Çarşamba, Şubat 2

mektup: patrick jane&peter pan

sevgili justine,
gece son olarak izlemeyi tercih ettiğimiz, gözlerimizde bekleşen uykunun sabırsızlığını onun heyecanıyla yarıştırdığımız dizi, the mentalist hakkındaki  yorumuna yanıtı; dışardan gelip üşüdüğümden, yemek hazırlıkları içinde telaşlı olduğumdan, erteledim. bir yandan da sanki bu konuda demek istediğim şeyler çokmuş gibiydi. yazmaya başlayınca zihnimdeki o karmakarışık ip yığınından düzgün bir yumak yapmakta zorlandım.  ipin ucunu bulmak, avucuma dolamaya başlamak için sözcüklerle, tane tane, "danış bakalım kendine; the mentalist dizisindeki karakter patrick jane ile peter pan arasında nasıl bir bağlantı kurdun?" diye sordum.

peter pan, sonsuz çocukluk demektir, büyümeyi unutmamış, aldırmazlık yapmamış, şuurlu olarak büyümeyi reddetmiştir. toplumsal sisteme uyumluluk göstermeyi istememektedir en basitinden. erişkinlik, para mevhumuna sahip olmayı, hiyerarşik ilişkiler içinde tanımlanmayı ve tanıma uygun davranmayı, sonraki mutluluk için şimdiki hazzı ertelemeyi gerektirir. peter pan'in hep çocuk kalmak istemesinin nedeni sanırım bunlar. erişkenlerin dünyası, eh işte biz içindeyiz,  doğru ve yanlış arasında sıkışıp kalmış sıkıcı mı sıkıcı bir dünyadır.  biz erişkinler, peter pan'a haylaz diyerek sempati gösteririz, ama o bu korkunç erişkin realitesi karşısında alabildiğine yalnızlaştırılmış, kendi varoluşu için olağanüstü çaba gösteren, yaramazlıkları için hakkıyla bedel ödeyen bir karakterdir.


 sevgili arkadaşı wendy, sımsıkı bir toplumsal düzen içine doğmuş ve doğar doğmaz da sosyalizasyon sürecini tamamlamış, sistemin tüm kodlarını içselleştirmiş gibidir.  peter pan'ın çocuk arkadaşlarına bakar, yemek yapar, dikiş diker ve toplumsal düzen içinde yaşamanın ne denli tatlı olduğu yolunda peter pan'a sürekli bir telkinde bulunur. peter pan çok şükür kabul etmez;  yenilik arayışlarının hemen tümünü tehlikeli bir serüven olarak değerlendiren gündelik yaşamın kasvetini bilmektedir çünkü.


peter pan'in dünyasında, onu vaadedilen bir cennet düşü ile itaate zorlayan bir din ya da çıkar duygusuyla çarpıtılmış bir ahlak da yoktur. en büyük düşmanı, gerçekten de dehşet saçan kanca'dır. kanca'nın tek korkusu kolunu yiyen timsahtır. timsahın civarda olduğu, onun karnından gelen saatin tik takları ile anlaşılır. çocukluktan erişkinliğe evrilmeye dönük bir süreci hatırlatmaktadır belki de bu saat. bilemiyorum. zamanın ve erişkinler dünyasının bir yansımasıysa kanca ve mürettebatı, para ve iktidar hırsı, nefret ve aşağılama duyguları ile dolup taşmaları pek de yabancısı olduğumuz şeyler değil.

peter pan bir erkek çocuğudur ama cinsellik belirgin değildir. hayatında erişkin cinselliğinin rolü dolayımında belirlenmiş ilişkiler yoktur. wendy'ye karşı hissettikleri bile belirsiz, tanımlanmamış, utangaç bir duygudur ve platonik boyuttadır.



