Perşembe, Aralık 2

bugün

dün akşam ablamla konuşurken, lusin'in yazılarıyla çok eğlendiğini söyledi. bilmeceleri yanıtlamak için araştırma yapıyormuş o da:) coşkulu sesi teşvik ediciydi... ona bayanlusin'in kim olduğunu açıkladıktan sonraki şaşırmış sesi de öyle...:)

ancak aldığım bir kaç okur mektubu, "bayanlusin iyi hoş da, peri ne alemde yahu, onu merak ediyoruz," şeklindeydi. peri hanım iyi. şöyle ki:

etkiye müthiş açık doğamı, ne kadar yalıtıp bir odaya kapatsam ve ona seçilmiş sözcükler ve görüntüler de sunsam, zihnim bazı zamanlar kavrayamadığım bir duygusal hali -bu aralar olduğu gibi- bana pek de dayatmadan oluşturuyor. kendimle pek yüz göz olmadan, ama doğrudan ve dürüst bir ilişki geliştirmeye dikkat ettiğim için yüzeyde olanla derinde olanın örtüşmediğini algıladığım ama tanımlayamadığım bir huzursuzluğu tam karşıdan farkediyorum. bugün anladım ki sorun, hiç bir sorunun olmaması. buna alışkın olmayan zihnim, sorunlu zamanlarımın endişeli ruh halini taklit ediyor bu nedenle. sorunsuz, endişesiz, duru, huzurlu halin yarattığı ufuksuz boşlukta zihnim olağanın aksi durumu kabullenemeyip, huzursuzca kaybolup,  kendine bir sorun arıyor. anlayacağınız, rahat batıyor.

bugün kendimle söyleşiyordum. yok, odada değil de, mutfağa taşıdım kendimi. kahvaltı masası, fokurdayan çaydanlık, açık kitap, açık not defteri, kalemtraş, silgi... kendimi, ani ve şaşırtıcı sorularla apansız yakalayıp ağzımdan gerçeği kopardığım zamanlar olmuştur. bazen bir kaç kadeh içki sunmak gerekir fazla kilitlenmişse... olmadı şiir okuttururum,  çünkü öyle sanırım ki bazen olanı biteni ifade edecek dili bulmakta zorlanır. bugünse bir rahatlık sunup, en sevdiği görüntünün içine yerleştirdim onu. ve hiç huzursuz etmeden, en dışından, havadan söz açarak girdim meseleye. anlamak istediğim şu: gerçekten mi iyi, yoksa gözden kaçırdığım bir mesele var da, mesela pencereden çatılara, kuşlara bakarken boğazından yükselen bir hıçkırırk ve dolup taşan bir gözyaşı seliyle dehşete düşürüp beni kontrol edemediğim ne vardı, sorusuyla çaresizce başbaşa mı bırakacak? bu duru ve huzurlu halinden gizliden gizliye çok şüpheleniyorum . bu neye hazırlık? neye!

-hava ne güzel, değil mi?
-çok güzel gerçekten…
diyor sakince. benden bir şeyi gizlemek için mi sohbetten kaçınıp, kestirip atıyor,  yoksa önündeki kitaba dönmekte mi acele ediyor, emin olamıyorum. ama bugün bu meseleyi çözüp, onu rahat bırakacağım.

-niçin sokağa çıkmıyorsun o halde?
-bu güzel havada mı? ben de marlow gibi, güzel havaları kırlarda, şurda burda taban teperek harcamak istemiyorum çünkü. güzel havada, onun gibi en sevdiğim yerde, evimde oturup, en sevdiğim işi yapmak, kitap okumak istiyorum. hem hava gerçekten güzel mi, bakalım. bana kalırsa mevsim,  alışılagelmiş vaadini yerini getirmeyerek bizi bir tür gergin "beklemek" halinde tutuyor. soğuğun başlamasını, yağmurun yağmasını beklerken, gökyüzü, yüklü bulutlarıyla, zamansız ve derin bir dalgınlığa düşmüş gibi öylece kalakalmış... donuk, hüzünlü ve ılık rüzgarıyla sevecen... sanki bir fotoğrafın içine hapsolmuş gibiyiz... sonsuzca bir bekleme anında donup kaldık sanki, gökyüzü...  altında biz...

