Cumartesi, Mayıs 14

yaz günleri insanın çocukluğudur

(bileniniz var mı, soulemama yine mi hamile?)

köyde, yaylada çocuktuk. sabahın köründe, kahvaltı yapar yapmaz kendimizi dışarı atardık. oynayacak ne çok şey bulurduk ki ancak akşama gelirdik eve. inekler güdülmekten dönerlerdi alacakaranlıkta. her biri evlerinin yolunu bilir, yolda birbirlerinden ayrılır, en sonunda çeşmeden yokuş yukarı bizimkiler gelirdi de işte o zaman eve dönme vaktinin geldiğini anlardık. ahırda süt sağılır, niyeyse biraz verandada dururdu kocaman süt tası da, babaannem, "amanın, sütü alın içeri, yılan gelmesin," derdi. incir, dut yemek için ağaçların tepesinde saatlerce durmama, başakların arasında gelincik toplamama rağmen ne yılan, ne akrep gördüm çocukluğum boyunca. oysa çok varmış. ya çocukluğumda da gözlerim böyle bozuktu ya da iflah olmaz şekilde dalgındım gene.

dün neo ile eve alınacak hayvanlar konusunu konuşurken, o tilkiyi de önerdi de aklıma ordan geldi. tilki ile aram bozuk benim. yayladaydık. biz çocukların her birinin ad taktığı, kendisinin bildiği birer tavuğu vardı. hangimizindi bilemiyorum, tavuklardan biri kafadan çatlaktı. biz çardak altında kahvaltı yaparken bir gün hoop bir yumurta çardaktan aşağı yere düşüp kırıldı. ilkinde şaşırdık, birbirimize, sonra çardağa baktık. tüyleri yoluk, zayıfça, çirkince, boz renkli tavuğumuz yumurtlayınca rahatlamış, kanatlarını açıp gıdıklayarak uzaklaştı o sırada.  önlem alınamıyor muydu, yoksa bizim evde  hep olduğu gibi, ilgisizlikle, her canlının kişiliğine saygı duyulması karışımı bir yaklaşım nedeniyle mi bilmem, hemen her sabah tekrarladı bu durum. çardaktan kıpırtı geldiğinde yana çekiliyorduk ki, yumurta kafamıza filan düşmesin.

sonra kümesteki tavuklarımız birer ikişer eksilmeye başladı. babam dedi ki, bir tilki dadanmış kümese. ilgisizlikten mi, yoksa her canlının kişiliğine... neyse, en son bu çatlak tavuk kaldı, onun yumurtasının akibeti de zaten belliydi. sonunda tilki onu da yedi. o gün bugündür, okumayı sökünce masal kitaplarında okuyarak da kurnaz ve hırsız olduğunu öğrendiğim tilkiyle aramız pek bozuktur. eve meve almam onu.

not: sabah temizliği bitirdikten sonra, dün aldığım tavuğun içini dışını, deri altını, zeytinyağı, tuz (tuz tavuk etini yumuşatır), pul biber, kekik ile ovup dinlenmeye bıraktım.  bu tarifi şurdan okumuştum, ama şimdi bulamadım. tam da böyle miydi, emin değilim. arçil dün akşam arkadaşında kaldı bir ödev yapmak için. arçil'in gelmesine yakın, saat üç gibi önce harlı, sonra çok kısık ateşte pişmeye bırakacağım. bir de pilav, salata yanına. tavuk mevzuu bir de bundan geldi aklıma.

12 yorum:

Passive Apathetic dedi ki...

O çatlak tavuğunuza bayıldım Peri, ne hoş hayvanmış! Gözümde canlandırdım da halinizi, epey keyiflendim.

Bu tilki hikayen aklıma Beatrix Potter'ın şapşal Jemima Puddle-Duck'ını getirdi. Yakışıklı bulurum ama ben de pek sevmem tilkileri. Kurnazlığı sevmediğimden. Tilkilere sadece tilki avı esnasında acırım. Masalların aymaz mağluplarından mağdurlara döndüklerinden belki de.

