Cümleler de kısacık. Zihni oradan oraya atlarken, onu takip etmek inanılmaz büyüleyici. Sözcüklerin bir araya gelip böyle güzel bir şey yapması ne hayranlık verici... böylesine genç bir yazarın böylesine iyi şeyler yazması… Türkçe ne güzel bir dil, demek geliyor insanın içinden onu okurken. Faruk Duman çok, çok iyi bir hikaye anlatıcısı. Onun anlatma biçimini çok sevdim, seviyorum, seveceğim de sanırım. Evde, Nar kitabı ve Piri de var. Av Dönüşleri'nin içindeki her öykü güzel. En çok Yengecin Günlüğü güzel (okuyan her kadın da en çok bu öyküyü sevmiştir. Her kadın bir erkek tarafından öyle izlenmek, öyle bakılmak, öyle hatırlanmak ister). Pancar Vagonları da güzel. Trenler var içinde ve çocuklar. Her öyküsünden, neredeyse her paragraftan, bazen bir cümlesinden sonra içinizde tuhaf bir şey oluyor. Dili öyle kullanıyor ki, bir çok şey düşünmenize, hissetmenize neden oluyor bu. Sözcüklerle çok samimi, çok içli dışlı. Bu, onlarla kurduğu yapıyı çok akıcı yapıyor. Sözcüklera aşık olan yazarlar genellikle anlattıkları şeyde acemileşiyorlar ya, Faruk Duman öyle değil. Hikayeyi okuyorsunuz gerçekten ve sözcüklerine de hayran kalıyorsunuz. Çok tasarruflu, ne eksik ne fazla tek sözcük yok. Ve bunlar da çok zengin yapıyor anlatımını. Öyle yalın, öyle kısacık kısacık yazılmışken bunu başarmak iyi yazarlara has bir özellik. Biraz şiir gibi sanki. Evet öyle ve bu yeteneği, okuyucuya gösteriş yapan, seyircisinin izlediğini bilen biri gibi olmasına neden olmamış. Böylesine gençken insan yapar oysa öyle şeyleri. Daha çok müzik dinlemek gibi onu okumak, insanın içinde bir şeyler dalgalanıyor.

İyi, gerçekten iyi hikayeler okumak isterseniz, Faruk Duman’ın Av Dönüşleri’ni lütfen okuyun. Böylece onun neden iyi olduğunu anlatamamamın önüne geçmiş oluruz. Kitaptan alıntı yapmayacağım. Çünkü anlatılan şeyden daha çok yazma biçimini, dilini, ritmini hissetmek hoş, birkaç paragrafı yazsam haksızlık olacak şimdi tüm hikayeye.

Altı kitabı var. Evdeki eksikleri tamamlamak gerek.
Kırk, Keder Atlısı, Piri, Nar Kitabı, Av Dönüşleri, Seslerde Başka Sesler


Ben yazarken, Arçil Chelsea-FB maçını izliyor.
Sonuç, hüsran.

*
Şimdi biraz daha geç. Aşağıdaki şarkıyı dinliyorum; işte, siz de dinleyin. Nar Kitabı'na, Kedi masalıyla başlayacağım. Biter bitmez de uyuyacağım.

26 yorum:

dgül dedi ki...

Sevgili Peri, sayenizde okumaya ayırabildiğim zamanlar arttı, hep severim, hep daha çok okumak isterim tabii ki, ama gündelik yorgunluk ve asabiyetler; bahaneler teşkil edip ön sıralara yerleşebiliyor bazen kısıtlı zamanlarımızın içinde. Öyle sevgi dolu ve öyle pozitif bir bakış açısıyla anlatıyorsunuz ki; hemen temin edip o anda da okuyuvermek geliyor insanın içinden. Siz de çok güzel yazıyorsunuz, hiç de azımsanamayacak kadar hem de. Buna rağmen, genelde bilhassa biz hatunların ne yazık ki çoklukla bünyesinde barındırabildiği "ille de hataları, açıkları, eksikleri bulabilme kaygısı"ndan sizde eser yok, ne gurur verici bir şeydir bu. Ben tam olarak düşündüğüm gibi yazmayı beceremiyorum ne yazık ki, ama objektif bakışın da ötesinde bir durum bahsetmeye çalıştığım. "Daha çok müzik dinlemek gibi onu okumak, insanın içinde bir şeyler dalgalanıyor." demişsiniz ya, ben de sizi okurken aynen böyle hissediyorum. Ne yazık ki, kitapları alabilmek için hafta sonunu beklemek zorundayım :(
Sevgiler benden size...

endiseliperi dedi ki...

sevgili dgül,
Sevmediğim yazarlar hakkında yazamıyorum. Mesela az önce başka bir Türk yazar hakkında Bora ile MSN'de konuştuk. Sözlerimin ne denli acı olduğunu görsen, o denli pozitif olmadığımı anlardın. Bir acemilikle gösteriş yapan yazarlara tahammül edemiyorum. Sözcüklerle sevişirmiş gibi görünen ama sözcüklerin hassasiyetinden haberi olmayan, yeniyetmelerdeki acemilikle yazan yazarları da okuyorum yoksa. Ama öyle de olsa, yazmanın kendisi olağanüstü bir şey. Yazarını çok hırpalayan, çok yoran bir şey. Yazmayı isteyen insanlara yakınlık duyuyorum bu nedenle.

Okuma konusunda o denli gayretli değilim aslında. Okumaya ayırdığım zamandan daha çok boş vaktim oluyor. Mesela şimdi burada, bilgisayarın karşısındayım. Bizim ev, bir okuma evi. Çok kitap var. Dahası Bora kitap okumayı teşvik eden biri, kitaplarla yaşamayı seven. Çocuklar büyüdükçe ve kendi zamanlarını kullanmaya başladıkça insanın kendine ayırdığı vakit çoğalıyor. Ya da ben kendine vakit ayırmayı isteyen biriyim. Kitap okumak, kendinle başbaşa kaldığın bir zaman demek.