- hmmm! bu nedenle mi o fotoğraf kitabını okuyorsun?
-elbette! bak, sana nefis bir alıntı okuyacağım şimdi. öyle güzel ki! dinle:


"mercek tarafından izlendiğimi hissettiğim anda her şey değişiveriyor: kendimi poz verme işlemine veriyor, bir anda kendim için bambaşka bir beden yaratıyor, bir görüntü öncesinde kendimi dönüştürüyorum.
(...) ben mercek önünde poz verirken (yani bir an için bile olsa poz verdiğimi bilerek) varoluşumu kuşkusuz ki metaforik olarak fotoğrafçıdan alıyorum. ancak bu bağımlılık her ne kadar hayali ise de, onu belirsiz bir evlatlığın acısıyla yaşıyorum: bir görüntü -benim görüntüm- yaratılacak: acaba antipatik bir bireyden mi, yoksa "iyi tür" den mi doğacağım? ah, keşke fotoğraf üzerine, klasik bir tuval üzerindeymiş gibi soylu bir anlatımla "çıkabilsem" -düşünceli, zeki, vb.!- kısacası (titian tarafından) "resmedilebilsem" ya da (cloet tarafından) çizilebilsem.  oysa fotoğrafın yakalamasını istediğim şey bir öykünme değil derince bir manevi doku olduğu ve fotoğraf da en büyük portecilerin ellerinde değilse pek de öyle hünerli bir şey olmadığı için, içeriden kabuğuma nasıl hükmedebileceğimi bilemiyorum ve benim doğamın tüm nitelikleri yanında bütün fotoğraf ayininin keyiflenerek bilincinde olduğumu da gösterecek hafif bir gülümseyişin "dolaşmasına" karar veriyorum: kendimi bu toplumsal oyuna bırakıyor, poz veriyor, poz verdiğimi biliyor, poz verdiğimi bilmenizi istiyorum: ama (olacak iş değil ya) bu ek mesaj benim bireyselliğimin değerli özünü, her türlü resmin ötesinde benim ne olduğumu asla değiştirmemeli. kısacası benim istediğim, binbir tane değişken fotoğraf arasında itilip kakılan, yer ve yaşla değişen (hareketli) görüntümün her zaman (şu derin) "kendim"le çakışmasıdır. oysa bunun tam tersini söylemek gerekir: "kendim" hiçbir zaman görüntümle çakışmaz; çünkü ağır, hareketsiz ve inatçı olan görüntüm (toplum bu yüzden onu bırakmaz), hafif, bölünmüş ve dağılmış olansa "kendim"dir; "kendim", şişeye kapanmış cin gibi yerinde duramaz: keşke fotoğraf bana hiçbir şey göstermeyen, doğal ve anatomik bir beden verebilseydi! yazık ki her zaman fotoğraf tarafından bir anlatım takınmaya mahkum (iyi anlamda) ediliyorum: bedenim bir türlü sıfır derecesini bulamıyor, kimse de bunu bana veremiyor (belki yalnız annem? çünkü görüntünün ağırlığını silip atan şey ilgisizlik değil, -fotomat bizi hep polis tarafından aranan bir suçluya dönüştürür -sevgi, aşırı sevgidir)."

-hmmm... anladım. seni bırakayım da devam et, çok güzelmiş gerçekten de  kitabın.

kendimi burada rahat bırakıyorum. iyi görünüyor. belki şu anne sevgisi kısmı onda bir sorun yaratıyor mu, diye düşünülebilir. hafızasını kaybetmiş annesinin zihninden onun tarihini içeren tüm fotoğrafların silinmiş olmasından doğan bir kaybolmuşluk, varlığının görüntüsel tarihinin ana merkezden silinip gitmiş olmasından doğan bir boşluk?... ne bileyim işte... abartıyorum belki de. iyi görünüyor.

iyiyim.

