Pazartesi, Nisan 11

unuttum









josephine'e bir şey söylemek istiyordu, korkunç derecede önemli bir şey -gelecek üzerine, ilerde ne...
"ne dersin, acaba..." diye başladı.
ama josephine onun sözünü kesti. "düşünüyordum da, eğer, şimdi..." diye mırıldandı. ikisi de durdular; birbirlerini beklediler.
"söyle, con," dedi josephine.
"hayır, hayır, jug; önce sen söyle," dedi constantina.
"hayır, söyle ne söyleyeceksen. sen başladın," dedi josephine.
"ben... ben önce senin ne diyeceğini öğrenmek istiyorum," dedi constantina.
"saçmalama, con."
"doğru söylüyorum, jug."
"connie!"
"ah, jug!"
bir sessizlik. sonra, constantina, yavaşça, "ben söyleyemem, jug," dedi, "çünkü unuttum ne olduğunu... ne söyleyeceğimi."
josephine bir an öylece durdu. güneşin önünü kapamış olan koca buluta baktı. sonra kısaca cevap verdi: "ben de unuttum."

ölü albayın kızları, katherine mansfield, ç. memet fuat, adam yayınları, s. 86-87

21 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

merhaba peri,
haftasonu bursaya gittik geldik.bugün iş ve sonrası yorgunluk.ne zaman emekli olacağım? off ya yeni yasayla 54 yaşında.ama ben çalışmak istemiyoruuumm.. diğer taraftanda çalışmamak,emeklilik vs. düşüncesi bunalıma sokuyor.ne istediğimi bilmiyorum galiba :((

endiseliperi dedi ki...

hmmm! fena bir hayatın yok sanki, buket. bu düzen iyi bence. niye çalışmak istemiyorsun? işini sevmiyor musun? kendine ayıracak bol vaktin de var. sana hep bunu diyorum, sahip olduğun şeylerin değerini bilip sevsen, ne yapmak istediğini de bulursun, bana kalırsa. nasıl bir hayatın olsun istiyorsun, kendini nasıl görmek istiyorsun, ne olursa iyi bir hayat yaşadığına ikna olacaksın? bunları bir düşün bence. yapmak istediklerini de böylece yapmaya başla. sorun çözümlenir. çünkü sanırım asıl sorun, sorunun ne olduğunu görememek ve sorunu alakasız şeylere tahvil etmek.

sevgiler.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Büyük, sarsıcı duygularda kilitleniyor insan, çok mutlu ya da mutsuz olduğunda mesela, veya boşlukta, o şok yüzünden nefes almayı unutuyoruz.

Sevgiyle.

endiseliperi dedi ki...

sevgili atze...

şenay izne ayrıldı dedi ki...

genç kız avutmaktan yorulacaksın bir gün.

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

Peri, nerdesin... hemen her gün seni görmeye alıştırmıştın bizi.. bu kadar uzun süren ayrılık..olmuş muydu..
U(YKSZ)

endiseliperi dedi ki...

hmmm...
. diyelim anladım seni, şenay:
bu anlama bir anlaşma değildir ama yine de. bu daha çok, beni nasıl yorumladığını anlamak olur. benim kendimi yorumlayışımla, senin yorumlayışın arasında bir far var mıdır, bu önemsiz. tüm paramı senin üstüne yatırırım. kazanan, gerçek olmaz bu durumda. ya da daha doğrusu bununla ilgilenmiyorum demektir. senin anlamlandırma şeklini öğrenmek istiyorumdur. sana yoğunlaşırım ve bu beraberinde bir avutuculuğu getirir. senin ben de görüp istihza ile dile getirdiğin sevgi pıtırcığı halin kaynağı da bu anlama çabası. insanın yönelimi buysa, aklı bir tek böyle çalışıyorsa, yorgunluk duyar mı? duymaz. bir taş işçisinin yorgunluğunu başkaları duyar daha çok.

