Çarşamba, Ağustos 17

'ey yolcu!' diyerek uyandırdım kendimi bu sabah:)

"elbette bursa'ya gideceğim. ama bunu gerçekleştirebilmek için önce kuaföre gidip saçımı boyatmam, kaşımı aldırmam, insan içine çıkacak bir hale gelmem lazım. her akşam ertesi sabah kahvaltıdan sonra komşu semtteki kuaförüme gitme planını yapıyor, heyhat, ertesi sabah o planı uygulamak yerine ne kadar tuhaf saçmalık varsa onları yaparken buluyorum kendimi. eğer gideceksem arçil ve tina için iki günlük yemeği de yapıp dolaba koymam gerekiyor ki alışveriş işini de halletmeliyim bunun için. birbirine sıkı sıkıya bağlı bu işler, aynı rengi yanyana getiremediğim o zeka küpleri gibi beni uğraştırıyor, yoruyor, yoruyor; ertesi sabah işleri yoluna koyacağım, taptaze yeni bir sabaha uyanma vaadiyle gece duamı yürekten okuyorum: hala biraz olsun kredim varsa, bana akıl, fikir, güç ver, allahım...bakalım."*




bursa'ya gitmek harika olur.
bursa'daki ablam zeki bir çocuk gibi komiktir. çünkü saf, doğrudan, dümdüz bir bakışı vardır ve bu bakış aslında çok zeki insanlarda olan en karmaşık mekanizmaları sadeleştirerek onu temel, basit bir işleyişe dönüştürebilme yeteneğinden ileri gelir.  benim tam karşıtım yani. atıyorum, bana bir makas gösterin, size onun neden uçak olmadığını anlatmakla başlarım analize. işe yarar mı? asla.  hakkında onca atıp tutarak anlattığım makası kullanmaya kalkışmışsam, giyilmesi olanaksız bir elbise çıkar ondan.  evet evet, öyle.

dediğine göre ablamın komedisini bir tek ben anlıyormuşum.  ben hiç komik değilim ne yazık ki, ama müstakbel komediyi daha ablamın yüzünde sezip gülmeye başlarım. ablamı çok özledim sanırım. bilmem ki, içimde bir şeyler çözülüyor... içimdeki o sevimsiz, ciddi yargıçtan kurtulmak, sevdiklerime "seni seviyorum/seni çok özledim/seni kırdıysam beni affet" gibi cümleler kurmak istiyorum. bunu da ölümlü olduğumuzu düşünerek değil de, yaşıyor olduğumuz için,  hayat harikulade güzel olduğu için,  bunu korumak gerektiği için yapmak istiyorum. bu nedenle bursa'ya kesinlikle gitmeliyim.  yine hiçbir hazırlık yapmadan oturup bunu yazıyorum ki, önce makasın neden bir uçak olmadığını iyice anlayalım:p

az önce okur gibi yaptığım poe biyografisini bırakıp, eski seyahatlerimi düşündüm kendimi yola çıkmaya hazırlamak için. bir tanesi var ki, kendimi şimdi hiç o hatıranın kahramanı olarak düşünemedim. soğuk, çok soğuk bir yıldı. kışın ortasındayız. hafta içi deli gibi çalıştığım bir işim var. arkadaşlığın altında gizli bir flörtün de sezildiği bir ilişkimin olduğu arkadaşım  bir aylık paralı askerlik yapmak üzere ankara'ya gitti. çok da farklıydık birbirimizden, ama çok gülüyorduk birlikte, aslan burcuydu çünkü:p beden aurası, şuur enerjisi vs gibi şeylerle ilgilenir; ben çok üşüdüğüm için dalga geçer,  hakikaten incecik gömleklerle dolaşırdı. göbeğin üstündeki bölgeye yoğunlaşır ve üşümediğimi düşünürsem, nerdeyse yaz günündeymişim gibi ter basacağını filan anlatırdı. acı yok, acıyı unut rocky, olayı.