Bu arada, evet, SouleMama yine hamile!

endiseliperi dedi ki...

aaa! demek hamile. ne hoş. bir kadın niçin çocuk doğurmak istemez, imkanı varsa hangi değerli meşguliyetleri buna engel olur, hiç anlamıyorum. çocuğu bırak evlerine hayvan almazlar, öyle kendilerine dolanıp dolanıp sonunda kendi kendilerini boğup kurutan sarmaşıklar gibi. gençken aklım başımda olsaydı, köye dönerdim, bir sürü de çocuk yapardım. bahçedeki ayrık otlarını temizlemekti, süt sağmaktı, çocuklara elbise dikmekti, geçer giderdi zaman. yatsı ezanından sonra uyur, sabah ezanında uyanırdım. ahh... ah!:)

tilkiyi ben de pek yakışıklı bulurum. çok hoş yüz çizgileri var. kuyruğu da pek fiyakalı, o hep gülümser gibi duran ağzı filan. ama işte kurnaz ve sahtekar. kendinden başkasına hayrı olmaz. küçük prens'teki tilkiyi bundan ayrı tutuyorum tabii. küçük arçil'e küçük prens'i okurken, tilki bölümünde ağlamıştım.

öpüyorum seni. sevgiler çok.

neo dedi ki...

yaa tilkilerin kurnazlığı açlıklarından bence, napsınlar doğal ortamlarında doymayınca kümeslere musallat oluyorlar. hem insanlara saldırdıkları da pek duyulmamış. o kuyrukları, o uzun yüzleri, hele yavrularının koca kulakları, seviyorum işte ben tilkileri. londra'da falan şehrin içindeki koruluklarda yaşıyorlar ya, aç kalıp çöpleri karıştırıyorlar, üzülüyorum.

güneş çıktı, badem'le biz de çok mutluyuz. ev süpürüldü, yerleri silerken badem ve sarı vileda arasında yine korku-merak duygusuyla tuhaf sahneler yaşandı :) alışveriş için liste yaptım, doğal olsun diye arap sabunuyla yerleri silmek iyi bir fikir değilmiş, izler kaldı, sinir oldum. arap sabunun markası "vapur" bu arada :) kimyasal felan demeden ahşap silici bir deterjan almak şart oldu.

soule mama'nın hastasıyız, ofisten bir arkadaşımla ara ara bakıp, gıcık olmakla hayran kalmak arasında gidip geliyoruz. kusursuz film karelerinden oluşan bi hayat onlarınki, bi tane mi kötü kare olmaz, dağınıklıklarında bile bir stil var. bütün yabancı çocuklar gibi onunkiler de üşümüyor, karda çorapsız çizmeyle felan dolanıyolar :) ben de ya hiç çocuk ya da çok çocuk diye düşünüyorum. olmuşken iki, üç... kardeşi olmak iyidir.

öpüyorum ikinizi de.

endiseliperi dedi ki...

geçen yaz ablamlarla tatildeyken oraya da domuz ailesi gelirdi çöpleri karıştırmaya. işte tatil yeri, oyalanacak şey olsun, bir heyecanla, domuzlar geldi, diye çığlık atıp balkona doluşup, onları izliyorduk. akşam yemeğinden sonra yürüyüşe çıkıldığında birbirimizi kontrol ederek pek yolumuza çıkmamaya gayret ediyorduk. herkes domuzlar için çöplerin yanına yiyecek, su bırakıyordu, çok hoşuma gidiyordu.

:)tina da viledayı, özellikle süpürgeyi görünce ona karşı komplo kurduğumu sanıyor. çok sersem şeyler bunlar yaa:) bakıyorum başını omuzlarının altına kıstırıp sedirin altına doğru gidiyor. ordan da her hareketi kontrol ediyor. canım benim kalbi küt küt atıyordur muhtemelen. her temzilik sonrasında, özellikle nevresimleri değiştirdiysem, en mis kokulu, en kabarık yastığın üstüne kıvrılıp yatıyor yorgunlukla:)

aa neo, ben denemedim ama geçenlerde kaçak banyoyu temizlemek için sirke önerdi. doğal moğal ya, parlaklık da veriyormuş. yahu ben uğraşamıyorum, en etkili kimyasalı alıp ovalıyorum.

ideal hayat görüntüsü her zaman sıkıcı da olsa, soulemama'dan sıkılmıyoruz niyeyse. eskiden çok takipe derdim de son zamanlarda unutmuşum. umarım yeni bebek kız olur. ne şeker o kız çocukları, sürekli kucağında tavuk, kedi:)

e hadi artık hareket görelim neo, başla çocuk yapmaya. sen çok tatlı bir anne olursun, eminim buna.