. diyelim seni anlamadım:
anlamamak bende kızgınlık doğurur. sorularımla iflahını kuruturum adamın. tek cümlelik yargılar, çok havalı görünür belki ama ergenliğindeki, zeki, fırlama, havalı kız cümleleridir bunlar, derim. kızgın olduğum için, böyle derim. karşındakine anlama imkanı verecek cümlelere gönül indirmek, olgunlukla alakalı bir mütevazılıktır bana kalırsa. bu durumda o kızgın alevi yutmak, becerebiliyorsam içimde söndürmek gerek. çünkü sorumluluk yine karşımdakinde değildir de bendedir. karşımdaki doğası gereği bunu şimdilik bilememektedir. avutucu ve anlayışlı cümleler kurmaktan başka ihtimal kalır mı bana? kalmaz.

. diyelim anladım da anlamazlıktan geldim seni:

sevgili şenay, içimde telaşlı bir şey var. beni hızlı olmaya çağırıyor. ama çevremdeki nesnelerden tut, zamana, oradan hemen her şeye inanılmaz bir durağanlık. bu çatışma daha sabah uyandığımda beni mahvediyor. ya içimdeki telaşa uyum sağlamak için hızla temizlik yapmaya girişiyorum, nesneleri itip kakarak, ordan oraya hareket ederek, müziği sonuna kadar açarak... ya da nesnelerin kıpırtısızlığınca duruyorum, içimdeki telaşı boğarak. bugün camlara çarpan yağmurun gürültüsüyle uyandım. sanki acımasız üvey babam omzumdan dürterek uyandırıyordu beni. ben biraz büyüyüp, artık ona karşı koyacak güçte olduğumdan hiç değil de, sadece öfkemden güç alarak camı açtım, "ne istiyorsun benden, ne! nedir bu zalimlik," diye bağırdım. içimdeki, hayatla didişmekten yorgun düşmüş bu sıska, çelimsiz, yorgun genç kızı avutmak için bugün ne gibi iyimser bahaneler bulacağımı düşünmekteyim.

öpüyorum seni. sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili uykusuz,
tamam ama, "sen neden burada değilsin, waldo?" derler adama:) şaka şaka. çünkü bir şey oldu. haraketli dış dünyada değil elbette -dünya benden hızlı büyüyüp, obez, uykulu, yerinden kıpırdamaz, ucube bir şeye dönüştü-, içimde. ilgisizlik, umursamazlık, heyecansızlık... kendini ifade etme çabasındaki çocuksuluğa küçümseme, "ben buradayım! varım!" demekteki ısrardaki -demeye dilim varmıyor, ama hadi onu da diyelim- zavallılığa bir acıma... bu durumda yazabilir miydim? yazmak benim için gerçekten içtenlikli bir şey. en ufak kuşkuyla zehirleniyor ve yazmak istemiyorum. bekliyorum. geçecek ve yazacağım elbette. neticede burda olmayı seviyorum. varlığımı burdan sunmayı.

teşekkür ederim içtenliğine güvendiğim ilgin için.

sevgiler.

şenay izne ayrıldı dedi ki...

diyelim ki ben bu yorumu bekliyordum:
diyelim, sen tüm gücünle karşındakini anlayayım derken, seni yoran, üzen, "bu kadar mı" dedirten tüm o şeylere "ama dur anlamaya çalışayım" diyerek yaklaşıyorsun ve sonra sevgi pıtırcığı olarak anlamlandırılmanı anlamaya çalışıyorsunudr. bunda bile bir sevgi pıtırcıklığı havası vardır. sanal alemde, yabancılara gerçek tepki verilemez mi? verilir.
diyelim ki sen, neden o kızgın alevleri yutmak zorunda kalasın ki? neden tek cümlelik havalı tespitlerin insanı değil de, bunları "olgunlukla alakalı bir mütevazılık"la sindiren birisisin? kendine neden bu sorumluluğu yüklersin? conrad bunu önermez herhalde.
ve diyelim ki, ben bir şey anlamıyorum, kendi tatsız dünyasında diğerleri gibi kavruluyorum. ama benim anlamak istediğim ve sevdiğim peri, eşyaları itip kakan, öfkesinden güç alan (çünkü böylesi daha gerçek) ve yorumlara "anlayışla yaklaşmaktan zorunda" kalmayan peri.
sevgiler.
hamiş : far yazmışsın yorumda, fark olmayacak mı?

endiseliperi dedi ki...