gittikten hemen sonra telefon etti; donuyorum, dedi. sesi titriyordu hakikaten. aura kuşağı... enerji transferi?... dedim... göbeğin üstüne yoğunlaşacak kafa bırkmadı mı komutanların daha iki gün de?...  dedim gülerek. hmm... o artık gülemiyordu:)

o akşam cambaz'da onun arkadaşlarıyla içiyorduk. orhan gencebay çalıyordu, hep birlikte ankara'ya onu ziyaret etmeye karar verdik o sarhoşlukla. sabah gidip, yün çorap, eldiven,  dudak ve el kremi aldım, ona vermek için. ancak ankara otobüsünde, sarışın, ipince, solgun, melankolik bir çocukla benden başka kimse yoktu gruptan. hemen hiç tanımıyordum onu. pek konuşmazdı. karamazof kardeşler'den smerdyakov'a benzettiğimi hatırlıyorum onu.  sağlıksız görünen bedeni, solgun yüzü, hastalıklı ruhunu olduğu gibi yansıtırdı sanki. yan yana oturduk koltuklarımıza. bir ara uyandım gece, dehşetli susayarak. yanımda, uyanık, dalgın duruyordu. benim için su ister mi, diye sordum. "hayır," dedi. aniden, "ankara'da nerde intihar edilir?" diye sordu. anlamadım. "hani istanbul'da boğaz köprüsü popüler bir seçenektir?" dedi. düşündüm, "bilmem ki, " dedim. "ankara'da öyle gösterişle intihar edilmez. evinde paşa paşa asarsın kendini. havagazı da olur, ilaç da mümkün. ama bileklerini kesmek bile yakışık almaz, ankara'da. kan, biliyorsun, çok süslü." birbirimizi anlıyorduk, başını salladı. "ankara'da insanlar nasıldır?" diye sordu bir süre sustuktan sonra. sanırım uyuyamıyor, canı sıkılıyordu. "herkes, her şey çok kişiseldir aslında sanılanın aksine," dedim. sonra yine uyumuşum. kızılay'da arkadaşımızı bekleyeceğimiz penguen cafe'ye giderken biri "ateşiniz var mı acaba? dedi " sınav için alelacele çıktım da benimkini evde unutmuşum," diye ekledi. "gördün mü," dedim, " ateş isterken  hayat hikayesini anlattı sana. ankara böyledir." başını salladı, çıkardığı çakmakla kendi de bir sigara yakarken. arkadaşımız geldi. asker avutmak kolay değildir. sanki içine ölümcül bir mikrop girmiş gibi dehşetli bir umutsuzlukla taşırlar bedenlerini. ordan çıkıp, eski iş ortağımın açtığı restorana gittik. birkaç ay sonra onun ilaç içerek intihar ettiğini öğrenecektim. ama o gün neşeliydi ve sağolsun çok ilgilendi bizimle. asker arkadaşım zengindi ama savruktu, ne kadar parası varsa  tüketmiş, cüzdanımdaki tüm parayı ona verince, restoranın mutfağından eski ortağımdan borç para isteyince, sessizce, ikiletmeden vermişti parayı.  ziyaretimizi tamamlayıp akşam otobüsüyle, istanbul'a, işe dönmüştüm.

oysa şimdi, şu kadarcık yola çıkmamak için ettiğime bakın. o zamanlar beni böyle yola düşüren içimdeki gençliğin ateşi miydi, yoksa neydi, bilmiyorum. bugün de akşamı ettik:)


*dün, yandaki sütunda yazılanları kaydedeceğim başka bir mecra önerisi geldi.  o kadar dağılmayı istemiyorum. hiç değilse günlük paragrafını alıp, devamını yazacağım buraya bu seferlik.

