gönül ki yetişmekte/nostromo
bir kitabı okurken, yazarının beklentisiyle uyumlu, saf bir okurumdur öncelikle. aynı zamanda eleştirel olarak eseri dikizleyen bir okur gözüm de vardır. bunlara ek, okumanın kendi hazzından apayrı olarak geliştirdiğim bir oyun keyfim de vardır: "bu karakteri tanıyorum," derim, "şu yazarın şu eserinde kılık değiştirmiş olarak dolaşıyordu." edebiyat eserlerinin her birine ayrı ayrı hakkını teslim etmek gerekirse de, her edebiyat eserinin içiçe olduğuna, birbirinden doğduğuna, birbirini devam ettirdiğine inanırım. bir yazarın kitabında gördüğüm karakter, bir başka eserde farklı biçimlerde boy gösterir, bir yazarın anlatı tekniğini diğer yazar geliştirir. kitaplarının anlatı tekniği için acı dolu, yoğun bir çaba harcayan conrad'ın flaubert'ten etkilenmemesi düşünülemezdi. nitekim, gönül ki yetişmekte kitabıyla tanıştığım flaubert'te anlatıya tahakküm eden yazarın varlığının ortadan çekildiğini ve flaubert'te belirsizce farkedilen, olan biteni kahramanın bakışıyla gösteren tekniğin, conrad kitaplarının en ayırdedici anlatı özelliği olduğunu siz de gördünüz ya da göreceksiniz. ama şimdi bunla ilgilenmiyoruz. şunla ilgileniyoruz; açıkça, doğrudan, bir bayrak direği gibi dümdüz diyiverelim:
conrad'ın daha önce konuştuğumuz nostromo kitabının baş kahramanı nostromo, flaubert'in gönül ki yetişmekte kitabındaki yan karakterlerden biri olan dussardier'dir.
evvet! şimdi bunu keşfetmek bana ne türden bir haz veriyor? çok sevdiğim yazar conrad, flaubert okumuş! ben şimdi flaubert'i okuyan, onu algılayan conrad'ın zihnindeyim. conrad, flaubert'in bahsi her geçtiğinde dussardier'nin mertliğine, dürüstlüğüne vurgu yapmasından etkilenmiş. conrad, kitabının başından itibaren nostromo için şanlı, eşi bulunmaz, takdire şayan, onurlu, namı büyük, kahraman, sulaco'nun kurtarıcısı cesur nostromo, şeklinde abartılı övgüler düzer. eşlemeli deyimleri yoğun olarak kullanır. neşe ve kibarlık dolu sıfatların bu aşırı kullanımı okuru gülümsetir ve nostromo karakterinin altından ne gibi bit yeniği çıkacak diye kuşkulara kapılır. bunda haksız da değildir. nitekim nostromo, kendine duyduğu aşırı kibirli güvene rağmen, yoldan çıkar, şanına uygun şekilde yaşama arzusuyla ahlakdışı, küçültücü, onursuz bir eylemde bulunur; hırsızlık yapar. bu hırsızlık vakası, flaubert'in kitabında gerçekten mert ve dürüst bir delikanlı olan dussardier dolayımında, sonucu çok etkili olmayan bir yalanla gerçekleşir. frédéric, gerçekten sevdiği kadın için birlikte olduğu kadından borç para isterken, bu gerçeği örtmek ister; parayı, arkadaşı dussardier'nin yaptığı hırsızlığı gizlemek için istediğini söyler.
dussardier, 1849 paris ayaklanması sırasında cesurca dövüşürken, nostromo, sulaco'nun işgalinde mertçe kahramanlıklar gösterir. gönül ki yetişmekte kitabında, aşk telaşında olan frédéric'in güvenilmez tanıklığından izlediğimiz savaş sahnelerini, nostromo kitabında daha ayrıntılı gözlemleriz.
