Cuma, Nisan 16

"hiçbir zaman söyleyemeyecekler nedenini bize seni yitirişimizin"



şimdi gidip uyusam iyi olur (2.55). şu an dünyada yapabileceğim en doğru hareket, iki adım uzaklıktaki yatağa gidip, ışığı açıp, aniden ve kaçınılmaz olarak uykuya dalacağım o ana kadar okumak. öyle de, ben ne yaptım? mutfağa gidip demliğe baktım. çay bitmiş. poşet çay yaptım (poşet ne çirkin bir sözcük. tuhaf bir rahatsızlık veriyor. fotoğrafa foto, dostoyevski'ye dosto denildiğinde, bir konuyu irdelediklerini söylediklerinde, bu seni ırgalamaz dediklerinde de...var bazı sözcükler, kısaltmalar böyle). su kaynarken, masada bu akşam yazmak için aldığım notlara baktım; iki günah, şehvet ve oburluk. ford madox ford yazıp, yanına yıldız işareti koymuşum.dante'nin yanında soru işareti. unuttum bunu yazacağımı.

çok dalgınım ve çok unutkan. tuhaf şeyler yapıyorum. akşamüstü acil olarak dışarıya çıktım, tina'ya kum almak için. bu uğurda uzaktaki markete gitmeyi göze aldım.banyodaki kum poşetini şimdi farkettim ki  o denli aciliyeti olan işi yapmamışım, kumu değiştirmemişim bile. ama ocak üstünde iki yemek tenceresi duruyor, ki hiç aciliyeti yok, yarın akşamın yemeklerini yaptım bugünden (karışık etli dolma, mercimek çorbası). bazen buzdolabının açık kapısı önünde kendime geliyorum. ne zamandır orda durduğumu hatırlamıyorum. belki birkaç dakika ya da saniye, ne için açmış olabilirim diye düşünüyorum. hiç hatırlamıyorum. kapatıyorum. deli gibi okuyor ve okuduğum her şeyi hatırlıyorum ama.

marketten gelirken, bir komşu hanımın mağazası var, beni gördü, davet etti. elektrikli cezvede kahve yaptı. güzel olmuyor hiç. ama hanımı seviyorum. neşe veriyor. olumlu biri. kaşlarını alayım, diye ısrar etti. yok yaa, boşverin, dedim. evde bunalmıyor musunuz, hiç çıkmıyorsunuz, dedi. hava güzel olunca çıkın, bana gelin, dedi. olur, dedim, ama gitmeyeceğim. beni görünce çağırıyor hep, ben de oturup kalıyorum o zaman. dükkanını birlikte kapattık. demir kepenkleri var, indirdi onları. çıkan ses çok kasabaya özgü. elimizdeki poşetlerle kasabayı andıran mahallemizin yokuşundan çıktık. çalışmışız, ne kazandıysak artık şükretmişiz, şimdi eve dinlenmeye gidiyormuşuz gibi hoşuma gitti. yokuşu öyle huzurla çıktık.

şunu bunu yazmak istiyorum ya, intihar eden şairlerin şiirlerini yazayım istiyordum bir de.onların intiharında başka bir şey duyuyorum, dünya çok daha kirli, çok daha katı, çok daha rezil bir yer gibi geliyor okuduğum bir kitabın şairinin intihar ettiğini öğrendiğimde. yani biz sanki kirliliğe aşılıymışız gibi yaşayabiliyoruz da o başedemiyor, ayarlayamıyor, beceremiyor, idare edemiyor, alttan alamıyor, saldıramıyor, savunamıyor, yalan söyleyemiyor, dans edemiyor... kalakalıyor. çok incitiyor bu durum beni. dün epey şiir okudum. bir sürü şairin, kısa hayat hikayelerini de okudum. hep üzüntü. ondan yoksa bu hal. okumasam iyi olur bir süre. mehmet siyah kalem'in resimlerini inceliyorum yatarken bir kaç akşamdır. çok hoşuma gidiyor. çok da matrak. eşek resimlerine bayılıyorum. yazacağım onu size. o çok bana dair biri. bozkırlarda yaşamış göçebe türkmen kültürüyle ilgili bir şey. yazarım. çok istiyorum onu yazmayı.

tina yanımdaki ayaklı lambanın eğildiği noktada sepetinde uyuyor şimdi. başı yukarıda ve boynu açık. çok huzurlu. çok yoruldu bugün. hava güzeldi ya, beni evin tek tek bütün pencerelerinde dolaştırıp, onları açmamı emretti. hepsini açmadım, cereyan yapıyor diye. sonra terasa çıkıp, o pisliğin üstüne, güneşin altına atıp bedenini, uzun uzun gerindi. çok inşaat var buralarda, çok toz oluyor. ben de hortumu takıp terası yıkadım.

böyle işte. kederli değilim de hüzünlü bir dalgınlık hali var üzerimde. nasıl desem, derinlerde olan bir şeye iple bağlanmışım da o da beni çekiyor gibi içime düşüyorum hep ve orada bir tür bilinç kayması yaşıyorum. bir şeyler oluyor, bir sorun huzursuzluğu hissetmiyorum da bir durum var işaret etmek istediği.

neyse, on beş- yirmi dakika sonra hatırlıyorum elbette dolabın önünde ne aradığımı, evde kaşar peyniri kalmış mı, diye bakmam gerekiyormuş, arçil sabah tost önerime evet derse, diye. varmış.

şimdi yukarıya müzik koyayım istiyorum. ama şu an dinlediğim müzik kadar kederli değilim. aslında hiç kederli değilim. ama bu müziği koyacağım şimdi. ve bir de evet, şeyi koyacağım... mayakovski'nin intihar eden yesenin için yazdığı şiiri... hmmm sonra onun  şiirini de koyarım belki.

yarın güneşli olursa kadıköy'e gideceğim bir iki iş için. ama güneşli olursa. olmazsa, ütü yapacağım, severek yapacağım. tina, ütülenmiş sıcak giysilerin üstünde oturmayı seviyor, sonra işte tüy ve eğer terastan gelmişse o komik pati izleri siyah tişörtün üstünde. yok, kızmıyorum hiç, gülüyorum.



*vazgeçtim şiir koymayacağım.
mayakovski'nin bu şiiri yazıp sonra intihr etmesi de bir başka türlü üzüntü.