şenay,
senden ilk kez "normal" cümleli bir yorum aldım. birkaç kez de okudum. hoşuma gitti çok.

ben aslında son haftalarda, hiç öyle anlayış dolu filan değilim kimseye. çok düz, çok tahammülsüz, gördüğünü demek isteyen, alttan almak da istemeyen bir hal hasıl oldu. içimde benim çok net gördüğüm, insanlara şöyle böyle hissettirdiğim bu sapma nedeniyle, bir süre ortadan kaybolmayı filan istedim. çünkü, diyelim içimden geçeni dediğimde anlayacak güce, zekaya ve eleştiriye katlanabilme olgunluğuna sahip...neyse... öyle biri yok. sonra nedamet getirip ortalığı toplamak yine bana düşüyor, kırılan kalpleri onarmak kadar müşkül iş yok. yapma, diyorsun sen ya, olmuyor işte huzursuz olan ben oluyorum.

hmmm... yahu çünkü geçtim o yollardan, şenay. tek cümlelik, şık, havalı, kibirli olmaların dibine vurdum. farklılık yaratmak için farklı olmaların o çiğ halini kendimden bilirim. sonra böyle oldum. fena değil. biraz gıcık buluyor olabilirsin, ama bende senin daha çok gıcık olacağın potansiyel görüyorum ben. şimdi değil. şimdi, tam da beni seveceğin bir hal var üstümde. bu beni açık söyleyeyim çok sarsıyor.

çünkü şenay, aslında bir insana eleştirdiğin noktadan itibaren yaklaşırsın. müdenasız hal, herkese sevgi dolu bir anlayış içinde olduğun mesafedir.

şimdi ben gerçek sanal ayrımı yapmak istemem. bu bende temel bir şeyi zedeler çünkü, anlıyor musun? diyelim bunu geçip parantez içi bir konuşma yapacağız yine de seninle; gerçek insan, ona tepen atıp küfrettiğinde gözlerinin de dolduğunu görür, ona bir şeyi yanlış yaptığını söylediğinde, onun için kaygılandığını, iyiliğini istediğini, tümden artniyetsiz bir çaba içinde olduğunu bedeninle, ses tonunla, bakışınla anlatırsın. şimdi sanal sohbetlerde ben sözcüklere ne kadar kan pompalamaya çalışsam da yetersiz kalır. anlatamam derdimi, insanlar da gücenikliğin romantizmine çok bağlılar, küserler, günah durduk yere ve haksızca senin omzunda kalır. bunu istemiyorum, baş edemem bununla. aslına bakarsan ben sert, eleştirel, aklından geçeni illa demek isteyen biriyim. gerçek hayatta da böyleyim. ama gerçek hayatta benden nefret etme hakkına sahip hukukumuz olan insanlar bile nefret etmez benden. çünkü benim hesapsız, kitapsız çaba harcadığım tek şey, saldırsam da, küfretsem de, karşımdakini anlamak, kendimi anlatabilmek. bunu burda hakkıyla yapamam.

kendi tatsız dünyanda kavrulduğunu filan demişsin ya, boşver onları. sen böyle ifade etmek istiyorsun ya; benim için dünya sözcüklerle anlamlandırdığın dünyadır. o nedenle senin dünyanı yavan filan bulmuyorum hiç. geçelim.

conrad değil de henry james bu konuda daha belirgin. son okuduğum, erdemin öyküsü'nü, sohbetle bir şekilde de bağlantısı olduğundan hararetle tavsiye ediyorum. belki yazarım siteye de, konuşuruz o zaman.

ha, evet, far yazmışım. fark olacaktı. çok sağol;)

sevgiler.

