Salı, Eylül 28

harvey pekar mı? o da kim?*

geçen gün zevkle izlediğim görkemli hayatım filmi, amerikalı çizgi roman yazarı harvey pekar'ın hayatını anlatıyor. hiç tanımıyordum. elbette siz tanıyordunuz, tüm evren tanıyordu ve fakat ben tanımıyordum. n'olmuş yani, ayıp mı! belki, öyle olsun. bu adam, sevimsiz, boş, yalnızlık ve sıradanlık dolu cleveland'ın arka sokaklarında doğmuş, şunu bunu yaptıktan sonra geri dönmüş, orada, bir hastanede dosya memuru olarak çalışıyor. dosyaları  koy çıkart, koy çıkart, işi bu.  iki kez evlenmiş, üçüncü evliliği iyi bir kararmış gibi görünüyor. ölünceye kadar sürmüş en azından. üçüncüsünün adı, joyce. filmde onu bolca görüyoruz. filmde harvey pekar'ı paul giacometti canlandırıyor. hayranıyız. harvey pekar'ın gerçek kendisi de o alaycı, sinirli sesi ile dış ses olarak var ve aynı zamanda kamera zaman zaman gerçek harvey pekar'a dönüyor. çizgi roman kareleri ile film karelerinin biraraya geldiği bölümler çok hoş. böyle oyunlar var filmde.

kim bu harvey pekar? berbat, sıkıcı bir yerde yaşayan, berbat sıkıcı bir işi olan, cimri bir yahudi olduğuna vurgu yapan, iki yakası bir araya gelmeyen, dağınık, pis bir evde pinekleyen, ikinci karısı da terkettikten sonra uzunca bir süre yalnız yaşayan, sinirli, alaycı, öfkeli, cinsel açlık içinde bir adam. çizgi roman ve caz plakları dışında da hayata alabildiğine öfkeli, ekşi bir suratla bakıyor. filmde şöyle diyor kendisi için: "umutsuz derecede yalnız ve feci şekilde şehvetli. işte size güvenilir bir hayalkırıklığı.":)

bu adam alabildiğine sıradan, senin benim gibi yaşarken, nasıl oluyor da tanımamaktan hicap duyacağım bir adama dönüşüyor? sıradan hayatın nesi, neye malzeme olabilir ki? eee... biz de yazıyoruz günlük hayatımızı blogda, ünlü münlü de olmuyoruz. eeeh!... yazıyoruz da, samimiyet krizine giren ben bile... geçelim şimdi bunu. şunu diyelim, harvey pekar, sahici bir adam. kendi hayatının çizgi romanını yazmış ve değişik çizerler de çizmiş. "idealleştirilmiş bir şey yok. her şey gerçek.çünkü hayatın kendisi çok karmaşık." böyle diyor.

günlerimiz sıradanlıklarla doludur. hayatımız işte, nerden baksanız olup olacağı budur, yahu. ayrıntılar, aşinalıkları ile gizlenmiş ve biz kör bir hayalet gibi yaşayaıp gidiyoruz. evet evet aynen böyle. gündelik hayatımızın sorunları da yüzeysel. çok kıymetli hayatımızın konusu,  şu kadar olsun ilgi uyandırmayan hmm... şey hakkında... şey... hiç bir şey hakkında. ama işte gündelik hayatın bu sıradanlığından akli bir kaçış olarak okuduğumuz çizgi romanlar, seinfeld gibi sitcomlar vs bize aslında kendi hayatımızın o kadar da -afedersiniz- boktan olmadığını, güldürülü, ilginç olduğunu gösterirler, ki böylece ertesi sabah başlayan güne bir şekilde saygı duyarız, dört elle sarılırız. işte harvey pekar, aşinalığı ile gizli gündelik hayatımızın ayrıntılarını öyle gerçek bir kurguyla  sunuyor ki, kendi doğamız ve de insan doğası hakkında müthiş içgörü sahibi oluyoruz. ciddi kitaplar ve filmler arasında bir mola olarak gördüğümüz bu tür yapıtlar bize, gündelik hayatımız için bir farkındalık sağlıyor. onları okumak da iyi bir şey yani. çıkarabilirsiniz kütüphanenizin arkalarından. entelektüel saygınlığınıza  halel filan gelmez, öyle diyeyim. -ama pardon ya, zaten o dönem geçeli çok olmuştu, değil mi? bizler artık ishal-i kelam'a tutulmuş, her tür enteresanlık halini tepe tepe kullanan bir döneme geçmiştik.-