Güzel sözlerinin ne denli mutluluk verdiğini bilemezsin. Diğer kitapları da çok iyi sanırım. En azından gece okumaya başladığım Nar kitabı da öyleydi. İstersen onları da al. Hatta eğer idefiks'ten almak gibi bir alışkanlık geliştirirsen ve istediğin kitaplar için bir liste yapıp sipariş edersen çok ekonomik oluyor. Eğer liste yapmaya başlarsan Katherine Mansfield'leri de eklemeyi unutma. Eğer Carson
McCullers'ları da eklersen listeye ve işte okumdıysan Salinger'ları da eklersen ve kitap yyınlarından doğada maskeli balo, çatal kültürü, köpek olmanın güçlüğü, karga kitaplarını da eklersen, bu yaz, inanılmaz keyifli bir vakit geçireceğine söz verebilirim. Liste biraz karışık oldu ve eğilimini de bilmiyorum ama aklıma şimdilik gelenler bunlar.

sevgiler.

Margot dedi ki...

Sevgili Peri,
Kitap tavsiyen üzerine Fahim bey ve biz'i okuyorum şu anda. Çok da memnunum, kolaycacık okunuyor, bazı yerleri de güldürüyor beni.
Dün gece Yamyam'ın maç gecesiydi, fırında patatesler ve bira hazırladım. Uğurlu saydığımız bir misafirimiz de geldi ama bu sefer dediğin gibi sonuç hüsran.
Oysa ben arkasında bizim haylazın ismi yazılı ' Colin Kazım' forması da ısmarlamıştım süpriz hediye olsun diye. Hala bekliyorum kuryeyi. Bu sefer biraz mahsunlukla karşılayacak ama ne yapalım?

Kitabı da öyle güzel anlatmışsın ki, yine dayanamayıp gider alırım bunu ben! :) Şu sıralar halen Orhan Pamuk'a dadandım, ama yavaş okuyorum çok yavaş. Havalardan sanırım, canım her şeyi sadece istediğim yavaşlıkta yapabilmeme izin veriyor zaten. Öyle disiplinlere, düzenlere gelemiyor.
Sevgiler!

endiseliperi dedi ki...

margot'cuğum, hoşgeldin!
bizim evde fenerbahçeli olan sadece arçil. eh, onun yanında ben de fenerli oluyorum. maç, onun uyku saatinden sonraydı. İstanbul'da olan maçı izlemesine izin vermiştik; bunu da izlemeyi çok istedi. ben, eğer yemekten sonra uyursan seni o saatte kaldırırım, izlersin, demiştim. ama uyumak da onun için çok güçtü. bora gelince ondan izin istedi. uyuyamazsın şimdi, maçı izle öyle uyursun, dedi bora. bora gidince arçil sevinçle, hoş herif bora ya, seviyorum onu, dedi:)çocukların hem sevgisinikazanıp hem de abuk sabuk isteklerini geri çevirmek arasındaki dengeyi tutturmak ne zor.

arçil izlerken heyecandan, bilgisayarda yazı yazan beni sürekli uyarıp durdu. maç, sanırım birlikte izlenmek istenen bir şey. ben pek hoşlanmıyorum izlemekten. dikkatimi vermem gereken bir şey yazmaya çalışıyorum, arçil'ciğim, dedim. bu, normal bir söz ama azarlanmış gibi hiisedip, özür diledi arçil. saat 12.00 de uyudu. sabah uyanamaz sanıyordum ama, gelecek seferki geç saat maçlarını izlemesine izin vereyim diye hemen uyandı sabah:)

OKS sınavında günlük hayattan da sorular çıkacakmış. bu nedenle kahvaltı sırasında çizgi film değil de haberleri açıyorum. sabah haberlerinde gazete başlıkları da okunuyor. sağdan soldan duyduğu şeylerle, che guavera'dan, robin hood'un sosyalist olduğundan bahseden arçil, geçen gün demirel solcuydu, değil mi, diye sordu çünkü. dünyadan haberi yok. bora ile ben elimizde olmadan kahkahayı bastık. nurullah adında dindar bir arkadaşı var. matrak da bir çocuk. arçil onunla çok eğlenceli vakit geçiriyor. eğer teneffüslerde onunla birlikte olmuşsa, daha merdivenlerden enüzübillahi raciiiim, filan diyerek çıkıyor. zihni karmakarışık, ama kendi yolunu bulsun istiyorum, hiç bir konuda baskı kurmuyorum. bir konuda fikrimi sorarsa söylüyorum.

aaa margot'cuğum sen ne demiştin? ben aldım başımı gidiyorum öyle. hah, arçil de fener'in saha formasını ısmarlamış, (onun bebeklik bakıcısının oğlu var, geçenlerde onları ziyarete gitmişlerdi de, arçil'i çok şımartıyorlar. o ısmarlamış.)beyaz üstüne limon sarısı çubuklu, dediğine göre. üstünde hangi futbolcunun ismi yazıyor bilmiyorum ama. dediğine göre çok hoşmuş.

hımm... abdulhak şinasi hisar'ı beğenmene sevindim. diğer kitaplarını daha sonra okuyacağım ben.

orhan pamuk'un hangi kitabını okuyorsun? yavaş oku tabii. biz son olarak yıldız ecevit'in, iletişim'den çıkan, orhan pamuk'u okumak, adlı kitabını aldık. onu okuyup tekrar okumak gerek belki. ama sonra, çok sonra. aklında olsun o kitap da.

ben de çok yavaşım bugünlerde. hava bugün ne uyuşuk, değil mi? renksiz. boza gibi bir şeyin içine düşmüş gibi hissediyorum kendimi.

neyse, ne çok şey anlattım bir çırpıda margot'cuğum. öpüyorum çok. yaramaz colin'i de elbette.

sevgiler.

Margot dedi ki...

