Pazar, Şubat 20

gözyaşı dökme sanatı

"ağlamakla, birini etkilemek, ona baskı yapmak isterim ('bak beni ne durumlara düşürdün'). böylece, belki de -genellikle böyledir- öteki acımasını ya da duygusuzluğunu açıkça üstlenmeye zorlanır, ama zorlanan ben kendim de olabilirim; acımın bir yanılsama olmadığını kendi kendime kanıtlamak için akıtırım gözyaşlarımı: gözyaşları birer anlatım değil, birer göstergedir. gözyaşlarımla, bir öykü anlatır, bir acıma söyleni yaratırım, sonra da uyarım ona: onunla yaşayabilirim, çünkü, ağlarken, bildirilerin en 'gerçeğini', dilimin değil, bedenimin bildirisini alan bir dinleyici bulmuş olurum: 'sözler nedir ki? bir damla gözyaşı çok daha fazlasını söyleyecektir.'

bir aşk söyleminden parçalar, r. barthes, s.166 -schubert, gözyaşlarına övgü-

5 yorum:

ismail pelit dedi ki...

kötü savaşçılar:

ağlama emri geldiğinde gözlerimizi kapatıp başımıza gelebilecek en kötü şeyi düşünmeye çalışırdık.

kimisi sevdiğini kendi elleriyle gömdüğünü düşünerek, bir başkası çok sevdiği arabasının bir gece hurda yığınına dönüştüğünü istemeyerek de olsa hayal ederek ağlayabiliyordu. bizi ağlatacak şeyleri düşünmek zorunda mıydık sanki? kolayca ağlamamızı sağlayacak bir dünyada ancak emir geldiğinde ağlıyor olmamız, ağlanacak halde olduğumuzu gösteriyordu, görmüyorduk.

bir manga asker, her akşam ağlama emri geldiğinde kendi içimize kapanıp ağlamak için sebepler aramayı sürdürdük. son gece komutan eğitimde başarısız olduğumuzu açıkladı: "gözlerinizi açıp birbirinize baksaydınız ağlamak için gerçek bir sebebiniz olacaktı. sizi burada tutan gerçek bir sebep. oysa sizler ancak gözlerinizi kapatınca kendinizi ağlatacak şeyler buluyorsunuz. kötü savaşçılarsınız siz. kendinize yenildiniz. birbirinizi görmediniz bile. oturun da ağlayın halinize!"

birbirimizin yüzüne bir daha bakamadık.

endiseliperi dedi ki...

eyvallah, ismail.
sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sonra uyumuşum. rüyamda bana bir kasabayı gezdiriyorsunuz. bir fırında yığınlarca çörek vardı. yapımı ilginç, diresel bir hareketle yapılıyor, içinde pekmez var. şimdi uyanıdm da ondan ayrıntılar aklımda. antep'in katmerini hatırlatıyor. bir kahveye oturduk. bana kahve sahibinin hikayesini de anlattınız. sonra beyaz, galiba vanilyalı dondurma yedik. yok karnım hiç aç değil şu an ama sürekli bir şeyler yiyip dolaştık:) sohbetinizin ve sizin dağınık bir hali var. ne dediğinizi, ne yaptığınızı çoğu kez anlamıyorum, sadece dinleyip, izliyorum. ben yalnız dolaşırken de karşıma çıktınız zaman zaman. bana bir şey verdiniz ama onu kaybettim. çocuğunuzun bir sınavı varmış, eve gidip ona ders çalıştırmanız gerektiğinden söz ediyorsunuz. ama hep orda burdasınız. çocuğun sınavı için endişeleniyorum bu nedenle. sonra birileri var. bir adamın tedavi olması için su içinde olması gerekiyormuş. kocaman bir damacana su içinde adam. ve su boynuna kadar yükseltiliyor. çok korkup gözlerimi kapatıyorum elimle. çünkü suyun limiti kontrol edilemiyor gibi geliyor bana. ama tam zamanında duruyor.

işte böyle. bir kahve alıp, kendime geleyim. epey yoruldum rüyamda:)

uğradığınız için çok teşekkür ederim.

sevgiler.

ismail pelit dedi ki...

hayır olsun rüyan.

ben yorumu yazdıktan sonra uyudum, rüyamda tandır başında ekmek yapan kadınlar vardı; uyumadan önce pekmez içmiştim. karnım aç değildi, ruhum açmış belli ki: ekmek yapan kadın görüntüsü ruhuma iyi geldi. bir kadının ekmek yapmasının çok derin bir anlamı olduğunu düşünürüm. hamur yoğuran kadın imgesi, çok güçlü, derindir. kadınlığın insan olmanın ötesinde bir anlamı olduğunu düşündürür: dünyaya gelmek için neden bir kadın bedenine uğramak zorundadır herkes? kendini bir yerde hissetmenin en sağlam yolu neden bir kadından geçer?

sonra uyandım, epey geç, uykudan önce madam bovary'nin peşinden koştururken (aslı bovary'nin peşinden koşan flaubert'in peşinden koşuyordum ben; ama ne fark var sanki) bloguna uğradığımı hatırladım.

ben teşekkür ederim, seninle tanışmak güzeldi.

endiseliperi dedi ki...

teşekkür ederim:)
sahiden de böyle bir rüya mı gördünüz!? uyumadan önce de pekmez içmiştiniz, öyle mi!? çok ilginç bir rastlantı öyleyse.

annem sanki hep hamur yoğururdu benim. içine ne katarsam katayım, onun yaptığı o düz, sıradan çörek kadar lezzetlisini yapamıyorum. bedenini hep işe koşan bir kadındı annem. şimdi onu öyle hatırlayınca içim sevginin yanında, acıma, bir tür suçluluk duygusu ile doluyor. ve ben onun kadar lezzetli ekmekler yapamıyorum yine de. sanki o, bu dünya ile hep daha köklü bir ilişki içinde demek ki. mistik bir alemle içiçe olmasına rağmen,yine de benden daha diyalektik bir kavrayışı var dünyayı. ben, hiçbir şey anlamıyorum ne kadar okuyup etsem de. belki sadece o kadar lezzetli ekmek yapamadığım içindir.

bana kalırsa, bu kentli, okumuş, aydın hanımların çoğunda bir tür madam bovary hali var. ne kadar bilirlerse hayatı, gerçeklik algıları o kadar çarpık oluyor; kendileri ve hayatın gerçekliği hakkında algıları karmaşıklaşıyor. oysa belki çok, çok sadeleşmek lazım: uygun ısıda, ılık bir suya mayayı eritip, sadece tuz eklenmiş hamuru bakteriler açığa çıkacak kadar yoğurmak, yoğurmak ve sabırla onun kabarmasını beklemek... sadece bu kadar.

ben de sevindim sizinle tanıştığıma.

sevgiler.