Masumiyet müzesi bugün öğle vakitlerinde bitti. Ağladım biraz sonrasında. Pamuk’un çok iyi kitaplarından biri değil, ama iyi bir kitap… ve ben biliyorsunuz ya, yürekten okudum kitabı. Çok inandım ona. Pamuk’un kadın tiplemesini zayıf bulanlar burada birçok iyi çizilmiş kadın karakterle karşılaşacaklar ve kadın diyaloglarında, onda var olduğuna inandıkları sorunun çözüldüğünü fark edecekler. Ayrıca bu müze fikri bana çok, çok yaratıcı geldi.
Diyorum ya kitap seçmede doğru zamanı yakalama ustasıyım ben. Bu kadar denk düşemezdi. Okuyun siz de. Ama lütfen, bir tolerans tanıyın kitaba, yüreğinizde gerçek ya da hayali bir aşk ateşi yansın, öyle okuyun. Ben, kitabın tutkulu yüksek aşk grafiğinin en tepesinde yakaladım bu aşkı. Aşkım bu okumayla mı beslendi, ben bu aşkla mı kitabı okuyup onu çok benimsedim, emin değilim. Ama size diyeyim, tanrısal bir zamanlamaydı.
Kitap bitti.
Aşk bitmedi. Bu aşkın olamazlığına ilişkin ahlaki, teorik, pratik, teknik bir sürü karşı yargılar var… küçümseyen ya da duymuyor olabilirim diye tehlike sinyallerini kulağımda çınlatan… şiddet dolu bir müdahale ile bulandırmak, buz gibi sessizlikle yalnızlaştırmak isteyen yargılar. Kendi kendine hızla çarpıp duran kalbim, çaresiz bir özlemle kasılan midem, sadece ona yönelmiş düşüncelerim bu bedenin içinde kendi gücüyle ve kararlılığı ile öylece duruyor ve şu aralar bu beden bu dünyanın içinde hiç değil. Böyleyken kimseyi kırmak istemem, nasıl kırarım! Ama oluyor, elimden bir şey gelmiyor. Çok üzgünüm, affedin beni. Böyleyken bir yandan çok zayıfken yani, bir taraftan da güç buluyorum kendimde… Bu aşkın olanaksızlığını anlatan her engele meydan okuyorum sakince, telaşlanmadan. Meydan okumak bile değil konuyla ilgisiz buluyorum bu sözüm ona engelleri. Bu başlı başına saf, soylu, korunmasız aşka, benim içimde özenle büyüttüğüm bu çok kıymetli şeye müdahale edilmesini, bazı akıllı sözlerle incitilmek istenmesini hiç de etik bulmuyorum. Şu anda çok acı çektiğim ve sonrasında daha da acı çekeceğim yolundaki ihtarları anlıyorum biraz… Ama içimde acının yanında bu duygunun oluşturduğu öyle büyüleyici ve beni nefessiz bırakan bir mutluluk var ki, bunu anlatamıyorum. Öyle mutluyum ki…
İçten ve sevgi dolu mektuplarınız ve yorumlarınız için çok, çok teşekkür ederim. Çoğuna yanıt yazamadım. Beni biliyorsunuz, çok açıklama yaparım, ama kendime bile doğru dürüst ifade edemezken bir yanlışa da düşmemek için konuşamadım. Şimdi artık, dünyaya taşımam lazım kendimi yavaş yavaş ve bazı teknik sorunlarla boğuşmam… Bunun için gerekli gücü bulmak için yemek yemeğe, sigarayı azaltmaya, biraz kilo almaya gayret etmem filan.
Yarın Ufuk, kardeşi Şafak ve fakülteden ortak arkadaşımız Ahmet gelecekler eve. Az önce mutfak pencerelerine minik ışıklar yerleştirdim, mumlar koydum sağa sola, sabah biraz yemek yapacağım. Öyle özledim ki Ufuk’u, sevinçten gözlerim doluyor. Gece burada kalacaklar. Keşke hava bu kadar soğuk olmasa… Keşke çabucak gelse bahar… Hamsun’ın “Hüzünlü havalar” kitabına başladım çünkü, onun henüz ilk sayfasında çok nefis anlattığı orman yazısı için, karşıya bizim ormana gitmeyi çok istiyorum. Eh, Tanrı beni şu aralar kitaplara karşı bu denli hassaslaştırmışken cinai bir romanı karşıma çıkarmasa iyi olur:p
Sevgiler.