10 yorum:

Ayça Yaşıt dedi ki...

Kedi, mutfak penceresinden dışarıyı izler. Biz de kediyi izleriz. Binbir düşünce kafamızın içinde oynarken, dışında sükunet, dinginlik hakimdir.

Şaşkın ama iyiyizdir. Ne güzel fotoğraf.

Sevgiyle.

endiseliperi dedi ki...

sevgili atze,
çok teşekkür ederim. bugün yoğundum biraz, dışardaydım, o yüzden geciktim. bir tür şaşkınlık var üzerimde ama iyiyim evet, atze. ama ben hep biraz şaşkınım zaten. yani şu durağan hayatımda her şey beklenmedik şekilde oluyor sanki. mesela bugün hava beklenmedik şekilde ve zamanda karardı. içim çok durgundu ve dışarda olmaktan sıkılıyordu, ama beklenmedik şekilde herkesle pürneşe konuştum.

kedi mi? hmmm... tina hanım, çok tatlı. bu sabah beni yine tüm odalarda dolaştırdı, hiç girmediğimiz odaların kapısına kadar götürüp beni, kapıları açtırdı ve içerde şöyle dolanıp esnedi, beni d eçağırdı. ne yapacağız tina burda diyorum? hiiiç... canı sıkılan kedi olur mu yahu? resmen bebek gibi, dün akşam çok rüzgar var ya, bizim ev de 9. katta, terasa çıkarmıyorum bu havalarda, zaten biraz sersem hep, şu pencereyi açmıyorum ya, bu defa diğer pencereye gidiyor, bunu aç, diyor, o da olmayınca mutfağa çağırıp teras kapısını açtırmak istiyor. diyeceksin ki, kedinin peşinden niçin dolaşıp duruyorsun. aşkolsun, tina duymasın bunu. şimdi ayak ucumdaki minderde kıvrılabileceği kadar kıvrılmış huzurla uyuyor. herkesin şımartılmaya hakkı var, tina hanım'ın en çok. çok seviyorum tina'yı, sahiden seviyorum. şımarık, bencil filan ama, çok iyi bir kız.

sevgiler.

justine dedi ki...

Yani Peri,
ben sana kızar mıyım hiç, hem neden kızayım? Rekabetçi filan ne iş, senin hakkında düşüneceğim en son şey bu olur (çok tanıyorum ya:p), ben sana canım demişim bir kere, düşünmem öyle şeyler:))

Hah ha, niye buraya geldim değil mi şimdi ben, diğer post dururken? Tebdil-i mekanda ferahlık vardır, buranın fotoları da güzel hem:) Nöbetçiyim şimdi, sabahtan beri buradayım, kız çocuklarına erkek çocuklarına bakıyorum, ve ben de bir kız çocuğuyum! Hoş bu, sevdim, doğum günüm yaklaşmışken, yaşım gidiyor gidiyorken üstelik, çok sevdim:p

Güzel havalarda en sevdiğin yerde olma fikrine ise ba-yıl-dım! Ben de ev kuşuyum ve "yay" deli gibi gezer diye dalga geçseler bile ben evimi seviyorum. Çay kaynarken bir köşede kitap okumayı hiçbir şeye değişmem. Hiçbir şey dedim değil mi, bir kere daha düşüneceğim, tamam:)) Hah ha!
Sarıldım.

endiseliperi dedi ki...