şenay izne ayrıldı dedi ki...

"diyelim içimden geçeni dediğimde anlayacak güce, zekaya ve eleştiriye katlanabilme olgunluğuna sahip.." keşke devamı gelebilse. benden söylemesiydi ;)
sevgiler benden de.

endiseliperi dedi ki...

hayır hayır, o cümlede daha fazla ekmek yok. nitekim ben de dahilim o cümleye. hepimiz kusurlu, egosuyla başı dertte insancıklarız.

sevgiler.

Faruk Ahmet dedi ki...

hepimiz kusurlu, egosuyla başı dertte insancıklarız.

Bu bizim gibi ölümlüler için geçerli ama sadece. Bunlardan münezzeh insanlar da var Peri: http://www.dailymotion.com/video/xi9jxu

endiseliperi dedi ki...

:) son iki saat içinde bu 2. nihat doğan klibi oldu. ilkini arçil izletti. "yine de seviyorum bu adamı, düz, dürüst bir hali var," diyor arçil:)

farukahmet, ne desem boş, benden büyük tsunami var. takdir-i tsunaminin karşısında hiç kimse duramaz.

aa arçil bir şey okuttu, gülmekten öldük. lösemili çocuklar galatasaray futbolcularına moral vermeye gitmişler:) mutlaka okumuşsundur. okumadıysan, arçil duşta şimdi, çıksın veririm adresini.

bugün, nasıl acaba farukahmet, diye aklımdan geçtin. nasılsın? yazmadın da bana epeydir.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

arçil'den aldım linki. şu:
http://zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=75477

senin linki de arçil'e verdim, o da başka bir arkadaşına gönderdi, izleyip gülüyorlar şimdi:)

teşekkürler.

Faruk Ahmet dedi ki...

:) İyiyim, Peri. Bana burada verdiğin eeen son cevaba karşılığımı bir mektup olarak verme niyetindeydim aslında, ama yazıyla aram o kadar bozuk ki, bir türlü bitiremedim onu. Müzmin taslak. Onu bitirene kadar senden mahrum kalmakla cezalandırmıştım kendimi ya, Nihat Doğan'a o kadar güldüm ki dayanamadım.

İyiyim Peri, yazacağım. Sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

tamam. merakla ve sabırsızlıkla bekliyor olacağım mektubunu.

sevgiler.

justine dedi ki...

İyi de ben videoyu biraz izledim (18. saniyede takılıyor) yetti bu kadarı zaten, adam Peri'nin dediğinin tersini söylemiyor ki. Kibri ayaklarımın altına aldım diyor, mahalleme uğramadı diyor, bir çeşit Mişkin kısaca, siz nasıl dinlediniz adamı yahu?

Hah ha, tamam "....nadir insanlardan biriyim" diye kendisini ayırıyor ama o kadar kusur İsa'da bile olur.

Olur yani;p

endiseliperi dedi ki...

dalganı geçmişsin alttan alta, justine:) seni gidi seni.

valla şimdi justine, nihat doğan, iyi, saf insan, nerdeyse dediğin gibi prens mişkin. prens mişkin'i isa'yı model alarak oluşturmuş, dostoyevski. haybeye laf işte, aklıma geldi diyorum. benim başım theraflue fort ile biraz pelte gibi oldu da.

biz nihat doğan'ı seviyoruz, ailecek, onu diyeyim, delikanlı çocuk:)

öpüyorum çok.

justine dedi ki...

Nihat Doğan'ı boş ver canım, sizin aileye bir şey olmasın. (yemişim diye kuracaktım cümleyi, hoş olmadı;p) Ben banyo yapacağım şimdi, sonra Kara Kitap ve uyku. Mişkin, Alyoşa, rol modelleri İsa, Nihat Doğan ve şürekâsı ancak böyle unutulur.
Hayat zor valla.

Öpüldün, Arçil'e de sarılıyorum.

endiseliperi dedi ki...

çok sağol, justine. arçil'e sarıldım yerine.

sevgiler.