Periciğim hoşbulduk!
Ben Galatasaraylıyım, yamyam fenerli :) İlk zamanlar benim takım değiştirmem için azıcık naz piyaz yaptı ama baktı ki olmayacak şimdi ecnebilerle oynanan maçlarda heyecanlanıp, ona eşlik etmemle idare ediyor. Çok zaman oldu ben de maç seyredip heyecanlanmayalı, çok da uzak kaldım, en son Galatasaray maçı seyrettiğimde çoğu fitbolcuyu tanıyamadım. Ama olsun, eski heyecanların hatırası ile bağlıyım bende takımıma :)

Orhan Pamuk'un çook uzun zaman önce Cevdet Bey ve oğulları kitabını okumuştum. O zamanlar hayat bana çok iyi davranmıyordu, arka arkaya kitap devirmekten başka da bir işle uğraştığım yoktu. O kitabı hiç sevmedim. Başka bir kitabını da okumadım. Geçenlerde Kara Kitap'ı okumaya başladım, çok beğendim. Detayları işleyişi beni mest etti. O kadar detay nasıl hatırlanır? Çok düzenli günlük tutuyor sanırım. Bir de fark ettin mi ( ya da okudun mu?) Kara Kitap'ta bir yerde Abdülhak Şinasi Hisar'dan bahsediyor. İsmini vermiyor ama ondan bahsettiğine eminim, tüm detaylar aynı. İki kitaba birden başladığım için bunu fark etmek çok hoşuma gitti. Sanırım Hisar'ın eşcinsel olduğunu ima etmiş biraz...
Kara Kitap'la ilgili bir kitap var onu okumaya niyet etmiştim zira içinde öyle çok gönderme var ki kesin bir hayli kaçırmışımdır diye düşündüm okurken. Ama alamadım onu henüz..

Şu an Benim Adım Kırmızı'yı okuyorum. Bir arkadaşım Kara Kitap'tan sonra Yeni Hayat'ı da okusaydın dedi. Belki onu da okurum. Çok sonra da dediğin kitabı okurum öyleyse :)

Hava hakikaten çok ağır, nemli ama ılık gibi, anlaşılmaz, garip hatta.

Sevgiler benden asıl ;)

endiseliperi dedi ki...

margot'cuğum,
bahsettiğin kitap, birçok yazarın kara kitap hakkında yazdığı makaleleri derleyen nüket esen'in "kara kitap üzerine yazılar" olmalı. seçerek okumuştum ben arasından bazı makaleleri. tekrar okumak gerek. kara kitabı da. bak sen, abdulhak şinasi hisar'dan bahsediyorsun, hiç ama hiç hatırlamıyorum. ama canım, benim her kitabı bir süre sonra tekrar okumam şart. unutuyorum. çok kötü bu. bora bir bilgisayar programı oluşturmaktan bahsediyordu, okuduğumuz kitapların nirengi noktalarını yazacağımız ve böylece geri dönüp o programa baktığımızda, kitabı da anımsayacağımız, ama tam olarak neydi, onu bile unuttum.

benim adım kırmızı, ne hoş, şenlikli bir kitaptı. öbür kitaplarını da oku tabii. yeni hayat'ı zevkle okursun, çok heyecanlı. sessiz ev'e bayılırsın. kitbın ilk bölümleri öyle şaşırtıcı ve güzel ki. sonra yaşlı bir kadın var, sen çok seversin onu. odasına gelen genç torunları onunla hep gülümseyerek konuşuyorlar da, o da içinden kızıyordu. sonra ben d edikkat ettim, yaşlılarla hep gülümseyerek konuşuyoruz. bu bir şekilde onları çocuksu gördüğümüz için olsa gerek. kadın buna sinirleniyordu galiba. sonra istanbul kitabını
da seversin. bir insanın bu denli içtenlikle kendisini, ailesini anlatmasın şaşarsın. beyaz kale'yi de oku. Benim öncelikle tekrar okumam gereken kitap o. sanırım anlamamışım ben onu.

Hisar'ın eşcinselliği bana biraz zihinsel bir seçim gibi gelir. yani o kadınların genel özelliklerinden gerçekten hoşlanmadığı için bir seçim yapmış gibi. hele o zamanki kadınların eğitimsizliğini düşünürsek, ilişkide koşulsuz samimiyeti ve eşitliği isteyen aydın birisi için çok zor heteroseksüel bir ilişkiyi yürütmek.

gördüğün gibi bilgisayar kuşu oldum bugün. arada atakuş'un bir ödevini yaptım; demokrasi'nin serüveni, konu başlığımızdı. sonra atakuş'un botlarına bağcık alıp geldim. Arada ona yaptığım tostları yaktım, tekrar yaptım. müthiş bir macera içindeyim anlayacağın. marketin yanında bir balıkçı tezgah açıyor. çok sevimli biri. kendi derdinde, saf biri. ayağını kırmış. ben oradan geçerken, balık kokan partal giysileri, karmakarışık saçı sakalıyla, bir müşterisine, "lütfen öyle söylemeyin, rica ederim, söylemeyin" diyordu. öyle görüntüden, böyle hoş cümleler duymak ne çok şaşırtıcıydı. bana baksa, konunun ne olduğunu bilmeden, onun tarafında olduğumu gülümseyerek belli edecektim ama bakmadı. çok kendi işinde gücünde çünkü.

sen resim de yapıyorsun, değil mi? ne hoş!

sevgiler.

Margot dedi ki...

Periciğim,
Bugün seninle sohbet günümüz oldu. Kendimi çaya gelmişim gibi hissettim sana, pek hoşuma gitti. Ne güzel, sen Orhan Pamuk'un bütün kitaplarını okumuşsun öyleyse! Bilgisayar programı harika olurdu evet, ben de zaman zaman kitabı hatırlasam da, onu okurken ilgimi çeken, nefesimi tutarak okuduğum, içten katılıp ah ne kadar da doğru dediğim, bir sürü detayını unutuyorum. Küçük kağıtlara ya da kitabın yanına ( çok fena bir şey ama) aldığım notlar oluyor bazen, kitabı açınca okuduğum zamana ışınlanmamı kolaylaştırıyor bunlar.