peter pan'a böyle bakınca patrick jane'in ondan esinlenip kurgulanmış bir karakter olduğu açık bana kalırsa.  olayları değerlendirme başarısı aslında normaldışı bir yeteneğe sahip oluşu değil de, bir çocuk gibi basit, doğrudan, dürüst ve erişkinlikle kirlenmemiş bir bakışa sahip olmasından. bu nedenle uçabiliyor, patrick jane. sosyal ilişkilerden anlamaz, üst'ü ve arkadaşları tarafından sürekli frenlenir. olay mahallinde en çok çocuklarla haşır neşirdir. onlarla oyunlarla eşitlenir, onların dünyasını kendinden bilmektedir çünkü. nerde bir bebek görse yüzü güler,  kucağına alma dürtüsü duyar. mahallenin bisikletli haylaz oğlanlarının dikkatini havaya taş atıp tutarak çeker, onlarla aynı dili konuşur ve suçluyu bulmak için hayati bilgiyi edinir. masa altında oyuncaklarıyla oynayan kız çocuğunu farkeder ve pencereden bakıp dışarda unicorn gördüğünü söyleyerek onun dışarıya çıkmasını sağlar (hatırlarsın; benzer sahne, masanın altında atlas inceleyen kız çocuğunu dışarıya çıkarma oyununu sense and sensibility filminde hugh grant da yapmıştı. neyse). sürekli neşelidir, bir hobbit gibi sürekli acıkır, çay içer. bir çocuk gibi sırları açık eder (erişkinlerin abuk subuk sırları vardır).

ciddi, sıkıcı CBI merkezinin salonunda onun yeri, sırtında yün battaniye olan, eski, kahve deri koltuk, pencere pervazında kitaplar vs olan bir köşedir. bazen sıcaklık duygusu az gelmiş olmalı ki, sehpanın üstüne turuncu ışık versin diye bir elektrikli soba koyarlar.  patrick jane'in de ailesi yoktur peter pan gibi. onun bir zamanlar bir eşi ve çocuğunun olduğu duygusu biz seyirciye hep yabancı gelir. dizinin kurgusu için gerekli, ama yapay bir eklenti gibidir. mobilyasız bir odada, yatakta uyur ve boş zamanlarında havada oyuncak uçak uçurur. patrick jane'in iş arkadaşları, peter pan'ın arkadaşları gibi, oldukça saf, önyargısız, hafif budala tiplerdir. hiçbiri peter pan/patrick jane'in oyun liderliğini bozacak bir aşırılığa sahip değildir. patrick jane, üst'ü teresa lisbon'a çocuksu bir saflık ve cinsellikten uzak bir iöylece sarılıveriri kocaman. patrick jane de para mevhumu yoktur, sahip olduğu nitelikler çok para kazanmasını sağlayabilir, zaman zaman kazanır da, ama çar çur eder, arkadaşlarına pahalı hediyeler alır, olmadı, hiç tanımadığı muhtaç birine veriverir.

en büyük düşmanı red john, kanlı cinayetler işleyen, korkunç bir seri katildir. ama onun markası bile  gülen yüz ikonudur. red john'la aralarında birbirlerinin güçlerini sınadıkları centilmen bir oyun vardır aslına bakarsan. (peter pan/hook -patrick jane/red john)


neşeli olmasını istediğim mektup, bugünkü ruh halim nedeniyle biraz sıkıcı oldu, justine. ancak ipin karmaşasını çözüp yumağı yapmışken, bir sürprizle karşılacağız şimdi! ebruli, kalınca bir şekle bürünüyor ip burda. sarmaya devam edelim. hal böyleyken, the mentalist senaristinin peter ackroyd'un ingiliz müziği kitabını okumuş bir arkadaş olduğuna kalıbımı basarım. bu nedenle bir duygudaşlık hissediyorum ona karşı. bu okuma bak senariste nasıl bir fayda sağlamış: patrick jane'in peter pan'e benzerliğini mazur görmemiz, bunu anlamlı bulmamız için ona aynı kitaptaki daniel'in olduğu gibi fantastik bir çocukluk bahşeder. patrick jane de daniel gibi sirklerde babası (ya da ustası) ile ölüler ve onların yaşayan sevdikleri arasında bir bağ kurar. oldukça metafizik bir dünyadır bu. kitaba tekrar göz gezdirmem gerek, ama hem mektup uzadı hem de benim bilgisayarda işi olan arçil'in sıkıştırmaları yüzünden acele ediyorum ki, yüzüm alev alev oldu bu yüzden.