hani bir de görebilmek için, farkedebilmek için bir uzaklık gerekir ya, harvey pekar, onu çepeçevre saran gündelik hayatının nesnelerine karşı demek ki, çok uygun bir görüş alanına sahip olacak şekilde bir mesafe edinmiş ve dahası, gördüğünü anlamlandıracak bir tür bilinç geliştirmiş olmalı. bu bilinci nasıl geliştirmiş acaba?hmm... çevresindeki insanların konuşmalarını da çok kullanmış. harvey pekar'ın çevresindeki hasta ruhlu, bitik, ezik tanışlar -buna, karısı joyce işaret ediyor- onun, kendisi hakkındaki edindiği fikir, benliği için olmazsa olmaz şart aslında, ki öyle geliştirmiş olmalı bu bilinci. yani bir tür seçkincilikle küçümsediğiniz, kendinizden uzaklaştırdığınız bir takım insanlar, belki de benliğinizin mucizevi alaşımı için etken faktörlerdir. yani yoksa niçin bu kadar sıradan hayat ve bir o kadar da sıradan insan var.

şöyle bir şey demek istiyorum aslında; harvey pekar'ın arkadaşlarını, patronunu vs de göreceksiniz filmde.  çünkü harvey pekar'ın harvey pekar olması için önemli insanlar. çünkü arkadaş dediğiniz insanlar çok önemlidir, bir sürü şey paylaşırız onlarla, iyidir bu, evet ama bizim olduğumuz kişi olmamız için çok gereklidirler de. harvey pekar karakterini analiz etsek, onun diğerleriyle ilişkisinin bizim merak ettiğimiz harvey pekar benliğini oluşturduğunu görürüz. arkadaşları iyi seçmek çok, çok önemli bir şeydir arkadaşlar.

doğrusu sadece bir izlenim edinecek kadar google'dan araştırdım harvey pekar çizgi romanlarını -çok iyi bilenler beni bağışlasın yanlışım varsa- ve görebildiğim kadarıyla aynı olaylar, aynı kusurlar, aynı aşırılıklar, aynı yaklaşım... her seferinde de bir şekilde etkileyici ama. harvey pekar'da hep aynı olan şey insanları niçin etkiliyor olabilir? düşünün, adam ünlü olduktan sonra, tv lere filan çıktıktan sonra bile aynı evde yaşıyor, o berbat işinde emekli oluncaya kadar çalışıyor... belki de nedeni basitçe şu: değişim bizi ürkütür. niçin ürkütür? çünkü değişim bize zamanı hatırlatır. zamansa, ölüme doğru tek yönde akan kaçınılmaz ve değişmez kıyıcı bir şeydir. işte harvey pekar, hiç değişmediğinden, hatta gelişmediğinden, zaman sanki durmuş gibidir. içimiz rahatlar.

herneyse. bu anlattıklarım tümden abartma, tümden boş laf. film eğlenceli, komik. insan, yanında çerez, kuruyemiş filan arıyor. hazırlıklı olun.

evet... benim görkemli hayatım nasıldı bugün? ormana giderim diye hesap ediyordum ya, gitmedim... arçil'in okulu gerçek anlamda dün açıldı sayılır. disiplinliyiz. uykumuz düzene giriyor, sabah, uykumuzu almış kalkıyoruz, filan. okulu, arkadaşları özledik, ama gelin görün ki arçil bana şu adresi verdi az önce. hmm... arçil'in okulu tam gün ve okul kantinindeki fastfood yemekler canımı sıkıyor, pek güvenmiyorum. ciddi ciddi, salatalardan, zeytinyağlı yemeklerden oluşan bir beslenme çantası önerdim, arçil kabul etmedi. nispeten daha sağlıklı olan sandviçler hazırlıyorum ben de. bu yıl sırt çantasından postacı çantasına da terfi ettik. çok yetişkin, çok havalıyız. arçil gidince yatakta nostromo okudum (evet, çok yavaş okuyorum bu kitabı). sonra uyuyakalmışım. 11.00 de uyandım. kahvaltımı yaptım (bir kaşık propolisli kestane balı, muz, kek, kahve, efervesan aspirin). kahvaltımı yaparken en sevdiğim dekorasyon sitelerini inceledim. mutfağı topladım. markete gittim. ıspanak güzel değildi. pırasa aldım. arçil'e hiç sebze yemiyorsun, dediğimde, pırasa yiyorum ama, der ve tartışma biter. yer hakkaten. meyve, yufka ve süt aldım.sigara almadım. evdeki tütünü sarıyorum. böylece daha az içiyorum. zorlanıyorum çünkü sarmakta. belki sigarayı bırakamazsam pipoya geçerim.