insan psikolojisine, onun suçluluk duygusuna, ahlakdışılığına, utanç ve pişmanlığına vs çok hakim conrad'ın, flaubert'in dussardier karakterini böylesine incelikle ve maharetle işleyip nostromo gibi bir karakteri yaratması... sanırım her okur böyle bir keşiften hiç değilse bir "oyun" heyecanı duyar. eğer siz de okur ve bu heyecanı benimle paylaşırsanız oyunu tek başıma oynamamış olurum.
gönül ki yetişmekte/masumiyet müzesi
orhan pamuk, manzaradan parçalar kitabına da aldığı şu yazısıyla flaubert'e, özellikle gönül ki yetişmekte kitabına hayranlığını dile getirmiş. masumiyet müzesi kitabında karakter dolayımında değil de atmosfer dolayımında pamuk'un flaubert'ten etkilendiği görmek olası. kemal'in zengin arkadaşlarıyla bulunduğu ortamlar, frédéric'in aristokrat çevresindeki partileri anımsatır. frederic'in, madam arnoux'nun evine ziyaretleri, ordaki dingin aile yaşamı, orada bulunma niyeti, frederic'in madam arnoux'ya duyduğu aşkı hiç bir şekilde yozlaştırmadan soyluca yaşaması, kemal'in füsun'un evine gidişlerindeki hale çok benzer.
bu arada:
hasta gibiyim. hasta olmam ben pek, ama bu hasta gibi olan halime de hastalık muamelesi yapmam gerekir ki, yatağa düşmeden atlatayım. günde bir tane yatmadan önce soğukalgınlığı ilacı, sabah vitamin, bol portakal suyu ve dinlenme. akşam film izlerken yemek için kurabiye yapmak üzere soğuk mutfağa gitme hazırlıkları içindeyim. tatlı değil, tuzlu kurabiye istiyorum. kıtır kıtır olması da çok önemli. hadi bana eyvallah.
18 yorum:
Hey Peri, gitme mutfağa filan şimdi, ben geldim!:)
Canım, asıl sen kendine bakmıyorsun bence*. (hadi bir kavga!:p) Ben ince filan giyiyorum ama, kolay kolay hasta olmuyorum, farkında mısın? Lütfen şom ağızlılık yapmayayım tanrım, lütfen! Sen böyle yoğun yoğun okumalara dalıp, yemeni ,içmeni unutuyorsun, sigara da içiyorsun. Of of ben sana daha ne diyeyim, ele verir talkını meselesi:) Çok geçmiş olsun canım, ve geçecek biliyorum. Tuzlu kurabiye soğuk algınlığına en iyi gelen şeydir, aferin sana, hatta onunla da kalma bir de yaprak sarma yap, tam olsun!:p Hayret bir şey, niye kendini yoruyorsun ki, ilacını, meyve suyunu iç yat gitsin. Deli kadın, canım benim.
Şimdi... Bahsettiğin meseleler oldukça önemli. Ama benim şu sıralar kafam durdu:p Hah ha, niye acaba? Ya şaka şaka, o kadar da değil:) Ekşi'ye yıllar önce şöyle bir şey yazmışlığım var ama;
http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=seks+halk%C4%B1n+lirizmidir&a=sr&au=ivan+karamazov
Geçelim:p
Ben de okurken bahsettiğin oyunu oynarım. O keşfi severim ve bulduğum için ayrıcalıklı olduğumu bile düşünürüm:) Bu arada, Frédéric'in borç para alma olayı Dimitri'nin olayının aynısı değil mi? Basit ve önemsiz bir benzerlik ama ne bileyim sen anlatınca Gönül ki...'yi daha okumadan öyle düşündüm.
Conrad'ı, Pamuk'u ve hatta Kaçak'ta kalan kitabını bile boş ver, sana bir şey olmasın tatlım:p Sarıldım, çok.