Diyorum ya kitap seçmede doğru zamanı yakalama ustasıyım ben. Bu kadar denk düşemezdi. Okuyun siz de. Ama lütfen, bir tolerans tanıyın kitaba, yüreğinizde gerçek ya da hayali bir aşk ateşi yansın, öyle okuyun. Ben, kitabın tutkulu yüksek aşk grafiğinin en tepesinde yakaladım bu aşkı. Aşkım bu okumayla mı beslendi, ben bu aşkla mı kitabı okuyup onu çok benimsedim, emin değilim. Ama size diyeyim, tanrısal bir zamanlamaydı.
Kitap bitti.
Aşk bitmedi. Bu aşkın olamazlığına ilişkin ahlaki, teorik, pratik, teknik bir sürü karşı yargılar var… küçümseyen ya da duymuyor olabilirim diye tehlike sinyallerini kulağımda çınlatan… şiddet dolu bir müdahale ile bulandırmak, buz gibi sessizlikle yalnızlaştırmak isteyen yargılar. Kendi kendine hızla çarpıp duran kalbim, çaresiz bir özlemle kasılan midem, sadece ona yönelmiş düşüncelerim bu bedenin içinde kendi gücüyle ve kararlılığı ile öylece duruyor ve şu aralar bu beden bu dünyanın içinde hiç değil. Böyleyken kimseyi kırmak istemem, nasıl kırarım! Ama oluyor, elimden bir şey gelmiyor. Çok üzgünüm, affedin beni. Böyleyken bir yandan çok zayıfken yani, bir taraftan da güç buluyorum kendimde… Bu aşkın olanaksızlığını anlatan her engele meydan okuyorum sakince, telaşlanmadan. Meydan okumak bile değil konuyla ilgisiz buluyorum bu sözüm ona engelleri. Bu başlı başına saf, soylu, korunmasız aşka, benim içimde özenle büyüttüğüm bu çok kıymetli şeye müdahale edilmesini, bazı akıllı sözlerle incitilmek istenmesini hiç de etik bulmuyorum. Şu anda çok acı çektiğim ve sonrasında daha da acı çekeceğim yolundaki ihtarları anlıyorum biraz… Ama içimde acının yanında bu duygunun oluşturduğu öyle büyüleyici ve beni nefessiz bırakan bir mutluluk var ki, bunu anlatamıyorum. Öyle mutluyum ki…
İçten ve sevgi dolu mektuplarınız ve yorumlarınız için çok, çok teşekkür ederim. Çoğuna yanıt yazamadım. Beni biliyorsunuz, çok açıklama yaparım, ama kendime bile doğru dürüst ifade edemezken bir yanlışa da düşmemek için konuşamadım. Şimdi artık, dünyaya taşımam lazım kendimi yavaş yavaş ve bazı teknik sorunlarla boğuşmam… Bunun için gerekli gücü bulmak için yemek yemeğe, sigarayı azaltmaya, biraz kilo almaya gayret etmem filan.
Yarın Ufuk, kardeşi Şafak ve fakülteden ortak arkadaşımız Ahmet gelecekler eve. Az önce mutfak pencerelerine minik ışıklar yerleştirdim, mumlar koydum sağa sola, sabah biraz yemek yapacağım. Öyle özledim ki Ufuk’u, sevinçten gözlerim doluyor. Gece burada kalacaklar. Keşke hava bu kadar soğuk olmasa… Keşke çabucak gelse bahar… Hamsun’ın “Hüzünlü havalar” kitabına başladım çünkü, onun henüz ilk sayfasında çok nefis anlattığı orman yazısı için, karşıya bizim ormana gitmeyi çok istiyorum. Eh, Tanrı beni şu aralar kitaplara karşı bu denli hassaslaştırmışken cinai bir romanı karşıma çıkarmasa iyi olur:p
Sevgiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder