Perşembe, Kasım 25

kuyruklu beyaz

İşlediğiniz bir kabahat yüzünden yargılayıcıların karşısına çıkarken üstünüzde beyaz bir giysi olması gerektiği öğüdünü verirler. Beyaz, masumiyet iddianızı güçlendiren bir renktir çünkü. Gelinlerin ve bakirelerin rengidir. Dokunulmamıştır.

Her ne kadar şeytanın, ayrıntıda, kuytuda, gölgelerde, karanlıklarda gizli olduğu söylense de bana kalırsa şeytan bizzat beyazda, apaçık ortada olanda gizlidir. Bu, onun alaycılığının, oyunbazlığının, şakacılığının, insan ruhuyla giriştiği rekabetçi karakterinin bir yan ürünüdür. Meydan okur ve bence gayet dürüsttür. Size önerdiği anlaşma, günümüzde şirketlerin yaptığı gibi küçücük puntolarla yazılmış değildir ve okumanıza fırsat vermeden acil olarak imzalamanız için kalemi elinize tutuşturmaz. Sizi, anlaşmanın koşulları ve sonuçları hakkında aydınlatır ve kabul etmeniz için üstünüzde baskı filan kurmaz. Öyle yapsa, eğlenceli olmazdı onun açısından. Sizi, ruhunuzla karşı karşıya bırakır ve insan olma serüveninizde kendinizi tanımanız için en büyük fırsatı tanır. Tanrı, şeytanla karşılaşmamış, karşılaşıp, ruhunun masumiyeti ve kalbinin gizli günahkar isteklerini bir terazide tartmak zorunda kalmamış insanlardan korusun bizi. Hiç bir şeyden anlamaz onlar.

Şeytan tüm zafiyetimizi bilir ve her beyazın içinde patlamaya her an hazır bir bomba gibi zonklar. Beyaz, tüm günahları potansiyel olarak içinde tutar, geri kalan bütün ışığı yansıtarak elbette.

Michael Jackson öldü. (pardon, güm! diye atlayınca bu konuya biraz ürküntü yarattı:)Cildi süt kadar beyazdı. Onun beyaz olma ısrarı beni nasıl da hüzünlendirirdi. Utandırırdı da. Michael Jackson eğer on dokuzuncu yüzyılın sonlarında yaşamış olsaydı, o dönemde çok yaygın olan “gençlik goncası” adında makyaj malzemelerini kullanırdı. İçeriğinde bol miktarda kurşun beyazı bulunduran bu krem ve makyaj malzemeleri eski Mısırlı, eski Romalı ve Japonya’da geyşaların da bolca kullandığı bir üründü ve sonucu ölümcüldü. Cildi bembeyaz ve çok genç gösteriyordu ama resmen zehirliydi. On dokuzuncu yüzyılda bu ürünlerin zehirli olduğu bilinmesi gerekiyordu artık, ama ne gam, kadınlar aldırmıyordu buna. Zehirli alaşımı sürdükleri yüzlerinde, melankolik ve romantik bir genç kadının solgunluğu beliriyordu. Kurşun beyazının verdiği zarar, onları daha da çekici gösteriyordu; başka bir aleme aitmiş gibi meleksi bir tarz. Bedende başlayan uyuşukluk, geceleri başlayan uykusuzluk, bileklerde başlayan mavi lekeleri gizlemek için kol yenlerinin ellere doğru çekiştirilmesi, onları sevimli ve romantik gösteriyordu muhtemelen. Viktoryen şairler, aşık oldukları bu bembeyaz yüzlü hayaletimsi kadınlar için kaç sone yazmıştır kim bilir.

Michael Jackson, böbreklerinin iflas edip, müthiş bir halsizlikle dans etmesini engelleyen bu beyazlatıcı mamülleri kullanmış olsaydı, ellisine varmadan ölürdü. Çocukluğunu zehir eden babasına, kardeşlerine, medyaya ve dünyaya kapkara gelmesine izin veren Tanrı’ya sürekli isyan eden, sahip olmadığı çocukluğunu, odasında bir sürü sümüklü veletle saatlerce çizgi film izleyerek geri almaya, kara tenini ve etli yüz hatlarını cerrahların elinde dehşet acılar pahasına dönüştürmeye çalışan Michael Jackson, ölürken kalbi kırıktı belki ama dilediğince beyazdı. Çok şükür, bununla teselli bulabiliriz.


Zehirli güzellik goncasının neden olduğu hastalığın ilerleyişi, beyaz olma konusundaki ısrara ve onu ne sıklıkta kullanıldığıyla ilgiliydi muhtemelen. Hastalığın tedavisi içinse en popüler ilaç, bembeyaz süttü. Şeytan kıs kıs gülüyordur herhalde beyazı kullanarak insanlarla oynadığı oyun sahnelenirken.




Bir kadın var. Tabloda. Beyaz bir perdenin önünde dikilmiş, beyaz giyinmiş, elinde de leylak tutuyor. Yüzü beyaz değil galiba, şansına, güzellik goncasını kullanmamış olmalı ki, kırmızımsı daha çok. Amerika asıllı İngiliz Whistler yapmış bu tabloyu. Ressamı çok ünlü, macera dolu bir hayatı var. Ama onu geçelim, tabloya dönelim. Bu, beyazlığıyla başdöndürücü tablodaki kadının ayaklarının altında posttan bir yaygı var, postun sahibi, kurt ya da ayı galiba. Bu yabani baş, ağzını tehditkar biçimde açmış bize bakıyor. Tuhaf bir resim, kadının duruşu da bana sevimsiz geldi. Öylece durmuş, poz vermiş. Eleştirmen Philip Gilbert Hamerton, resimlerine noktürn, armoni, senfoni gibi müziksel isimler vermeye bayılan ressamın, Beyaz Senfoni No1: Beyaz Kız adlı bu tablosunun hiç de beyaz olmadığı yolunda şikayetini ilan etti. “Bi kere,” dedi, “herkes resmin sarı, kahverengi, mavi, kırmızı ve yeşil renkler içerdiğini görebilir.” Ne çocukça bir isyan. Küstah ressam Whistler, fırsatı hiç kaçırmadan alayla sordu: ”Öyleyse Senfoni Fa başka nota içermeyip Fa, Fa, Fa’nın tekrarından mı ibaret olacak? Aptal.” Whistler evet çılgındı, özellikle konu beyazken beyaz arka plan yapacak kadar çılgın hem de. O zamana kadar bu yapılmamıştı. Olağandışı bir cüret!

Hımmm… doğrusu benim derdim bu değil. Şimdi, beyazlar içinde olmakla ve o dümdüz duruşuyla bize hakkında iyi kötü hiçbir yargı oluşturma şansı tanımamakla şöyle böyle bir masumiyet duygusu veriyor resim. Ama ayaklar altındaki o post ne öyle!? Resimdeki modelin adı, Joanna Hefferman ve ne kadar da ağırbaşlı görünüyor. Ama biz gerçeği biliyoruz. Whistler ona “Ateşli Jo” adını takmış ve 1861 kışını birlikte Paris’teki o atölyede geçirmişler. Tutkuları öyle dallı budaklı bir şeymiş ki, Whistler’in annesi, koyu dindar şu kadın


bu ilişkiye taa Amerika’dan engel olmak için epey uğraşmış. Whistler'in, beyazlı tablosunu yaparken kullandığı kurşun tozu yüzünden ayakları yerden kesiliyordu belki ama ayaklarını yerden kesen daha çok bu Ateşli Jo imiş. Ve evet, Jo’nun ayaklarının altındaki bu vahşi bakışlı post, üzerinde birlikte geçirilen şehvetli çalışma saatlerinin anısını resmediyor galiba. Beyaz resim hiç masum değil yani, tamam mı, ve şeytan kızın elbisesindeki kurşun tozunda ve daha çok üstünde eğlenceli saatlerin geçtiği çok açık postun sahibi o kurdun gözlerinde. Bakınız arkadaşlar, gördünüz mü?

Şimdi, bu Michael Jackson ağıtçısı, elalemin aşk hayatına burnunu sokan uyduruk resim eleştirmeninizin size bir bilmece sorması işin icabı. Ressam hakkında sormayayım. Kurşun beyazının nasıl elde edildiği gibi sıkıcı bir soru da sormayayım. Şunu sorayım; gençlik goncası denilen ve içeriğinde kurşun beyazı bulunan bu zehirli mamülün neden olduğu hastalığın adını sorayım. Hı hı, evet bunu sorayım. Bu gıcık soru için ipucu olarak hastalığın bir gezegen adından türetildiğini söyleyeyim. Durun bakayım güneş sisteminde bu kaçıncı gezegendi… 6. hımm… çok manidar arkadaşlar, şeytanın rakamı! Bu gezegen, etkisi altında doğana karanlık getirir biliyorsunuz…. Uuuu çok korkunç, çok şeytani, korkudan bembeyaz kesildim...

ben whistler'in bu tablolarını seviyorum işte.


-bayanlusin'den-

9 yorum:

dgül dedi ki...

Satürnizm... :)

endiseliperi dedi ki...

sevgili dgül,
bilmişsin. zor oldu mu?:)

yayınlayacağım sonra yanıtını.

öpüyorum çok.


sevgiler.

justine dedi ki...

Peri,
nasıl saçma bir gün yaşadım ben, bilemezsin! Yok yok, bu sefer uzun yazmayacağım. Kısaca anlatayım; öğlen iki gibi yazını okumaya oturdum, uzun bir telefon görüşmesi, bir dilekçe hazırlama, çamaşır makinesini çalıştırma, (eyvah! türk kahvesi içmeyi unutmuşum.) kahve yapma ve hızla içme, çünkü akşam yemeği vakti geldi!, yemek ve yıkanan çamaşırları asma, dışarıya çıkılacak şimdi, çünkü acil bir iş var yapmam gereken, tam eve dönüş yolunda tatlı istemez mi canın!, ister ister, tatlı almak için uzun bir yürüyüş (evet, İzmir'de hâlâ metro kazıları sürüyor ve araba giremiyor her yere.), bu yürüyüş sırasında optimist hâller tabii, hava ne güzel, yürümek de oldukça sağlıklı filan:p, eve gelince çay demlenecek elbette, tatlım ve çayımla "Peri" ne güzel gider!, işte bütün bunlardan sonra çok çok güzel yazını okuyabildim!

Nasıl bir saçmalık bu, ben hiçbir şey yapmadan günü bitiriyorum, yirmi dört saat asla ve kat’a yetmiyor bana!:) (Bu arada, insanlar nasıl onca şeyi yapabiliyor anlamıyorum inan.) Neyse, komik olan bir şey de şu, aralarda bilgisayar hep açık ve ben bakıyorum bir yerlere, senin siten duruyor bir kenarda ama okumak hep erteleniyor, güzel bir zamanda okunacak ya:) Ah, valla alık bir kadınım ben:p

Aa, sanırım yine uzattım! Hah ha, bağlayacağım şimdi bekle, ben Jüpiter kadınıyım bir kere, iyi kalpli, cömert, muhteşem (bunu ben attım), dürüst vs. vs. Satürn gezegeni ve insanlarıyla ve hatta hatta isim verdiği hastalığıyla hiç işim olmaz! Kurşun zehirlenmesi de oldukça sıkıcı, hani kurşun dökme filan olsa, eskiler, büyülü gerçekçilik filan der, eğlenirim. Yok hayatım yok, Satürn bana hep ters açıda, geçelim bu soruyu:p Hem biliyor musun ben bütün izmlerden nefret ederim, Satürnizm’miş! Peh peh peh!

Daha ne çok şey var yazacağım! Harika bir yazıydı bu, aklıma her şey geldi, çok şey. Barry Lyndon filmindeki makyajları hatırlıyor musun? Aynı dönemler, ne korkunç ve gizemli zamanlar, ya da bana öyle gelir hep.

Bitirmeliyim, ben başladım mı bitiremiyorum bu da bir hastalık olmalı, fiyakalı bir adı olsa bari, Roma’dan filan.

p.s.: Bence sen bana tanrı tarafından gönderilen tez meleği gibi bir şeysin. Ne kadar yazında, şeytani, ürpertici, karanlık şeylerden bahsetsen de, hep tezimi hatırlatıyorsun bana! Roma hastalığı ha, vay!!!

endiseliperi dedi ki...

muhteşem jupiter kadını,
tahmininden uzun sürmüş güzel yorumunu az önce keyifle okudum. bana dilediğince ama dilediğince uzun yorum yazabilirsin, zevkle okurum. hatta aklına geldikçe gel yaz, sohbet ederiz:)

yanıtın elbette doğru:) sonra...

sevgiler, öpücükler.

gülçin dedi ki...

sevgili peri,
whistler'in annesini her gördüğümde aklıma mr. bean gelip gülmeye başlıyorum ben. o komik suratlı, hem saf hem cin fikirli, sakarlar sakarı adam Amerika'ya yaptığı ziyarette müzede bu tabloya yapmadığını bırakmıyordu. neyse, aradığın cevap Saturn sanırım. bir sürü akciğer hastalığına sebep oluyormuş kurşun tozu.

sevgiler.

*bu bilmeceler sonunda artık bir ödül de koysan diyorum :)kek bile olur!

endiseliperi dedi ki...

sevgili gülçin,
bayanlusin bir seferinde dert yanmıştı bana; sanırım demişti, verdiğim ödülleri hiç umursamıyor bilmece kulübü üyeleri. o nedenle ben de ödül filan vermedim. bakalım, gelecek yazıda veririm belki. düşünmek lazım:) yanıtın yaklaşık doğru. doğru kabul ediyoruz.

sevgiler ve öpücükler çok.

not: gönderdiğin son salinger öyküsünü açamadım ben. bir de arçil'e soracağım. çok teşekkür ederim.

gülçin dedi ki...

hay allah..
belki benim word bir üst versiyon olduğu içindir. pazartesi günü yeniden deneyeyim eğer yapamazsanız, bana haber ver olur mu? okuman lazım onu!

sevgiler.

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

"plumbism" olma mı?
U(YKSZ)

endiseliperi dedi ki...

olur, haber veririm, gülçin. çok sağol.

sevgili uykusuz,
olma mı! o da olur. tıpçılar daha iyi görüş bildireceklerdir ya, satürnizm eski adı da, plumbizm yeni adı galiba. ama satürnizm kadar romantik bir isim değil kabul edelim şimdi:)

sevgiler çok.