*"Bence" kelimesini her yazdığımda yüzümü buruşturuyorum, çok hafif bir kelime değil mi sence de? Bak sence öyle değil işte. Bence, ne kadar gevrek:)
yoo, asıl ben hiç hasta olmuyorum, sen hep hastasın. valla kayıtlar ortada, tek tek dökümünü yapıp sayabiliriz, ki sen benden daha çok hastasın:p hem benim öyle bronşit, faranjit gibi adlı adınca şık hastalığım yok. ben soğukalgınlığı başlangıcı hastası olurum. tereyağını çıkarttım dolaptan, biraz oda ısında olması lazım ya, baktım, buzdolabından farkı yok ki odanın ısısı. bu arada yemeği hazırladım, sıcak odada yemek yiyorum. belki odada yapacağım kurabiyeyi. ne olacak ki... hahhaa kurabiye hstalığa iyi gelmez belki ama, kendimi hasta olduğum için şımartmam lazım. yeşil elmalı bonbon'um var ama o da nereye kadar. aa dur ekşisözlük'teki yzaını okuyayım.
...
hahhaa çok iyi yazmışsın. bir arkadaşım demişti bana, "seninle sevişilemez ki, tam başlayacaksın, öyle akıllı, ağır, edebi bir laf edersin, düşüncelere dalarsın... her şeyi mahvedersin. sen ancak platonik aşk yaşarsın":)yok valla gerçekle alakası yok.
bu arada, kitabı buldum, kaybolmamış, yaşasın!
dimitri olayına pek benzemiyor sanki. aa bir benzerliği daha yazmayı unutmuşum. buraya mı yazsam? conrad'ın batılı gözler altında kitabındaki o çok ilginç tekla karakteri de, flaubert'in gönül ki yetişmekte kitabındaki matmazel vatnaz karakterini andırır. iyi bir dedektif gibi bunu çok iyi seziyorum ama şu an kanıtlayamam. batılı gözler altında kitabını okuyalı çok oldu, yeniden okuyup size tek tek kanıtları gösterebilirim ama. kanıtlar da çok güçlü değil ama, aksini iddia eden kanıtlasın, diyip sıyrılabilirim içinden:)
sana bu "bence" şeysi ile ilgili bir şey anlattım mı? çok dalgınım, tekrar olmasın. the good wife dizisi bir hukuk dizisi, bolca objection! lar dolaşıyor, hoşuma gidiyor. neyse, orda bir hakim var, takıntısı bu "bence". avukat ve savcılar iddialarını söylüyorlar, ama her seferinde bence demezlerse hakim dikkate almıyor sözleri. komik de anlatamadım şimdi. çünkü ben hastayım. hala kurabiye yapsam mı yapmasam mı tereddütü içindeyim. sen yapma diyorsun, ama kurabiye canavarı kaçak çok iyi bir fikir diyor, bakalım neye karar vereceğim:P
ayy neler yazdım acaba, çok dağıldım, özlemişim. öpüyorum çok. sevgiler. sevgiline selamlar.
Sen bana bakma canım, ben yorulmaman için yapma demiştim. Yap, lütfen. Kek ve kurabiye kokusu sadece hasta bir insanı değil, dünyayı mutlu etmeye yeter. İyi bilirim.
Sonra daha çok konuşacağız, şimdilik hoşçakal.
Sevgiler ve selamlar çok.
yaptım, fırında kızarıyor:) kurabiye sevmeyen arçil için de milföy hamurundan bir tuhaf pizza yapıyorum. erken yedik yemeği, bir süre sonra, atıştıracak bir şey yok mu, diye soracak. ben de tam da bir anneden bekleneceği gibi, olmaz mı! diyip pizzasını getireceğim:)heyecanla sormasını bekleyeceğim, bakalım:)
hoşçakal canım.
o karakterlere yeniden bakma fikri yarattınız, teşekkürler..