börek hazırlıklarına başladım. patatesli böreğe şu kadar saygım yok, karbonhidratın içine karbonhidratlı bir malzeme! bu nedenle ona bazen kıyma, bazen peynir ekliyorum. bugün bir su bardağı yoğurt, yarım su bardağı süt, iki yumurta, bir çay bardağı yağı çırpıp sos hazırladım. patatesi soyup doğrudan süt ve tereyağında haşladım. ezdim, tuz, karabiber ekledim. soğuyunca kat kat koyup, her kat yufkayı sosa bulayıp, en sonuncuya yumurta sarısı sürüp, susam serpip buzdolabına, dinlenmeye kaldırdım. bulaşıkları elle yıkadım. bir yemeği yaparken kirlenenleri makineye atmıyorum. makinanın asli, yemek yenmiş tabakları yıkama işlevine müdahale ediyormuşum gibi hissediyorum. takıntı.

odama gelip, marquez'in "yüzyıllık yalnızlık" kitabını karıştırdım bir nedenle. size bir başka zaman yazacağım nedenini.

mutfağa dönüp, zeytinyağlı pırasa yemeği yaptım. vazodaki çiçeğin saplarını kesip, suyunu değiştirdim. bankayı arayıp bir sorunu hallettim.

kütüphaneye gidip bir kaç kitabı karıştırdım. akvaryumun camları yosun bağlamış iyice. bu yosun sert bir şey, çıkarmayı denedim olmadı. bakalım. sonra hallederiz. iki yeni yavru vardı, onları bulmayı çalıştım. yaşıyorlar, iyi.

arçil'e sandviçin yanına her gün  iki de minik sosisli milföy çöreği koysam, ne iyi olur, diye akıl ettim. hazır fırın çalışmışken, hazır börekten sos artmışken, hazır şu dört beş sosisi ne yapsam diye düşünürken... neyse onu yapıp, dinlenmeye bıraktım.

harvey pekar yazmak için blogger'a girdim. düşünüyordum, masanın altında fıstık kabuğu, benim saçımı, tina'nın tüylerini gördüm. süpürgeyi çıkardım, tüm evi süpürdüm, fırını açtım, ısınsın diye, yerleri vileda ile sildim, fırın ısınmış, böreği fırına koydum. banyoyu temizlerken titizlendim azıcık.

hah bu arada, görkemli hayatım filmini izleyen titiz ev hanımları, ekrana yapışıp, o eve girip ortalığı toplamak için can atacaklardır. harvey pekar ve karısı joyce'un ortak noktalarından biri, olabildiğince dağınık olmaları. hiç bir şey yapmamak, onların ki kadar olan tembellik, ne kadar da zor, diye düşüneceksiniz... neredeyse taocu bir ruh disiplinini, cesaretini, dayanıklılığı gerektirir. ne demiş tao, "bilgiyi ara, günlük kazan/tao'yu ara, günlük kaybet/kaybet ve tekrar kaybet/yapmamaya ulaş." nerde hata yaptığınızı anladınız mı şimdi?:)

güldürü amaçlı üretilmiş ürünlere, entelektüel zevkimizi tehdit ediyor diye küçümsesek de, mizahtan daha güçlü, daha derin, daha pedagojik bir araç yoktur bence. yaşasın mizah!

- unutmadan, yemeği arçil'in odasında hazırlıyorum, çünkü, o gelir gelmez bilgisayarda takılmak istiyor, ben de, birlikte sohbet ederek yemek istiyorum. arçil böreğe bayıldı, tüm zamanların en iyi böreği, dedi:) pırasayı en ufak tezahürat yapmadan yedi. yedi sonuçta. öncesinde çorbamız da vardı çok şükür.

- dün, fassbinder'ın 'berlin aleksandr meydanı' dizisine başladım. şimdi onu izleyeceğim.

-blogger'da sorun var. fotoğraf yükleyemedim buraya. bir de hep dikkatim dağıldı yazarken. tina huzursuz.


* harvey pekar adını, bir sürü şeyi olduğu gibi, elbette erhan bey'den duydum.  teşekkür ederim.

1 yorum:

erhan b. dedi ki...

ben de çok teşekkür ederim.

bu harvey paker adlı şahsı, son derece sinir bozucu bulduğumu da fakat, hazır lafı açılmışken belirtmeden de geçemeyeyim.

filmi, bi kaç güne yayılan bir süreç içerisinde izleyebilmiştim ancak; zira şahsın o obsesif hâlleri bana son derece tanıdık gelmişti ve umarım ben de başkalarına onun bana göründüğü gibi görünmüyorumdur.

(çizgi romanla uğraşan herkeşde vardır bir takım yamukluklar.)