hiçbir zarf üçbeş satıra
ne zaman yanyanayız işte o zaman
doyamıyoruz tenlerimizin bitmez tükenmez sorgusuna.
bırakmak bırakılmak demeyelim
durmadan yer değiştiriyor anlamlar da
ben ki bir boşluk kadar büyümüşüm bu yüzden
sanki kış aylarında bir uçurumda.
anlarım sedir ağacının dilinden
ve usta bir aslan terbiyecisinin ruhundan da
hiç anlamaz olur muyum öpüşünü de kalbimi
o öpen sensen bir de dalgaları çekiştiren bir kız çocuğuyla.
hepsini biliyorum, hepsi aklımda
hepsi de hiç kımıldamayan bir duman gibi havada.
e.cansever
dün
sana diyeyim, çoktan yaz geldi buralara.
bunu en çok kızların elbisesinden anlıyoruz, ki kadıköy onlarla doluydu bugün. ne çok biliyorlar güzel olmayı... bir erkek gibi değil elbette ya, bir erkek kadar hoşuma gidiyor onları izlemek, saçlarını savuruşları, çenelerini kaldırışları, başka bir kızla gizli, rekabetçi, meraklı bakışmaları... hiç dalgın değiller, güzelliklerine püruyanıklar, hoşuma gidiyor kızlar, konuşsan bir numara yoktur ya, bu güzel olma maceralarında, o elbiseyi o edaya yakıştırmalarında oyun dolu, ayrıntılarla süslü, kıpır kıpır dalgalı, heyecanlı bir yan var. erkek olsam bir kıza şunu sormak isterdim, nasıl bildin o eteğin o bakışa yakışacağını, ha? nasıl yapıyorsun, ellerin saçlarında, gözkapakların yarıkapalıyken, yüzünü tam zamanında uzaklara çevirmeyi?... bakıyorum çok kızlara.. sevinç sevinç dokunuşlarla geziniyorlar caddelerde. bir iddiası var hepsinin, düşünsel müşünsel hikayeleri yemişim, dedirtiyorlar adama, hayatı şu kıyafetlerindeki tarzla yürütme konusunda iddiaları, meydan okur gibi salınmaları filan var ya, güzel yani... neyse, diyeceğim bu değildi. şehirde işte bitkiyle böcekle göremiyorsun baharın, yazın gelişini ama, işte kızlar var böyle. istanbul yazında.
ve bugün nedense bir aslan kibriyle durmayı seçen tina'nın yanındaki kiraz dolu tabaktan anlıyoruz elbette yazın gelişini. kiraz, pencereden içeriye dalan rüzgara -evet sertcene esiyor bugün-, kediye, kedi dediysem, pardon yani, tina'ya çok yakışıyor da, bana hiç yakışmıyor şimdi. çünkü canım, nasıl kederliyim bilemezsin. bunu, işte buraya yazışımdan anla. kötü kötü yazışımdan anla. biraz sarhoşum. sarhoşum dediysem, hepi topu bir bira içtim. ama metabolizmamın işleyişini öylesine asgari ölçülere indirdim, öylesine sembolikleştirdim ki her şeyi, yani bir lokma yemek doymama, bir yudum su susuzluğuma, eh bir bira da sarhoş olmama yetiyor. böylesine basitken, yaşayabilmek böylesine basitmişken, uyumak yerine, kahroluyorum. oysa kuş kadar uyusam yeter. o kadar basit... yaşamak o kadar zor ki.
böyle olunca, bir neşe süsü verebilir insan kendine, vermek ister, hafiflemek filan, terazinin bir kefesine, işte yolları, uzaklığı, zamanı koy, öbürüne sokaktaki kızları, çiçekli entarilerini, çingenelerin çiçek kokularına gömülmeyi, tiramisunun kahvesini... dengeler mi dersin, asla, ama çaban bu olur işte. insan, hani kalbi o kederli, karanlık suda dalgalanıp dururken, söküp alın bunu benden, dayanamıyorum, bile der ya... canım, işte karışık bu işler... efendi gibi acı çekmeyi bilmiyorum ben yahu. arkamdaki otobüsün canhıraş geçişiyle, önümdeki vitrindeki mavi elbise arasındaki tercih arasında bir an, bir an hiç bir fark yok.
kalbimin içinde değilim, dışındayım, ona bakıyorum ve başım dönüyor, acıdan deliye dönüyorum. sana nefis mektuplar yazacağım yine. bir yoluna koyayım kendimi. çabam, çabamdaki tuhaf, metalik görüntü, sevmediğin, her şeyi rasyonalleştiren itici hal bundan.
beni affet.
beni affet.
6 yorum:
'bakalım evet. ayıp değil kızlara bakmak, kızlara ve
unutmak istediğimiz geçmişe bakmak'
Tesekkurler Cansever'in bu siirini hatirlattigin icin. Kimbilir ne zaman okumustum bu siiri.. Ama her ne ise, "kimildamayan bir duman gibi havada" kalmis anisi, dizeler aklimda , tinisi kulagimda...
denk düştü bu yazı kederime !.. tam zamanında, o evin bulunduğu yerdeki rüzgar girdi camdan içeri, dolandı odayı çıktı ve esti esti benim evin salonuna çöreklendi.. akraba ziyaretinden daha uzun olacağa benziyor bu çörekleniş.. "kim derdi ki" demeyeceğim, dendi ve söz çıktı ağızdan.. hayat zor-muş.
ali akay,
yahu güzel işte geçmişe kahırla da bakmak, yaşıyoruz, kederleniyor, durgunlaşıyor, seviniyoruz... insan, nasıl diyeyim, compact bir şey, her şey var içimizde. zaman da içimizde akıyor.geçmiş, şimdi, gelecek var... mükemmel bir buluş gibiyiz. şerefe!
sevgili eleştirel günlük,
ne demek, rica ederim. ben de unutuyorum, hatta ilk kez okuyor gibi unutuyorum. ben bu aralar tekrar bölümündeyim hayatımın. aynı kitapları tekrar okuyor, aynı filmleri tekrar izliyorum. bugün hangi filmi izledim dersiniz? malta şahini'ni. bu kaçıncı kez. öyle bilgisayara koydum filmi, salondaki kitapları düzenlemeye başladım hafiften, gelip filme devam ettim, tina'yı fırçaladım, gözüm filmde, pilav yaptım, yine film, terziye gidip döndüm, aynı film. gün malta şahini günüydü. bu şiirler de öyle, ama şiir tekrar okunmaya çok müsait, her okuyuşta değişiyor, sanki -şimdi şu sözcüğü yanlış yazmamaya dikkat edelim- kalideskop gibi -oldu galiba-. sağlığınıza ve şiirlere!
momentos,
ah lütfen üzüntünüz geçmiş olsun şimdiye kadar, o keder dolu rüzgar da geçip gitsin, lütfen. szie geleceğim ben, ama nasıl dalgınım, nasıl tuhaf bir durgunluk var üstümde. şey yapmalıyım sanki.. hmm.. piyano filmindeki ada gibi boynumda bir küçük defter taşımalı ve yapacağım her şeyi ona not etmeliyim.
size, sadece size ve neşe dolu günlere şimdi!
sevgiler herkese.
kaleideskop yahu. yani o kadar dikkat ediyorum bu sözcüğe, yine de yanlış yazıyorum. bir bu, bir de otomatik piyano yerine otomatik portakal yazışım yedi bitirdi beni. sabit hatalar listemizin başrolündeler.
bu bir nimet / bu bir nimet / bu ela gözlüm / bu yaşamak bir şiir, harikulade
t.uyar
Yorum Gönder