İçimi acıtan şeyse oğlum atıştıracak bir şey yok mu diye sorunca seyretmediğimiz bir-iki film var diye cevap veririrm. Ne tembel bir anneyim! kurabiye de çekti canım..Ama bu saatte...yapamayacağım..ama hafta sonu kurabiye canavarı kesilesim var:)))) sevgilerimle..
U(YKSZ)
eğer böyle bir istek yarattıysam ne güzel, buna çok sevinirim.
hayır, hayır, uykusuz, sakın öyle düşünmeyin. sizin yaptığınız doğru, ben yanlış yapıyorum. öyle bir soru sorunca, gidip kendine sandiviç yapabilirisn demek lazım. ben maalesef öyle yetiştirmedim, sürekli bir servis halindeyim, bu nedenle arçil hayatı çok kolay, çok eğlenceli bir yer sanıyor. hiç hazırlıklı değil hayata.
aslında şu an mutfağa girseniz, hızlıca 15 dakikada tepsiye dizmiş, fırına koymuş olursunuz. çok kolay. ben de ölçüsüz filan yaptım. kabartma tozu, birer tatlı kaşığı tuz ve şekerle karıştırdığım ölçüsünü veremeyeceğim unun ortasını açıp, göz kararı 125 gr tereyağ ve yarım çay bardağı sıvı yağ, yarım çay bardağı da sirkeyi, bir yumurtanın beyazını (sarısı üstüne), hızlıca karıştırıp, şöyle bir yoğurup, yağlı kağıt serilmiş tepsiye hızlıca şekil verip dizip, yumurta sarısı sürüp, susam serpip, 175 derecede ısınmakta olana fırına koydum. çıkınca hemen soğudu zaten. bu arada çay da demlenir. sirke nedeniyle kıtır kıtır bir kurabiye bu. en sevdiğimden. hemen yapın bence.
sevgiler çok. lütfen kendinizi üzmeyin, her anne yetersiz hisseder kendini, beni hele hiç sormayın, yanlış olan bu duyguya kapılmak. bence çok iyi bir annesizniz.
Hey, ben bu kurabiyeleri biliyorum! Kendileriyle ortak bir gecmisimiz var. :) Ne guzel, pismisler bile.
Conrad'i hic sevemedim Peri. Kitaplarini, kitaplarinda anlattigi seylerin isaret ettigi seyleri seviyorum ama cok yoruyor beni Conrad. Hani bazi yazarlarin icinin karanligina asik olur ya insan, Conrad'in karanligi su Munch'in meshur Scream tablosundaki bagiran adamin kafasinin derin, dipsiz bir kuyuya yerlestirilmis siyah beyaz hali gibi sanki. Asik olunamaz yani ben asik olamam Conrad'in karanligina. Bu da onu benim icin sevilmeyen yazarlar kategorisine sokuyor aninda (bkz. PAnin edebiyata liseli kiz mantigiyla yaklasmasi)
Bu guzel dedektiflik yazisindan sonra Flaubert'i ele almak farz oldu. (Simdi kalktim, kutuphanemin basina gittim, ben de Madame Bovary var saniyordum ama yok galiba. Onun yerine elime -yine- Henry James'in The Portrait of a Lady'si geldi. Onun filmindeki Malkovich ne dehset bir Malkovich'tir oyle.)
Sevgilerimle Peri ve kendine iyi bak lutfen.
(Justine, Neo'daki selamini aliyorum buradan, merhaba!)