Ama yine de istediğim hızda kitap okuyamıyorum, o ritmi bir buluyorum, bir kaybediyorum. Kara Kitap'ı harika bir tempoda okudum ve bayıldım. Hemen Benim Adım Kırmızı'ya başladım ama nerdee, o tempo çoktan yerini bir ahesteliğe bırakmıştı. İçkim ve yelpazem nerde? Diyeceğim utanmasam :) Zaten bu aralar eve çok özeniyorum, bütün dekorasyon dergilerini alacağım kendimi tutmasam. Sonra onları köşe yastığına ilişip karıştırması ne güzel oluyor. Maison Française bu aralar favori hayale dalma aracım. Harika salonlar, uçuş uçuş perdeler, yeşiller, sarılar, morlar! Senin şu linklerdeki apartman therapy'de falan geziniyorum bazen. Ne güzel, ne güzel...
Resim yapardım eskiden, seneler oldu yapamıyorum. Şimdi suluboyaya özendim işte, bahara da pek uygun bir iş. Böyle pastel bir ortanca boyamak beyaz bir kağıda :)

serpil dedi ki...

merhaba peri,
orhan pamuk'un en sevdiğim kitapları sessiz ev,istanbul ve öteki renkler.ben de eskiden okuduğum kitapları hatırlayamayınca gerçekten çok üzülüyorum.aslında eskiden bir defterim vardı—evde henüz bilgisayar yokken—kitapların sevdiğim ve altını çizdiğim yerlerini yazardım,sonra okuması keyifli olurdu.uzun süredir onu da yapmıyordum ama tekrar yapmak istedim seni okuyunca bugün.faruk duman'ın kitaplarını da okumadım hiç,merak etttim sen yazınca.okumadığım bir kitaptan sözedildiğini duyunca hemen heyecanlanıyor ve internetten o kitap ve yazarıyla ilgili şeyler okuyorum,sonra da kitabı alıyorum.gerçekten sen de öyle güzel anlatıyorsun ki kitapları onyüzmilyon sayfa da yazsan okurum keyifle.sana mutlu bahar günleri diliyorum.serpil

endiseliperi dedi ki...

orhan pamuk okumaya ben de cevdet bey ve oğulları ile başlamıştım ve thomas mann'ın buddenbrook ailesini de okuduğum dönemdi o. evet, pek etkilenmemiştim. sonra tüm kitaplarını okudum ve çok ama çok sevdim. cevdet bey ve oğullarını da tekrar okudum böyle olunca.


eskiden kitabın yanına not almayı çok fena bulurdum ama şimdi öyle bulmuyorum. hayır, yine not almıyorum ama kitap bittiğinde arkasına tarih atıp, o sırada ne var ne yoksa kısaca yazıyorum.

dekorasyon dergilerine bayılıyorum. maison française benim de favorim. eskiden brava casa vardı, orada bir dairenin erkek ve kadın için ayrı ayrı dekore edilmiş hali olurdu, çok severdim. şimdi ikea var ya, kendimi kaybediyorum zevkten. bugün mail geldi ikea'dan, haftanın her günü için bir atraksiyon yapıyorlarmış bu ay. çoğu çocuklar için, pazartesi satranç dersleri var, cumartesi bezden oyuncak yapımı, çarşamba indirim günü, belli bir üründe yarıyarıya indirim yapıyorlar. bu haftasonu ikea mutfakta yemek şovu da olacakmış. belki biz bu haftasonu gideceğiz, çünkü bir tv sehpası bekliyoruz, bitmişti de, bu haftasonu gelmesi bekleniyordu. mail ile sormuştum ne zaman gelecek diye, hemen yanıtladılar, bayılıyorum, ne güzel çalışıyorlar. bir de masa ve sandalye almak gerek belki. aslında bizim bir sürü masamız var ama hepsi adana'da. bu ev küçük olduğu için onlara yer yok. bir masa ve dört sandalyeden oluşan bir takım 199 ytl! belki onu da lıp, bora'nın çalışma masasının arkasında oluşturabildiğimiz şu küçük boşluğa onu koyabiliriz. adana'dan eşyalar gelince bu kadar masayı ne yaparız, bilmiyoruz artık. oradaki masa, masif, kalın ahşaptandı ve sandalye değil de, sıra vardı. üstüne de ikea dan renkli minderler, yastıklar almıştık. kısaca bize ya kocaman bir ev ya da tüm bu eşyalar için iki ev lazım.

ayın 16 sında dikiş makinası dersi var. eğer öğrenebilirsem, salı pazarından kumaşlar alıp perde ve yastık dikmek de istiyorum.

böyle işte, bayılıyorum ben de dekorasyonla uğraşmaya. apartment therapy'de küçük evlerin dekorasyonu için fotoğraflar var şimdilerde, farkettin mi? bazı evler ne kadar hoş dekore edilmiş.

ben, eğer uğraşılmış olsa iyi resim yapabilecek biriydim sanırım. ama şimdilerde çocukların ödevleri dışında yapmıyorum. suluboyayı bora çok sever. geçenlerde maria grazia luffarelli adında bir ressamın, ince upuzun bir suluboya tablosu ile geldi. girişteki dar duvara astık. sarı bir deniz feneri var üstünde. belki ona, suluboya resim tekniği ile ilgili bir kitap almalıyım (çekmecesinde boyaları ve fırçaları var:). ama hiiiç vakti yok, ne yazık!

ooo ne güzel oldu gelip gitmen böyle, margot'cuğum. çok hoşlandım bugünden:)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

merhaba serpil,
ben dgül'ün sitesine de, senin sitene de giremiyorum, neden acaba? profiliniz uygun değil, diyor.