aa, simon baker hakkında konuşmadık. hızlıca geçeyim onu da. onu ben the guardian dizisinden tanırım. hepsini de izledim o dizinin. orada çocukluğu paramparça, kırık dökük geçtiği için babasının çok büyük hukuk şirketinde avukatlık yapsa da, kırıldığı her noktasında zaafiyeti sızan bir karakterdi. o erişkin ciddiyetini kabuk gibi taşırken, altında yalnız ve kırılgan çocukluğu hala zonklar. çok, çok ciddi, asık yüzlüydü hep. müthiş kibirliydi. zenginliğin alışkanlıkları vardı. soylu bir sadeliği olan evinde sehpaya altlıksız fincan koymazdı vs. ama eski bir uyuşturucu müptelasıydı, kadınlarla aşksız birliktelikler yaşayabiliyordu... ancak, doğası iyiydi, evlenmek için seçtiği kız, açık, samimi, alçakgönüllü, gösterişsiz bir kadındı. uyuşturucu nedeniyle yargılanmış, kamu cezası verilmiş, yetimhane çocuklarının davasına bakarken, içtenlikli bir mücadele veriyordu. orda onu çok sevmiştim. bende müthiş bir şefkat uyandırıyordu. şimdi bu dizideki hep gülen halini tuhafsamadım değil, olsun, fena bir oyuncu değil. ama iyi filmlerde oynayacak kadar da yetenekli değil. avusturalyalı, nicole kidman'ın memleketlisi ve kankası. hollywood cehennem gibi bir yer olmalı ki, bu hemşehrilik hikayesi, o güven ve dostluk için çıkardan başka şeylere tutunma ihtiyacı bu nedenle çok güçlü sanıyorum.

vs. vs. vs.

öpüyorum çok. sevgiler
;)


not: the mentalist dizisini şurdan izliyorum. öyle aman aman bir dizi değil, kolay, hafif, uyku öncesi eğlencelik.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

red john'un bizim jane'in karisini ve kizini oldurdugunu ve jane'in de onu yakalayabilmek icin aslinda psychic'ligi birakip polis teskilatina danismanlik yaptigini da eklemek lazim. yani cok da centilmence bir iliski degil aslinda.
ben de pek severim de mentalist'i...
isil.

justine dedi ki...

Tamamdır Peri, ikna oldum:)
Ben, tip olarak benzediğini (ki bu benzerlik dizinin bir bölümünde ona da söylenir. "Kısa saç sana yakışır., Peter Pan gibi.") düşünüyordum ama senin kadar derinine dalmamıştım. Zaten Peter Pan'ın ne kitabını ne de filmini bilirim. Hiç büyümeyen, doğrusu büyümeyi reddeden bir çocuk olduğunu bilirdim sadece. Çok mantıklı geliyor şimdi söylediklerin. Ama senin yapay eklenti dediğin kısım biraz kafa karıştırıyor tabii. Ben, onun yüzündeki hiç gitmeyen gülüşün ve hareketlerinin hayatındaki büyük trajedi olduğunu düşünmüş ve öyle seyretmiştim. Kendisini saklıyor filan. Şimdi tüm taşlar yerine oturdu:p
Bir de şunu demeden bitirmek istemiyorum; yabancı dizilerin senaristleri bir karakter yaratırken illaki sağlam bir yere dayıyorlar sırtlarını. Bu benim çok hoşuma gidiyor. Hem derinlikli hem de ilginç bir tipleme çıkıyor böylelikle ortaya.

The Guardian'ı ben seyretmedim ama Poliş bayılırdı (objection! sevgisi elbette:p) ve bana anlatmıştı biraz. Hiç ama hiç gülmediğini, hayatını vs. vs.. Sonra bulamadık hiçbir yerde, yoksa indirecektim tabii:p

Mektubun neşeli olmuş canım, hiç öyle sıkıcı filan değil. Hatta sanki, Peter Pan-Patrick Jane için bir güzelleme gibi olmuş.

Biraz sonra nöbete gideceğim. Öğlen üçten sabaha kadar. Öyleyse, şimdilik hoşçakal.

Çok sarıldım.

Adsız dedi ki...

Cool story it is really. My mother has been waiting for this info.