çok güldüm:) justine, sana burda vermeyi unuttuğu selamı, neo'da vermiş. sen de ordaki selamı burda alıyorsun:)
ah pa, en büyük korkum, o kadar methettiğim conrad'ımın arkadaşlarımca sevilmemesi. sana onu anlatsam, yazarken çektiği sıkıntıları, yazma uğraşını nasıl ama nasıl kendi varoluş sorunu haline getirdiğini, kurtuluşu arar gibi yazdığını, yarattığı her karakterin bitmek tükenmez bilmez şekilde kendiyle uğraşan yorgun conrad'ımın bir parçası olduğunu, kuşkular, güvensizlikler içinde bitkin düştüğünü... öylesine dürüst bir inatçılıkla ama ne yaptığını bilerek yazdığını... üsluba yönelince, acaba çok mu teknik bir yazar oluyorum, diye kıvrandığını, kitabının içinde analizci bir yazar olarak görünmemek için nasıl kırk takla attığını, durumu açıklayan olayın kendisi olsun diye uğraşmasını, yüzeyde olanı yüzeyde bırakarak ama derin çok derin bir şeyi ima ederek yazmasını... çok seversin. conrad canım benim, ona aşık olmam, o benim çok dostum.
sevgili pa, conrad elbette kötümser bir yazar. insan, hem sistemin içinde sıkışmıştır hem de kendi zihni içinde, olduğu, hissiyatı, yargıları ile kuşatıldığı kendi zihni içinde sıkışmıştır ve umutsuzca kurtuluşu arar. karakterleri çok sorunludur, hepsinin kendisiyle başı derttedir. ben, çok, çok seviyorum conrad'ı. kitaplarını da, yazar conrad'ı da çok seviyorum.
conrad'ın sana henry james'i çağrıştırmasına çok sevindim. conrad çok sever henry james'i. galiba bir arkadaşına onunla ilgili bir mektup yazmıştı, ilgilenirsen sana yazarım. henry james de conrad'ı önemser, conrad'ın sahip olduğu deneyim ve bilgi ile böyle yazılar yazan başka bir yazar daha olmadığını söyler. hala da doğrudur bu sözü.
ben henry james'i severim. sanırım bir yeniden okuma yapmalıyım onun için. senin de yıllar önce bir henry james yazıma yorum bıraktığını hatırlıyorum:) sorduğun hikayeyi yeniden okuyup, sana yıllar sonra yanıt vermek de hoş olacak:)
öpüyorum çok. conrad'ı sevmesen de seni sevmeye devam edeceğimi belirtirek kocaman sevgiler, gönderiyorum;)
edebiyat edebiyat dedektifi başlığı süper olmuş, çok yakışmış :) bugün ofiste öğle yemeğinde demirkubuz'un kıskanmak filminden söz ediyorduk (çok entellektüel ortamlar bildiğiniz gibi diyil :) filmde herkesin hayran olduğu bir tip varmış, ben izlemedim ama çocuğa duyulan hayranlığa sinir olmuş arkadaşlar. anlattıkları bana da thomas man'ın venedik'te ölüm'deki başkarakterin bir delikanlıya duyduğu aşkı andıran hayranlığı anımsattı. bir ara nahid sırrı örik'in kitabını okuyup filmi de izlemem lazım, benzerlik var mı diye..
böyle kitaplardan, yazarlardan söz ediyoruz ya bir tür kitap kulübü gibi olduk diy mi? :) tabiy daha eğlencelisi, sadece kitaplar diyil, kurabiyeler, bitki çayları felan da var.
öptüm herkesi.
pericm yakın olsam anında yapardım tuzlu kurabiyeyi..ama sende biliyorsun bu işi,sirke koy diyecektim,işin püf noktasıydı.sen yalnız fazla koydun sanki..
teşekkür ederim, neo'cuğum:)
bilmem ki demirkubuz yeratından notlar'ı filme uyarlıyor şimdi de. nasıl olacak, çok merak ediyorum, yüreğim ağzımda bekliyorum. demirkubuz'u çok severim, kıskanmak filmi de berbat değildi neticede de sanki uyarlama film yapmasa daha iyi olur. hmmm! çocuğa değil de, ona duyulan hayranlığa mı sinir olmuşlar? çocuk sinirdi evet ama kasabanın sıkılan hanımları için heyecan dolu bir malzemeydi. ona hayran olmaları sanki doğal, yeni, macera vaat eden bir velet işte. yalnız o zamanın ahlak anlayışı şimdikinden epey yozlaşmış durumdaymış. bilmem ki çağrıştırıyor mu, venedik'te ölüm kitabındaki o ili,şki biçimi sanki biraz daha farklıydı. filmi izleyince ne demek istediğimi anlayacaksın. örik'in kitabını okumak benim de aklımda bu arada. türk edebiyatını epey boşladım ben neo'cuğum.