serpil, benim d evardı o defterden ama iyice yeniyetmeydim o zamanlar. tezer özlü'den bir sürü alıntı yaptığımı hatırlıyorum. sonra bir de şiir defterim vardı:) sevdiğim şiirleri oraya yazardım. öyle çok okumuştum ki, ezberlemiştim artık.

biri okumadığım bir kitaptan bahsedince ben biraz utanıyorum. bora ilearkadaşken, o bir kitaptan bahsetmişti de, okumadığım kitap için, üstelik hiç de okumayacağımı küstahça açıklamıştım. kimdi, hatırlamıyorum şimdi. bora daha sonra demişti bana, ne komik bir açıklamaydı öyle o, diye. biz arkadaşken bora'nın sinir olduğu bir çok şey yaparmışım aslında. sinir bozucu olmak da bir ilişkiyi başlatmak için tetikleyici olabiliyor demek ki:))

serpil, bu kitabı okumanı isterim gerçekten de. bak, o kadar güvenle söylüyor, mahcup olabileceğimi hiç aklıma getirmiyorum, o kadar yani:)

sevgiler.

Margot dedi ki...

Zaman işte! Zaman istiyorum bol kepçeden, battal boy zaman istiyorum. Aile boyu ya da işte en büyük boy ne varsa ondan :)
(Yamyam'ın Colin Kazım forması geldi!! Tam da onun sevdiği gibi sarı lacivert çubuklu klasik formadan aldım. Umarım akşama görünce sevinir!)
Ne diyordum? Ha, zaman. Evet çok dar geliyor bana, göz açıp kapayana kadar geçiyor günler, bir lokma zamanım var, bir şey anlamadan geçiyor, sabah yine iş! Hani suluboyalar, hani yogalar, hani o sinema, hani çorba, hani banyo, hani çamaşırlar, hani yazııı?? Yaa işte böyle periciğim :)

Dekorasyon çok ballı bir konu, hele bu aralar takığım o konuya. Bakıyorum hiç bir işe yetişemiyorum, yapıyorum bir zeytinyağlı enginar, açıyorum bir müzik, gelsin dergiler! Battı balık yan gidermiş!

Çok sevdim ben de seninle sohbeti, karşılıklı da yaparız umarım bir gün aynısından.

Çok sevgiler senin yanında, hem Bora'ya hem çocuklara hem de Tinacıka :)

dgül dedi ki...

Sevgili Peri, hoşlanmadığın yazarlar hakkındaki yazdıklarından sonra düşündüm de, aslında hoşlanmadığın hiç bir şeye daha fazla yer vermemek sanırım aslında yaşamda. Evet iyisi, kötüsü elbette yaşanacak, ama bellekte kötüler, hatırlanmak istenmeyenler ya da bize iyi hissetirmeyenler ne kadar arkalarda yer alırsa mutlu olabilme şansımız da o ölçüde fazla olabilecektir diye düşünüyorum.
Önerilerin için tekrar ve içtenlikle teşekkürler, hemen kaydettim alınacak kitaplar listeme. Lakin güleceksiniz belki, ama ben henüz bayağı gerilerdeyim, internet yoluyla alışveriş mevzusunda ne deneyim ne de cesaretim olamadı şimdiye değin. Sanırım başlamak gerek bir şekilde. Bu arada evinizi "okuma evi" olarak tanımlamanıza da bayıldım. Benim çocukluktan beri hayalimdir bu, ama maalesef oğluma okumayı sevdirmeyi başaramadım halen. Babamız da okur her fırsatta aslında, hatta ben daha az zaman yaratabiliyorum diğer ev meseleleriyle ilgilenmekten. Ama ne yapsam ona okuma huzur ve keyfini öğretemedim. Sadece zorunluysa okuyor, o kadar. Benim oğlum 6. sınıfa gidiyor ve tek çocuk olmaktan mütevellit, büyüse de halen her yaptığı işte mutlaka benim de yanında olmam gerekiyor. onun kendi sorumluluklarını üstlenip, benim de kendime ayırabileceğim zamanlarımın olmasını dört gözle bekliyorum. Neyse çok vaktini almayayım artık, Margot'la olan söyleşileri okudukça da her bir dalda söyleyecek bir şeyler geliveriyor aklıma. Yeniden, yine evinizden, sizden yana sevgiler yolluyor, bolca mutluluk diliyorum...

endiseliperi dedi ki...

sevgili dgül,
ben de sipariş vermiyorum internetten, bora'ya söylüyorum o veriyor:) ama zor mu, hayır çok kolay. siteye girip üye oluyorsun, istediğin kitapları alışveriş sepetine atıyorsun, satın al, deyince de bir takım yerleri dolduruyorsun. belli bir süre sonra kargo, kapıya geliyor:) kitaplara da hem indirimli bir fiyatla hem de taksitli ödeme imkanıyla kavuşuyorsun. öyle yap bence.

bizim ev, evet okuma evi ama, çocuklar okumuyor ki! arçil'e kalsa sınıfta en çok okuyan kişi o. hem diyor, "ben senden başka bir bireyim, senin gibi olmamı neden bekliyorsun? ben boş vaktimde bilgisayar oynamaktan hoşlanan biriyim." bora diyor ki, hep senin yüzünden, görevlerini öğrenmeden önce haklarını öğreniyorlar senin konuşmaların yüzünden. çünkü ben kızıyorum ama nedamet getirirken de, onu anladığımı ifade etmek için bir sürü şeyden bahsediyorum böyle.

neyse. hem henüz 6 yaşında değil mi çocuğun!? 6 yaşında arçil bir kitap kurduydu. bir bahçe partisine gitmiştik de o gürültüde oturup kitap okumuştu azıcık ışık altında. herkesin takdirini kazanmıştı, ama görüyorsun, hiç belli olmuyor işte.

evde kitap okuyan insanların örnek olacağı hikayesi de bir açıdan yalan galiba. onların dünyaları böyle olacak, ne yapalım?