eee sıkılıyor musun şimdi, keyfin nasıl? ben bu nöbet usulü çalışılan yerleri severmişim gibi geliyor hep. ne bileyim, alırsın kitabını, arada dışarı çıkıp sigara içersin, yani hem gece ayakta durma olanağı tanıyorlar sana hem d eüstüne para veriyorlar. keşke nöbetçi olsam:) gerçekten. mesleğin ne? nöbetçi. yaa justine, bak sıkılıyorsun diye konuşuyorum, bu internet filan ilk geldiğinde bend edim ki bir site alayım, o zaman böyle bedava yerler yoktu, "nöbetçi rüya tabircisi" koyayım adını. gerçekten. yanıma bilumum rüya kitaplarını alayım, gece bir kabustan kan ter içind euyanan biri mi var, ah canım yalnız mı, açsın bilgisayarı bana anlatsın rüyasını, ben yorumlayayım... böyle işte. delice, ama istemiştim yapmayı. ama zaten reklam yazarı olarak deli gibi çalışıyordum o sırada, bir gazetenin pazar ekine ve bazı dergilere yazı yetiştiriyordum ve ne enerji, bir de bunu yapmak istiyordum. sonra sadece kadınlara özel yazılar olacak bir site aldım. adı ne? iğrenç1 gizlibahçe! yani katılımcıların oylarıyla yönü belirlenecek hikaye, dekorasyona başka bir bakış, sorun yaşayan hanımlar için destek hattı... ne bileyim... bizbize olacağımız bir yer işte. neyse. o da olmadı. dalgaya düştüm, haa iş değiştirdim, yoğun bir yere geçtim.

hmmm... bu ayva da meyve mi yaaa... ağaç kabuğu çiğniyor gibiyim, boğazından da geçmiyor insanın. almıştım bir sürü, çekirdeklerinden güzellik iksiri yapacaktım güya. bugün şu bakım kremlerine ne para verdim yaa... sonra vitaminlere... hepsi de şu sigaranın kötü etkisini yok etmek için. bir bıraksam sigarayı zengin olacağım.

hmm... eğlendin mi biraz. hadi iş başına. bu kadar mola yeter.

öpüyorum.

justine dedi ki...

Peri sen var ya, çok tatlısın:)

Arada sevgilimi rahatsız ediyor, mesajla sesleniyorum, arada onun mesajlarını okuyorum, arada çok çok hasta geliyor, bak şimdi geldi beklesene biraz canım. Hah ne diyordum, üzülüyorum işte hasta gelince, çok yoğun oluyor çünkü. Burası taşra hastanelerine benzemiyor (orada da başka şekilde mutsuzdum, bana mutsuzluk olsun yüzlerce sebep bulurum:p) yoruyor, çok yoruyor. Alıştım tabii, hatta emekliliğim bile geldi düşünsene! Eski yasaya göre bir dakika bile durmazdım ya, şimdi beş altı yıl etkileyecek galiba. Neyse, ne diyorum ben, dağıldım yine. Gece nöbetleri iyidir, gündüz çalışmaya göre harikadır hatta. Ben diğerini hiç bilmem. Arada gündüz (hafta içi) geldiğim oluyor, olmuştur, onca yıl tabii, ama rutin olmadı hiç. Gece kitap okursun, kahve ve sigara (sigarayı kaç yıl önce bıraktım ben, hadi bırak sen de) içer, müzik (en çok opera yakışır nöbete, ciddiyim:)) dinlersin. Çok kitap okursun, bu iyidir. Yorulursun tabii, alışmayana zor gelir uykusuzluk ama ben çocukken bile öğlen uykusundan kaçar, numara yapardım uyuyor gibi, vız gelir yani!:)

Sen çok yaşa, oyalandım inan. Şimdi kitabıma döneyim, bitecek nöbet, umudum var.

Bak yine hasta!

endiseliperi dedi ki...