evet ama bazı okuyuculardan şikayet var bana, gündelik hayattan, şundan bundan bahsedelim, kastın bizi artık, diyorlar:)
öptüm ben de. sevgiler çok.
ah ne güzel olurdu buket, hastayım, bir çorba pişir bana, lütfen, derdim:)
yok yok, nefis oldu kurabiye. ben göz kararı koydum ya, takriben yarım çay bardağı idi sirke ve tam olmuş sanki, istediğim gibi kıtır kıtır.
sevgiler.
Peri, canım,
Ben aslında Conrad'ın o mücadelelerini anlatış haline de sinir oluyorum, ne yalan söyleyeyim. Samimiyetine bir şey diyemem ama özellikle kendinden bahsederken, çektiği sıkıntılardan bahsederken çok abartılı bir dil kullanmıyor mu sence de? Tamam, hepimiz bir şekilde yapıyoruz bunu. Conrad'tan pek hazzetmiyorum çünkü bunu yapan, bu acıları, sıkıntıları yaşayan, yazma konusunda böyle kahrolan sadece kendisiymiş gibi davranıyormuş gibime geliyor. Neden inat ettim bu kadar, onu da bilmiyorum. Sen böyle anlatırken Conrad'ı, senin bu güzel anlatman hatırına bile deli gibi sevilir aslında Conrad ama ne yapayım, acısının gerçekliğini anlamakla beraber, biraz, nasıl diyeyim abartılı da bulmuyor değilim. Halbuki daha sakin yaşasa bu sıkıntıları, daha içinden içinden yürütse de biz de okurkun huzursuzluğunu çıplak bir gözle görmek yerine o huzursuzluğun tınısını duysak, daha çok seveceğim Conrad'ı.
Henry James.. Onun yeri bende o kadr farklı ki. Ne zaman sıkılsam, bunalsam elim ona gidiyor. O cümleler, o akış, o hikaye, o anlatış. Conrad'ı bu kadar beğenmeye değer bulmasını da anlıyorum. Hoşuma da gitti okurken. Çünkü dışa vurumu farklı da olsa, özde ikisi de aynı şeyden dem vuruyorlar aslında. O yorumu da hatırladım, lütfen, lütfen dediğin gibi bir okuma yap ve yaz fırsatın olduğunda. Ne güzel olur.
Neo'nun kitap klübü fikrine bayıldım. Gerçekten de, sohbet ne hoş oluyor böyle.
Sevgilerimle Peri, :)
(Justine, Neo, merhaba! Size de sevgiler. :) )
pa'cım,
şimdi biraz işim var ve sanki uzun da bir şey yazacak gibi de bir halim var. ben şu işlerimi bitireyim, sonra konuşalım, olur mu?
demek, conrad'ı sevmiyorsun... alalaaah, alalaaah...(şaşırarak uzaklaşır:)
öpüyorum çok.