çocuklara dırdır yapınca, çizgi roman kitaplığının önüne gidiyorlar hemen. böyle işte.

hiç sıkma canını yani. kitaplar ve sessizlik vermek yeterli, okumuyorlarsa, yapacak bir şey
de yok.

sevgiler.

şule dedi ki...

pericim merhaba;
yine o kadar guzel yazmissin ki,canim cekti bu oykuleri okumayi, hemen girip idefixden ismarladim. tabii idefixe girip, bir kitapla cikmak olmaz deyip, aklimda olan 1-2 sey daha ismarladim. pazartesi elimde olurlar. kitapci dolasmayi sevsem de, boyle internet uzerinden ismarlamak da cok hosuma gidiyor. okulda calisirken ansizin, kargo elemani beliriveriyor elinde paketimle. hediye almis gibi seviniyorum ben de :) bu kez hediye senden geldi gibi olacak. sen vesile oldun ne de olsa :)
sevgiler canim.

semiramis dedi ki...

heeeeeey, ben de katılmak istiyorum bu güzel sohbete.
ben cevdet bey ve oğullarını 10-11 ay önce yeni doğan bebeğimi uzuuuuuun emzirme seanslarim sirasinda okudum ve o kadar etkilendim ki! Etkisinden kurtulup başka bir kitaba başlamam uzun zaman aldı. Sıradan insanların sıradan yaşamlarını, öööyle sıradan birşey yazıyormuş gibi anlatması çok hoşuma gitti. Hepsi birer anti-kahraman, hepsi biraz looser. Kendim ve çevremdekiler gibi.
Olay yok, aksiyon yok ama öyle merak uyandırıcı ve sürükleyici geldi ki bana. Ama bu kitabı, sıradan yaşamları (kendi ailem ve çevremdeki) küçümsediğim ve sanki kendi yaşamımın onlarınkine hiç ama hiç benzemeyeceğine nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde emin olduğum zamanlarda okusaydım böyle etkilenmez ve beğenmezdim. Eminim.
Beyaz Kale de favorimdir. Utanarak söylüyorum ki, diğer kitaplarını henüz okumuşluğum yoktur. Ama kitaplıkta dizi dizi bekliyorlar...
Hemen diğer konuya geçiyorum zort diye. Bağlayamadım çünkü:(
Çocuklara kitap okuma alışkanlığı edindirmenin anne ve babanın davranışları ile bizim sandığımız, inandığımız kadar ilgili olduğunu düşünmüyorum artık ben. Anne ve babalar olarak kendimizi hırpalamayalım bence, başka birçok şey bizi zaten ve mecburen hırpalıyorken. Olay tamamen çocuklarımızın kişiliğe ile ilgili. Ne güzel söylemişsin pericim "biz onlara kitap, sessizlik ve huzur verelim gerisi onların bileceği iş". Sonuçta hiç kitap okumamayı da seçebilirler ve bu durum belki de ne başarısızlık ne de kafamızda abarttığımız başka sonuçlara yol açar. Önceden "çocuğum mutlaka kitap okumalı" diye düşünürdüm. Şimdi öyle düşünmüyorum. Kendisi bilir. Yalnızca ben hayatım boyunca kitap okumak istiyorum, onu biliyorum.
Öyle işte pericim, benim de idefix listem iyice kabardı. Vermek lazım sipariş.

Adsız dedi ki...

walla bu blog sayeisnde okuma huyum gelişmeye başlamıştı üstüne blogger arkadaşlarda böyle özendire özndire kitapplardan bahsedince kitap almak farz oldu şimdi okunmayı bekleyen 20 ye yakın kitabım var ne mutlu bana ne mutlu size ...


yüreğinle kal...

çalışan anne dedi ki...

Sayın endişeli peri

Ben de blogunuzu okumaya başladıktan sonra daha fazla kitap ve daha farklı kitaplar okumaya başladım.Bu konuda size ne kadar teşekkür etsem azdır .Ben de sizin gibin polisiye çok severim (matthew scudder kitapları ve sue graftonun kitapları zannediyorum ortak zevklerimiz)
Önerilerinizi zaman zaman ben de okuyorum .Bazen aynı fikirlerde olmasak da farklı tatlar denemenin ve tatmanın gerekliliğine inanıyorum ( Dashiel Hammett hakkında öyle güzel bir yazı yazmıştınız ki sırça anahtarı almadan edemedim ,ama bende hayal kırıklığı yarattı.)

Diagonal'ın dediğine tamamen katılıyorum .Ben ve kocam kendi çapımızda kitap kurtlarıyız ama oğlumuzu bizden çok farklı(kendisi 3 yaşında bir haylazdır ) .eskiden ben de beraber kitap okumaya çalışırdım ama bu pek zorla olacak bir şey değilmiş .Umarım oğlum büyüyünce kendi zevklerime daha fazla zaman ayırma olanağı bulurum ben de sizin yaptığınız gibi

Kitapları o kadar güzel inceliyorsunuz ve blogunuz o kadar güzel ki birçok gazetedeki kitap eleştirileri sizin yanınızda sıfır kalır

Sevgiyle kalın ve titizlikle yazmaya devam edin .Size yazmasalar da bence sizi sessizden takip eden bir hayran kitleniz var

endiseliperi dedi ki...

semiramis'ciğim, ne güzel şeyler yazmışsın! cevdet bey ve oğulları'nı ilk kez okuduğum zamanlar, sanırım, orhan pamuk'un kendi PR'ını yapması konusunda çevremdeki olumsuz yorumlara çok açık olduğum bir dönemdi. sonra (diyebilirim ki, bora ile orhan pamuk hakkında yaptığımız tartışmalarda, bora'nın edebiyat eseri ve yazarlık hakkındaki görüşlerinin etkisi çok olmuştur. hatta, hatırlamaz belki o, bu konudaki ilk konuşmamızı, henüz arkadaşken bir filmden çıkmış -güvercinin kanatları'mıydı?-, cumhuriyet meyhanesine gitmiştik de, orada yapmıştık) değişti her şey ve diğer kitaplarını, onun adı etrafında dolaşan o çiğ yorumlardan bağımsız okumuş, hayran kalmıştım. cevdet bey ve oğulları'nı tekrar ve zevkle okumuştum sonra. bizde nebil özgentürk'ün yazıp yönettiği, "orhan pamuk- anılar ve nobel" isimli CD'si de var. burada onunla yapılmış röportajda, kendini ifade etme biçimine, kendine, yazarlık durumuna, türkiye'deki siyasi ve edebi çevrelere yaklaşımını çok hoş bulmuş, neredeyse aşık olmuştum. diğer kitaplarını da zevkle okuyacağına eminim.

