karmakarışık oldu okuma düzeni. düğünün bir üyesi bir kaç sayfa sonra bitecek. durduruyorum. bitmesin istiyorum. çünkü, onun ait olduğu okuma planına devam edip etmeyeceğime emin değilim. peyami safa'nın dokuzuncu hariciye koğuşu'na başladım dün terasta. geçen sabah öyle çok istedim çünkü onu okumayı. çocukken, eğer bir gün bir kitap yazarsam, dokuzuncu hariciye koğuşu'na ithaf etmeyi düşünmüştüm. kitaba ithaf neden olmasın? reha'nın üçünün nerkisi kitabından ilk öyküyü okudum mutfakta. onun kitaplarını sakinlikle okumadım hiç. güzel bir öykü. salona gittikçe, susan sontag'ın fotoğraf üstüne kitabını okuyorum bir de.
yine de bir yoğunlaşma sorunu yaşıyorum. kafamın içinde bir uğultu. uyumadan hemen önce sevan nişanyan'ın elif'in öküzü ya da sürprizler kitabı'nı karşıtırıyorum. kitapta, birbirinden tümden farklı sözcüklerin aynı kökenden geldiğini okumak şaşırtıcı, nişanyan'ın esprili dilinden okumak da çok eğlenceli.
baobab - ebeveyn
arapça ebu: baba
arap dilinin ilginç özelliklerinden biri, tekil ve çoğulun yanında bir de ismin ikil halini tanıması. çok eski dillerin bazılarında bu özellik var. örneğin homeros'un arkaik yunancasında ikil hal kullanılıyor. bazı yazarlara göre türkçe ikiz, boynuz sözcüklerde bulunan -z de çok eskil bir ikil eki.
arapça ikil isimler -eyn ekiyle yapılıyorlar. örneğin ayakkabı anlamına gelen na'l sözcüğünün ikili "bir çift ayakkabı" anlamında na'leyn (türkçede nal da nalın da özel anlamlar kazanmışlar). bahreyn eskiden arabistan'da eskiden iki deniz arasındaki trafiği kontrol eden bir ada devletinin adı. dhü-l-qarneyn ya da türkçe söylenişiyle zülkarneyn kuran'da adı geçen iki boynuzlu bir varlık (qarn boynuz,dhü sahibi demek). ebeweyn (ebeveyn) ise ebu'nun ikili: ana-baba anlamında "iki babalar," daha doğrusu "iki doğurtanlar" demek.
ebu ya da kısa haliyle bu arapça'da çok geniş kullanım alanına sahip bir sözcük. yalnızca biyolojik anlamda babaya değil, herhangi bir sonucu fazlasıyla doğuran ya da herhangi bir özelliğe fazlasıyla sahip bulunan ya da herhangi bir niteliği özellikle temsil eden kişi veya şeylere de ebu deniliyor.mesela saddam hüseyin'in meşhur ettiği ummü-ı-hurüb (tüm savaşların anası) yerine ebü-l-hurüb demek pekala mümkün. aynı şekilde, aşırı sayıda tohum döken bir ağacın adının "tohumların babası" anlamında bü hibbab olması da doğal. afrika'da yetişen bu tuhaf görünümlü ağacı (adansonia digitata) avrupalılar araplar'dan öğrenmişler. adını da çarpıtıp baobab yapmışlar. burada geçen hibbab bizim hap, habbe ve hububat biçimlerinden tanıdığımız arapça bir sözcük.
ebu-l labut sağa sola tekme atan kötü huylu at olan labut'un babası. türkçe'ye nasıl gelmişse gelmiş, abullabut olup argomuza yerleşmiş. hıyar aleyhisselam anlamında bir deyim.
s.32-33
arjantin - erciyas
hintavrupa anadili *arg: beyaz, gümüş
kayseri kenti ile erciyas dağı son yıllarda daha çok ülkücü vatandaşlarımızın cirit attığı yerler olarak anılır oldular. bilseler herhalde üzülürler: iki yerin de adı rumca. kayseri'nin aslı kaisaria yani sezar kenti. erciyas ise argaios'dan bozma: akdağ demek. eski yunanca argos (beyaz) sözcüğünden doğrudan doğruya yunanca bir ad olarak mı türetmişler, yoksa kapadokya yöresinde daha eski devirlerde konuşulan irani bir dilden yunanca'ya mı uyarlamışlar bilmiyorum. çünkü tesadüfe bakın, eski pers dilinde de beyaz anlamına gelen sıfat arazauş. aynı sözcüğün isim hali arazata- ise "gümüş"demek oluyor.
gümüş'ün latincesi olan argentum da aynı kökten. tıpkı türkçe akçanın eskiden hem gümüş hem para anlamına gelmesi gibi, fransızlar da "gümüş anlamına gelen argent sözcüğünü bugün (gümüş paralar çoktan tarihe karıştığı halde) "para" anlamında kullanıyorlar. arjantin ülkesinin adı da aynı latince kökten geliyor. ispanyollar güney amerika'nın en büyük gümüş madenlerinin bulunduğu bu ülkeye önce ispanyolca la plata yani gümüş adını vermişler. 1821'de la plata eyaleti bağımsızlığını ilan edince, latince isimler kulağa daha oturaklı geldiğinden olacak, la plata'nın latincesi olan republica argentina -yani gümüş cumhuriyeti- adı tercih edilmiş.
peki adı bile para olan bir ülkenin parasızlıktan batmasına ne demeli?
s.18
ne çok şey beni bekliyor. gelecek tıklım tıkış. her biri ayrı çaba, dikkat, özen istiyor; her biri öncelik talebinde. ne kadar zor yahu her şey. insan bir süre kaçmak istiyor gelecekten. geçmişe değil, geçmişe değil!... ama yani zamanın cepleri olsa, loş, ılık, sessiz... ya da küçük patika yolları, ha?... bir ağacın altında soluklanabilecek. şu evde yapıp ettiğim durmaktan daha fazlası değil ya, dışarıya adımımı atar atmaz gelecek başlayacak sanki. biraz sonra dışarıya çıkıyorum. başla!