öpüyorum çok. sevgiler.

Yazmak iyidir... dedi ki...

ben banyo ovalamıyorum, pis miyim ahahah :) pis olurum olmam ama sarhoşum orası kesin ve senin blogunu bombalamayı seçtim şu an peri :) blogcrashing yapıyorum hesapta şu an ve 10 sn içinde heyecanı geçti. istersen yayınlama ama benim için farketmez çünkü iron maiden gelecek 1 ay içinde, arçil orada olmazda kulaklarından tavana asıcam bilesiz ona göre :D

endiseliperi dedi ki...

biri vardır mutlaka o işi üstlenen, yazmak iyidir, sen iyi ol.

ya evet, biliyorum geleceğini, ama bizim arçil'de ses soluk çıkmadı bu sefer. dinlediği müziklere bakıyorum bu aralar, tekdüze tekno müzikler... önce kaygılandım, evladım hasta mı, diye;) çünkü metal dinlemek yakışıyordu ona.

günaydın sana. başağrısı ve akşamdan kalma halinin o pis, hafif suçluluk dolu duygusuyla uyandın sen şimdi. neyse ki güneş var. bol bol su iç. hatta bir bardak suya bir yarım limon sıkıp öyle iç birini de. bir de asprin plus c. gücünü toplayıncaya kadar da pek bir iş yapma. zaten banyoyu ovalayan o işleri de yapar:)

sevgiler.

Yazmak iyidir... dedi ki...

Su ve mezeye şükürler olsun, sapasağlam ayaktayım. Tüm gece boyu içtiğim litrelerce su, gece yatmadan önce de son bir enerji için yaptığım şekerli limonlu çay işe yaradı! Sabah 10 gibi kalktım, geceden makinada yaptığım ekmeği çıkardım, peyniri domatesi kestim, zeytine limonu sıktım. Çayı demleyip güzel tabaklarımı masaya koydum ve annemleri ağırladım. Suçluluk hiç yok eheheh :) Bloguna yazdığım anlamsız mesaj için hafif bir suçluluk var diyelim :P
Şu an saat 1'e geliyor ve ben normal haftasonlarının aksine halen yatakta değilim. Kadıköy'e gideyim bari, kitap eksiklerimi tamamlarım.

endiseliperi dedi ki...

ooo bravo. demek çok da içmemişsin bunca önlem almayı akıl ettiğine göre. hatta geceden ekmek pişirdiğine göre. ben çok içmek diyince, yarın olmayacak gibi içmeyi kastediyorum:) yok yok, burada iyiniyetli mesajlar ne olursa olsun sevecenlikle karşılanır. dert etme sakın. hem sarhoş filan olduğunda yabancı yerlere gidip vukuat çıkarma sakın. buraya gel, her şey aile içinde kalsın:p

arçil'e az önce, tekno dinliyorsun sen di mi? diye sordum. şiddetle karşı çıktı. yüzünü buruşturdu, tekno çok, çok kötü bir müziktir, dedi. ama dikkat ettim, deadmoue5 dinliyor. nedir, elektronik müzik mi?

ah ne güzel kitapçılara gideceksin. eğer kitap alırsan bana yaz, hangi kitapları aldığını lütfen. merak ederim.

sevgiler çok.

Yazmak iyidir... dedi ki...