senin gibi ben de aniden önümüze çıkan o kaygan çocuk meselesi uçurumundan yuvarlanayım:)

çocuk sahibi olmak, biraz da zihnin puslanıp, gerçekleri görmeyip, hiç farkında olmadan bir uçurumdan, bir delikten kayıp, kendini bulduğun bambaşka bir dünya sunuyor. bu dünya, daha önce bildiğin dünyadan pek az iz taşıyor. şaşkınlaşıyoruz, öyle ki, bu şaşkınlımız yılllar yıllar boyu da devam ediyor. dediğin gibi çocuklar hakkında temel alacağın ortak ilkeler çok az. çünkü her çocuk, o çok orijinal, benzeri olmayan kişiliğini dayatıyor. bu da kendi anne babası tarafında aldığı eğitimle büyümüş, çoğu kez de zedelenmiş ruhumuzla, çocuk eğtimi hakkında okuduğumuz kitapların o hiç gerçek olamayacak gibi duran örnekleriyle, çevremizin değer yargılarıyla önümüze bir çocuk yetiştirme çorbası koyduğu bir gerçek. hele hele çocuklar için kendi varlığını neredeyse sonuna kadar hafifletmen gereken bir terazi var günümüzde. hal böyle olunca çocuğun kendisi ve sen'in oluşturduğu o özel, biricik, sapsakin olması gereken ilişki güme gidiyor.

bütün bunlarla birlikte sadece bir çocuk sahibi olmanın ve onun istediğin gibi biri olmasının çok ama çok zor olduğu fikri dışında, kör topal, o apansızın da olsa gönüllü olarak atladığın uçurum dışında, küçük küçük uçurumlardan atlayıp duruyorsun yüreğin ağzında.

neyse, çok uzun yazdım sanırım.

içten sevgilerimle hoşçakal, semiramis'ciğim.

endiseliperi dedi ki...

canım, şuleciğim,
ne hoş seni görmek! benim şu şifreli bloglara girmek konusundaki tedirginliğim devam ediyor. dün gece sitene girdim, bir sürü yazı birikmiş yine. en kısa sürede, şöyle sakin bir zamanda sana geleceğim. az önce türk kahvesi yapıp, fal kapattım kendime. hiç ama hiç anlamıyorum ama, kuruyunca fincanı özenle kaldırıyor, falcıların o esrarengiz fincanı döndürme hareketiyle çeğeçevre içine bakıyor, hımmm, deyip yıkıyorum:) ama içimdeki sıkıntı hafifledi de kendimi daha iyi hissediyorum sanki bugün.

biz, yılda bir kez, olmadı, dayanamyıp iki kez topluca sipariş veriyoruz idefiks'e. bazen dayanamayıp çok istediğimiz kitapları başka kitapçılardan alıyoruz. yıl boyunca da çantamızda bir defter kalemle dolaşıyoruz listeyi oluşturmak için. kısaca idefiks'ten yılda bir kez hediye geliyor bize:)

çok öpüyorum, kendine ve ozan'a iyi bak.

sevgilerimle.

endiseliperi dedi ki...

diagonal hoşgeldin,
sen öyle dedin ya, ben o yirmi kitabı merak eder dururum. bazen bir cafe'de ya da yolculukta birisi kitap okuyorsa, onu da çok merak ediyorum. gidip sormak istiyorum, ama tuhaf olur herhalde. evet, yapmamak lazım öyle şeyler:)

iyi okumalar sana.
sevgilerimle.

endiseliperi dedi ki...

çalışan anne, güzel sözlerinizle beni öyle utandırdınız ki, sizi okuyunca mutfağa kaçtım bir süre.
ben iyi bir okur olmaya çalışıyorum sadece. kitap eleştirisinin, kitap çözümlemesinin çok ama çok profesyonellik gerektiren bir iş olduğunu biliyorum. burada sadece biz bize sohbet ediyoruz işte. yine de çok ama çok teşekkürler, iltifatlar için kocaman, dipsiz bir tencerem var. iltifatları okuduktan ya da duyduktan çok sonra da o tencereyi karıştırıp duruyorum. içine birkaç kertenkele kuyruğu, azıcık yarasa kanı damlatınca tam istediğim gibi köpük köpük de oluyor:)

sue grafton kitaplarım dashiell hammett'larla birlikte adana'da bir kolide. sue grafton'ın kitaplarında öncelikle hoşuma giden kadın kahramanı kinsey millhone'un yaşam biçimi, yaşama tutunma biçimi. o, garajdan bozma basit evi, sabahları yaptığı koşu, ev anahtarını spor pabuçlarına bağlamayı akıl edişi:) sahip olduğu tek siyah elbisesi, yaşlı ama çok çekici ev sahibi ile sevgi dolu ama mesafeli ilişkisi, her gün yemeğe gittiği o lokantanın sahibi ile ilişkisi, fıstık ezmesi ile turşu yemeyi isteyişi (öyle miydi?:), ofisi, sigorta şirketiyle neden çalışmak zorunda oluşu... bunlardır da, suç mevhumu hakkındaki fikri ve suçluyu bulmak konusundaki geliştirdiği yöntem beni pek ilgilendirmez. kinsey millhone,, yaşam biçimi ile bana öyle ya da böyle güç vermiş biridir.