sevgili pa,
mola verdim, kısaca konuşalım. sanki bir yanlış anlaşılma oldu; conrad'ın yazma sancısını eserlerinde göremezsin. arkadaşlarına yazdığı mektuplardan anlıyoruz biz bunu. ama eserleri mükemmel ve ona özgü bir teknikle yazılmış, insan ruhunu çok iyi anlayan bir yazarın, olağanüstü sinematografik anlatılarıdır. kitabın önsözünde bile yazarken hiç canı yanmamış, rahat, babacan, mizah yüklü bir yazar olarak boy gösterir. yukarıda bahsettiğim sıkıntılar, okur ben yazar conrad'ı niye seviyor, onu açıklamak içindi. yoksa kitaplarını sevme nedinim burda zaman zaman yazdığım gibi çok başka. olabilir, diyebilirisn ki o ağır retorik, zaman zaman melodrama kaçan kurgu beni bayıyor. bunları görmezden gelmeye yetecek kadar iyi bir yazar bence conrad. beni şaşırtan, tümüyle kendi varoluş mekanizmasının içine çekilen ve yazarlığını da içtenlikle ve samimiyetle oradan yürüten conrad için sen ideal okur olabilecekken, sanki tuhaf bir bakış sorunu, zamanlama hatası, aynı sokakta şans eseri çarpışmamak gibi nedenlerle senin ona sırtını dönmen. inanıyorum ki bir gün conrad'la benim gibi baskıcı bir çöpçatan marifetiyle değil, özgür seçiminle buluşacak ve onu çok seveceksin. ne zaman olursa artık... ama kırk yıl sonra da olsa bu, aklına ben geleceğim, n'aber!:)
öpüyorum çok.
:) yok istediğin kadar konuşabiliriz conrad hakkında, canım pa'cığım. biliyorsun, bir müslüman, ateist'ten daha yakındır hıristiyana, paylaşacakları daha çok şeyleri olur.
ben, şu güzelim günü kaçırmadan acil olarak dışarı çıkmak üzereydim. biraz yürüyecek, bir yerde çay içip gazetemi okuyacak, markete uğrayıp, akşam için ne yapsam diye düşüne düşüne alışveriş yapacak ve eve döneceğim. o zaman yine konuşuruz belki.
sımsıkı sarılıyorum sana.
sevgiler.
Ay şaşkın ben. Mail hesabımdan atmışım yorumu, şimdi, ancak fark ettim. Şu an kendime yabancı bir ortamdayım, arkadaşımın iş yerindeyim, tedirginim biraz ondan oluyor bu (Yoksa hiç yapmam böyle dalgınlıklar, biliyorsun :P) Karışıklık olmasın diye sildim yorumu, buraya tekrar yazıyorum.
Sevgilerimle,
PA.
---------------
Yok yok, doğru anladık birbirimizi. Conrad'ın hani şu toplu mektupları var ya, Cambridge'ten çıkan, birkaç cilt, aklımda onlar olarak yazmıştım ben de. Edward Said'ten dolayı sarılmıştı Conrad başıma. Homurdandığıma bakma, "Things I love to bicker about" kategorisinin en başında Conrad. :)
Mektuplarında yazıyla boğuşmasını öyle bir anlatıyor ki, hmm, nasıl diyeyim, biri yapmıştı bu benzetmeyi, sanki tüm gece Tanrıyla güreşmiş de en sonunda yenmiş Yakup kendisi. "Halbuki daha sakin yaşasa bu sıkıntıları, daha içinden içinden yürütse de biz de okurken huzursuzluğunu çıplak bir gözle görmek yerine o huzursuzluğun tınısını duysak, daha çok seveceğim Conrad'ı." kastetmek istediğim şey buydu biraz.
Conrad'ın romanlarını okurkense duyduğum şey tedirginlik aslında. Tabii ki yetkinliğine, ustalığına, dilinin, ifadedesinin, anlatımının insanı nasıl kıskaç içine alarak yakaladığına, hapsettiğine adeta lafım yok. Ama hep korka ürke okudum ben Conrad'ı. Kalbim sıkışarak. Elimden atmak isteyerek. Atamayarak. Belki sevmiyorum demem de ondan. O hissi, o hisle yüzleşmeyi sevmiyorum çünkü.
Çok mu uzattım? Öyle galiba. Kusura bakma Peri, bu sohbet çok hoşuma gitti. :)
Sevgilerimle.
Yorum Gönder