İnsan sanıyor ki “karmaşa” çok sesli, gürültülü, hareketli, tansiyonun ani düşüş ve yükselişleriyle sert bir seyir sunar. Hiç öyle değil. Sessiz, sakin, içedönük… bir satranç oyuncusu taşı hareket ettirmeden önce iyice bir tartıyor gibi geniş, geniş bir zamana yayılmış… sözcükler gayet müşkülpesent yer beğeniyor gibi… “habersiz” bir arkadaş aradığında, “hep aynı” denilecek neredeyse.
Bir karmaşa var, ki yavaş okuyorum. Masumiyet müzesi hala bitmedi. Kitabın sayfalarında oyalandıkça da oyalanıyorum. Biliyorsunuz, kitabın kahramanı, saplantılı bir tutkuyla sevdiği kadına olan aşkının sürecini anımsatan nesnelerle bir müze oluşturuyor. Size hiç müze kuruldu mu? Gerçi her evin nesneleri ortak yaşanmış anılarla dolu bir müzedir ya.
Bana kitaptaki benzer nesnelerle oluşturulmuş bir dosya sunmuştu biri. Hukuk fakültesindeyken, ortak arkadaşlarımızdan biri, Kemal’in saplantısına çok benzer bir saplantıyla tutulmuştu bana. İnsan böyle durumda övünç filan duymuyor, tuhaf bir şekilde çok rahatsız oluyorsun, hapsedilmiş gibi. Onun bu tutkusuyla hiç ilgilenmediğim gibi, çocuktum da o zamanlar biraz, çok, çok sert, kıyıcı davranıyordum ona. Yıllarca sürdü bu. Onun hayatında bu kadar yer etmiş olmam haksızca geliyor bana, ona karşı haksızlık. Arkadaşlarım dalga geçiyorlardı, yani ne olur ki sevgili olsan, ne büyük rahatlık, diye. Gülüyordum onlarla birlikte ama canım sıkılıyordu içten içe. Elimden gelen bir şey yoktu, benden çıkan bir virüs bir şekilde onun zayıf noktasını etkilemiş de hastalanmış gibiydi. Beni seçmesinin, böyle bir tutku geliştirmesinin benimle hiç ama hiç ilgisi yokmuş gibiydi.
Fakültenin önündeki ışıklardan karşıya, Şah kahvesine giderken görmüş beni ilk. Yavruağzı bir gömlek varmış üstümde. O hız içinde bir göz aldanmasıyla kumral, yeşil gözlü sanmış beni ki, öyle tiplerden hoşlanır. Gerçeğin bambaşka olması onu tutkusunu hiçbir şekilde değiştirmedi. Beni gördüğü o ilk anda ki kalbinin çarpıntısına bağlı kaldı hep. Bir yavruağzı kazak hediye etti bana bir gün, sana bu renk çok yakışıyor, giysene bunu, diye. Başka bir uzmanlık alanı daha vardı ve hukuk okuyordu bir yandan da. Uzman olduğu o konuda bir kitap yazdı ve bana ithaf etti, verdiği güç, cesaret ve yaşam sevinci için… gibi bir şey yazarak…
Reha ile evlenmeye karar verdiğimizde, bir tür sorumlulukla ona bildirdim durumu. Görüşmek istedi ve görüşmeye elinde kocaman bir dosya ile geldi. Kazağımın üstünden filan gizlice aldığı saç tellerim, o zamanlar içmekten hoşlandığım ince, tatlı puro izmaritleri, dişlenmiş kalemim, çay içtiğim bardağın iz bıraktığı kağıt, vs vs bir sürü mektup, şiir…. Öyle kötü yazılmışlardı ki, tiksinti ya da ağlamak isteği arasında gidip gelmiştim. Gurur duydum çok, filan dedim sanırım, ama gurur filan duymamıştım, elimde tuttuğum dosya bir, bir hastalıktı olup olacağı. Beni ilgilendirmiyordu ve ilgilendirsin de istemiyordum. Çabuk kalktım masadan. Eve gidip bir çekmeceye attım dosyayı. Hiçbir zaman tam okuyamadım. Hiçbir zaman atamadım da. Yıllarca o evden şu eve, bu serüvenden diğerine benimle dolaşıp durdu. Geçenlerde bir öğle saati filandı galiba, TV’yi açıp dolaşırken kocaman ekranda, onun yakın çekim kocaman, kıvırcık saçlı başını gördüm. Bir sürü şirket filan kurmuş, çok zengin olmuş görünüyordu, neşeliydi, kendinden hoşnuttu. İçimde, eski boğuntulu sıkıntı yükseldi yine de, başka bir kanala geçtim, izlemedim onu.
5 yorum:
Peri,
Durumun iyiliği kötülüğünden gayrı, bu kadar "güzel" anlatılır herhalde bir "durum"...
Demek bizim dosyalarda evden eve dolaştı, sonra televizyonlarda kanal değiştirildi :)...
Şaka!... Ama okurken içim acıdı, bu şaka değil...Hatta ne zamandır bu kadar dokunan bir kısa yazı okumamıştım.
Sağlıcakla kal...
Bu da 19 0cak için...
http://www.youtube.com/watch?v=_HuK44CVneI
Erhan Abi'nin mezarına gittik, eşi Ayşe Abla ile...
Bizi görüyordur dedi...Bizi görüyordur...,
Görüyor mudur Koray dedi... Abla, beni biliyorsun dedim, ne diyebilirim ki...
Abla, ateş düştüğü yeri yakar, ateşin düştüğü yere inanırım ben, senin acına inanırım, senin gördüğüne inanırım...
Bunları söyleyebildim sadece...
Peri gene çok güzel anlatmışsın, benim karmaşam da sesiz sakin içe dönük olur, ne zaman dinginsem dışımda içimdeki karmaşayı saklama isteğimdendir bilirim. Ne feci bir şey birinin duygularına karşılık hastalıklı, virüslü bir şey gibi demek, seni yadırğadığım için demiyorum bunları, insanların duyguları birbirini karşılamadığında içimden birşey yerinden kopup gidiyor gibi hissettiğim için... Galiba Uzuner haklı; hayranlık vanilya kokar, acıma duygusu sirke! İşte bu sirke duygusu sarınca heryeri o kokuyla bir şey olmayacağını anlıyor insan, yaşı kaç olursa olsun....
hahaa süper!
Yorum Gönder