dashiell hammett konusunda ise daha tutkuluyum, biliyorsunuz işte. o, sue grafton'dan çok daha önce yazmış ve sonraki bir çok yazarı da etkilemiş. bu nedenle onu okuduğunuzda size çok bildik gelmiştir. oysa o bir ilk. polisiye romanın, saygın bir edebiyat türü olmasını sağlamış biri. hem sanırım ki, ince adam'ı okumanız, dashiell hammett'la ilişkiniz için daha geliştirici olacaktı. ayrıca sırça anahtar'ın, bildiğimiz polisiye kitaplardan daha farklı bir yapısı vardı, yanlış hatırlamıyorsam (nereden baksan okumamın üstünden bin yıl geçmiştir) ve bu yapı polisiye türü daha karmaşık, daha politik yapıyordu.

onunla, ince adam'la birlikte tekrar tanışmayı deneyin. ondan sonra diğer kitaplarını da seveceğinize eminim. yaşamda da birini sevmemiz, onun bir özelliğine, ne bileyim mesela, bir tartışmada aldığı doğru tavra, tutucu bir konuda yaptığı hoşgörülü ve ironik bir yaklaşıma bağlıdır da, onunla kurduğumuz ilişkide artık temel olarak onu, sevdiğimiz bu özelliğinden, zihnimizde onun hakkındaki bu anıdan yola çıkarız. doğrusu, dashiell hammett benim için ince adam'la okunmaya başlanması gereken biridir bu nedenle.

onun gerçek yaşamındaki doğru tavrı ve hatta sevgilisi lillian hellman ile kurduğu ilişki biçimini de çok severim. o, bütün kadınların sempti duyduğu bir erkek türünden. öyle imiş. kadınlar, onun tarafından anlaşıldıklarını hem de çok hoş anlaşıldıklarını düşünürmüş. gerçekten de kadınlara yazdığı mektuplar çok sevimli imiş. türkçe'ye çevrilmedi sanırım o dokümanların olduğu kitap, ben okumadım.

böyle işte. bugün de çok konuşuyorum. klavyeye hızlı hızlı bastıkça bizim kuşun bu sesle şehvete kapılıp ötüşünü duymalısınız:)

sevgiler.

dgül dedi ki...

Sihirli Peri, kaynayan dipsiz tencerenin üzerinde duruyorum ben yine, buharları kaçmadan yakalayayım diye.
" bora diyor ki, hep senin yüzünden, görevlerini öğrenmeden önce haklarını öğreniyorlar senin konuşmaların yüzünden. " cümleni düşünüyorum yazdığın günden beri, hukukçu olmanla ilgili sanırım bu durum ama aslında olması gereken, ne kadar da demokratik.Biz de de durum benzer belki (emin değilim, sanki ben daha çok sorumluluklar üzerinde durmuşum gibi ama) en azından bilgisayar başından kalkmak istemediğinde yaşanan diyaloglar sizinkilerle (bizimki 6. sınıf, 12 yaşına yaklaştı) çok benziyor. Biliyorum tabii, ben de katılıyorum ayrı bir birey, ayrı bir ruh, ama düşünmeyen bir insan olmasını istemem asla ona da eminim. Oğulcuğum (Erdem) düşünmeyi sever, yaşından fazla da kafa yorar bir çok farklı konuda, ama her okunanın (çok uç olmadıkça) düşünce dağarcığına ayrı katkılar yapacağını düşünüyorum ben. O davranışı kazanması dilediğim, hepsi bu, yoksa ona şekil vermek değil tabii ki.
İşte böyle karışık düşünceler Peri'ciğim bendekiler.
Üstteki yorumlarda adı geçen yazarlardan itibaren kendimi çok yabancı hissetmeye başlamıştım ki; çözdüm mevzuyu, ben neredeyse hiç polisiye okumuyorum, almıyorum da.Lakin senin yorumunu (hele o romantik yorumlarını) okuyunca tek açıdan baktığımı düşünmeye başladım. Ne bileyim, belki cesaret ederim denemeye. Sıkıntının azalması da iyi haber, baharın neşesine bırak derim yavaş yavaş sen de ruhunu.
Son bir dip not, benim blogum yok, ben sizin gibi güzel yazanları okuyan, arada da böyle ses çıkartan, yüz verildikçe gürültüsü çoğalan bir hazır okuyucuyum naçizane :)) (müsaadelerinizle tabii ki)
Öpüyorum sizi, sevgilerimle...

Adsız dedi ki...

endişeli peri ozaman ben senin merakını hemencecik gidereyim
1- ezan vakti(beethoven)
2-ata mezarllığı( mehmet mollaosmanoğlu)
3-kötü ruh(maxime chattam)
4-gılgameş(hakan gedik)
5cangüncem(küçük iskender)
5-kızıl nehirler(jean-christophe grange)
6-gül balosu(andonis surunis)
hayat denen oyun ( dr. eric berne)
7-şu çılgın türkler(turgut özakman)
diğerleride bordo -siyah dünya klasiklerinden tekrar tekrar okumaktan bıkmadığım kitaplar...

Adsız dedi ki...

endişeli peri ozaman ben senin merakını hemencecik gidereyim
1- ezan vakti(beethoven)
2-ata mezarllığı( mehmet mollaosmanoğlu)
3-kötü ruh(maxime chattam)
4-gılgameş(hakan gedik)
5cangüncem(küçük iskender)
5-kızıl nehirler(jean-christophe grange)
6-gül balosu(andonis surunis)
hayat denen oyun ( dr. eric berne)
7-şu çılgın türkler(turgut özakman)
diğerleride bordo -siyah dünya klasiklerinden tekrar tekrar okumaktan bıkmadığım kitaplar...

Handan dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
melda dedi ki...

Av Dönüşleri'ni çok merak ettim.
idefix'de kalmamış, baktım. Bulunca hemen alıp okuyacağım. Tavsiye için teşekkürler Peri :)