Neredeyse yazmayı unutuyordum. Kadıköy'e gittim aklımdaki kitapla: Ursula K.Le Guin "Güçler" Hep döndüğüm liman. İlk iki kitabını okuyup üçüncüsü Güçler ile seriyi kapatacaktım. Bir yandan da sana yazacak hikayem olmadığını düşünüyor, bıkkın bir şekilde kitaplara bakıyordum. Neyse çıktım Penguen'den ve yemek yemek için Çiya'nın sokağına oturdum. Aman şu fenerbahçeliler ne gürültücü ne şamatacılar. Kitabı okumaya başladım; a-aa. Bu kadın da hep aynı şeyleri mi yazıyor artık diye bir köpürtü boğazımdan yükseliyordu ki; birkaç sene önce okuduğum bir romanı aklıma geldi. Kahretsin ki; üçlemenin son kitabını bir seri olduğunu farketmeden önceden okumuşum!! Sinir oldum ve çok güldüm. Bu seriyi okurken de beni rahatsız eden şeyler hep vardı, birşeyler tanıdık birşeyler hep aynı hissi. Bilinçaltım durumu çok çok önce farketmiş ama ben bir türlü tanımlayamamışım demek.
Çok dikkatliyimdir halbuki bu sırayla okuma işlerinde, takıntılı derecesinde. Şimdi ortada kaldım, üçlemenin güzelce tamamlanması için önceden okuduğum ve okurken de nedense birşey anlamadığım için sinir olduğum kitabı elime alasım gelmiyor.
Neyse yemeğimi bitirip Penguen'e döndüm ve gelmiş geçmiş en salak ifadeyle "Ben bunu önceden okumuşum" diyerek kitabı iade ettim. Yerine "Arzunun Botaniği" adında önce ismi ilgimi çeken sonra kapağına vurulduğum, en son olarak da Sevin Okyay'ın çevirdiğini görünce karar verdiğim bir kitap seçtim. O kadar içki lakırdısının üzerine de "B Bira" diye başka bir kitap aldım. The End
Her müzik bence dinlenebilir, neden dinlenmesin. Müzik faşizmini sevmiyorum, daimi siyah tşörtleriyle Portishead'imize karışan heavy'ci ahbaplarla hep takışırdım. Dönem dönem değişiyor dinlediklerim benim de, evriliyor ya da ucuzluyor. Bazen güzel müziği içine sünger gibi alabilmek için kötü şeylere batmak bile gerekebiliyor.

endiseliperi dedi ki...

ben de penguen'den alıyorum kitaplarımı; eğer iş bankası ve yapı kredi yayınlarından almayacaksam. iade almaları iyi olmuş ama. ben geçenlerde kütüphanede olduğunu farketmeden almışım, götürmedim almazlar diye. aklımda olsun bu.

aşkın botaniği kitabı benim de ilgimi çekiyor. bir oku bakalım, nasılmış. edilgen bitkilerin diğer canlıları kullandığı fikri fena gelmiyor, ama fikri sonuna kadar götürebilmiş mi, popüler bilim kitaplarında olan o matrak dil bunda da var mı bakalım.

ursula k leguin için bir şey demeyeyim. 2-3 kitabını okudum, ama benim tarzım değil pek.

sevgiler çok.

Eliff dedi ki...

O kadar mutlu oldum ki bu yazıyı okurken...Ben de baharı ve yazı çok seviyorum; hatta kızım olsa adını "Yaz" koymak istiyordum (şimdi "Deniz" adında bir oğlum var). Çok dinlendirici bir yazım diliniz var. Uçan Kazı'ı izlediğimden beri tilkiyi severim ben nedense, gerçi hiç görmüşlüğüm yoktur...Sevgiler,Elif

endiseliperi dedi ki...

merhaba elif,
çok sevindim mutlu olmana. öyle yok yere mutlu olalım istiyorum çünkü. ve bak ne tesadüf; dışardaydım, berbere gittim. kaşımı alna kızın adı elif'miş. ve çıkınca yürüdüm biraz. yürürken aklıma olur olmaz şeyler gelir. ta ne zaman önce tanıdığım bir çift geldi aklıma. durup dururken işte. tatilde tanışmışlarmış, bir vesile dans etmişler ve çocuk o dakika hayatının aşkını bulduğunu anlamışmış. tam ama tam böyle bir kızmış hayalindeki. evlenmişler hemen. ve hala nasıl romantik ve mutlulardı ve çocuk hala şaşkınlıkla bahsediyordu eşinden, onu nasıl bulduğundan, şansına inanamıyormuş gibi. ayrıntıları unutmuşum da. kızın mimar olduğu aklıma geldi. neyse işte.

bak, sen geldin işte bunun üzerine:) çok yorulmuşum, bir çay alayım. yaz, evet güzel bir isim.

sevgiler.