ahh justine bırakmayı istiyorum, çok istiyorum. kaçak da öyle üzülüyor ki. bugün az sigara içtim diyince öyle seviniyor ki. keşke bıraksam. sigarayı bırakma kitabım başucumda duruyor. bir an gelsin, yeter, diyip sigarayı bırakayım, o kitabı okuyup güç alarak filan. belki olur. herkes kendisi için hayal kurar ya, hayalim sigara içmeyip spor yapan biri olmak. bu kadar basit ya. hayır, hayatı deli gibi sevdiğimden filan değil, sigaradaki o özensizlik, lakayt tavır, bağımlılık çok kötü bir duygu. ben demişimdir hep, zosima dede gibi olmak istiyorum, diye. bildin mi? karamazof kardeşler'deki dede. evet, kendime avatar yapacak olsam onu yaparım yani. kuru ekmek, su, kitap, sonra tevekkülle bak dünyaya, insan kardeşlerini anla... içimde bir yerde bir din adamı yatıyor benim. metabolizmam bile öyle. sigarayı sevmiyor, bir kadeh içki içse berbat oluyor, süt içse bile yaramıyor... varsa yoksa su, sert kara ekmek, sert, kuru peynir... çayı seviyorum ama. zosimo dede olayım da en büyük günahım çay olsun.

hmm... canım yaa, ben uzanıp kitap gazete okuyacağım şimdi. daha çok kalmamıştır umarım nöbetinin bitmesine.

öpüyorum çok. iyi çalışmalar sana.

justine dedi ki...

Peri,
sen keyfine bak canım, az kaldı benim bölümün bitmesine de. Bu son yazım olacak, korkma sakın:)
Yazmadan edemedim, ondan yani. Yarın da unuturum kesin:p
O zaman uzatmadan; Zosima dedeyi bilmez miyim hiç, şeker gibi adamdır, hatta baba Karamazov bir onun yanında kendini toparlıyordu (azıcık tabii, yoksa bildiğin Karamazov, dikiş tutar mı?:)), hatta laf aramızda romandaki tek işe yarar adamdı ya! Hah ha, neyse bırakacaksın sigarayı biliyorum, güzel bir yaşam tutkusundan değil üstelik, oralara takılmadığını da biliyorum, seni sevenlerin içi biraz daha rahatlasın diye içmeyeceksin. Ama benim söylemek istediğim şey asıl şu, ben sigara içen insan görüntüsünü, öyle bir imgeyi (oldu mu bu kelime?) çok çok severim. Karşı filan değilim yani, sağlıklı yaşam palavralarından çok sigara içen adam görüntüsüne bayılırım.
Ama sen bırak:)

Şimdilik bye diyelim o zaman, iyi okumalar, iyi geceler:p

endiseliperi dedi ki...

dur vedalaşayım da, öyle yatarım. hem ben tuhaf ki, acıktım. dolabı karıştırdım, ayyy desem mi, canın çeker filan, sarma buldum işte, ısıttım onu yiyorum.

hah haa... kitap eleştirilerin mükemmel, doğru diyorum. bence sen kitap eleştiri dilini böyle geliştirebilirsin, çok tatlı. görüntü, eyvallah fena değil de, ben bir kez bıraktım ve üstelik hedef olarak bizzat o görüntüyü hedef alarak bıraktım. hani sigara, cep telefonu ikilisini masaya bırakan insan görüntüsü... en hoşlanmadığım görüntü olarak bunu tırnak içine almıştım. ama şu sigara karşıtı kampanya çıktı ya, bend elirdim, ares in torunu olarak. neyse. bırakmak değil belki de, o görüntünün hatırına, az içmek lazım.

hadi bye. ben d eyemek üstüne bir sigara içip yatacağım zaten sonra:)

Ayça Yaşıt dedi ki...

Yeni fark ettim sevgili Endiseliperi. Kedinin peşinde niçin koştuğunu soracak en son kişi ben olabilirim. Çok hoşuma giderdi bunu görebilmek, hatta uslu kimliğimi bir kenara bırakıp ben de sizin peşinize takılabilirdim. Seviyorum Tina'yı, anlattıklarını. Ve çok seviniyorum, birden Tina'nın ne yaptığını anlatmana. :) Şimdi kırmızının serüveni'ne başlayayım.

Sevgiyle.

endiseliperi dedi ki...

başla bakalım, hadi yanıtlayın artık biriniz soruyu da serüvenin ikincisine geçelim. yoksa böylece durup, 1 mayıs şarkısını dinleyip duracağız.

sevgiler.