8 yorum:

meftun dedi ki...

yolculuk etmeyi pek severim.. küçükken coğrafya dersine anlatılan tüm yerleri görmek isterdim.. yaşım ilerleyip te belli bi yere gelince gezdim.. gezdim.. gezdim.. hep bi bahanem oldu.. ama tabi ailem sadece tanıdığım/arkadaşımın olduğu yerlere gitmeme izin veriyorlardı.. dolayısıyla günü birlik edirne, yalova gibi kaçamaklarım gizlice oluyordu :)cuma akşamı trene biner öğlen Konya'ya iner pazar akşamı dönüşe geçer ve pazartesi sabah işe giderdim :)) aynı enerjinin hâlâ bende mevcut olduğunu düşünmekteyim fakat bu enerji myhusband da yok tembel balık burcu insanı :) tabi çok ta şikayet etmeyeyim çocuk benle yine bayaği gezdi :)) canım eşim benim yaa (az önce tembel diyordun)
demem şu ki.. bendeki yolculuk hevesi ya da ne deniyorsa; gençlik, yaşlılık, sağlık, hastalık vd. durumlarla ilgili değil.. her an hiç tanımadığım bir memlekete gidebilirim.. tabi bu yolculuk illa ki ya otobüsle ya da trenle olacak.. uçağın seyahat ruhu yok.. bunu sonra yazarım..
fırında peynirli börek var, gidip bakmam lazım.. öpüyorumm..

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Yola çıkmak her zaman iyidir. Her zaman keyifli değildir elbette ama her zaman iyidir. Ben mesela tüm yolculuklarımda kendimi ufak bir dere akıntısı gibi hissederim. Hatta bazen öyle olur ki yol hiç bitmesin...
Ayrıca gençleştirir de, mesela en basit uçak yolculuklarında bile zamanda en az bir nano saniye genişleme yarattığımız gerçeğini bir düşünelim. Belki fark edilir bir etki değil ama yapmadım diyemeyiz değil mi?

endiseliperi dedi ki...

meftun'cuğum,
insanın kendini mutlu edecek özelliklerini bilmesi ne kadar rahatlatıcı. ben uzun zaman seyahat etmeye bayılırım, dünyayı dolaşmayı çok isterim, gibi laflar ettim. ama sanırım o kadar da sevdiğim bir şey değil. seyahat olanaklarını yok yere görmezden gelirim ve sevdiğim bir manzarayı görmek yerine, o manzarada geçen bir filmi görmeyi tercih edebilirim. bilmiyorum ki... acaba şimdi hakkımda doğrusunu mu biliyorum? az önce terastayken gökyüzünde üç tane uçak gördüm, hava trafiği çok yoğun bugün.

öpüyorum ben de. afiyet olsun.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

seyahat sanırım iyidir, vuslat, haklısınız. hele gençlik filan da demişsiniz, sanırım örtülü bir şekilde yolculuğa çıkayım diye beni motive etmek istiyorsunuz;) bakalım.

sevgiler.

justine dedi ki...

Neden gitmiyorsun Bursa'ya, gitsene. Hiç olmadı, bir iki günlüğüne git. İnan, gitmelerde ferahlık var, oturup duruyoruz bin yıldır. Benim İzmir'deki hâlim, bekliyorum kendimi, saatlerce, günlerce, yıllarca, bıraksalar ölene kadar!
Böyle de karışmış gibi oldum işine ama, ablanı çok hoş anlatmışsın, benim bile gidesim geldi misafirliğe;)

Şimdi hazırlanıp çay bahçesine gideceğim mesela, çay içmek bahane, hava misss gibi, asıl ihtiyacım olan o.

endiseliperi dedi ki...

tamam.

böyle diyip, yola çıkarmışım:)ablam çok tatlıdır gerçekten. belki bir gün tanışırsınız. hele siz çok gülersiniz sanıyorum. benim ablama göre olgun, sessiz ve ciddi bir mizacım var;) ablam okuyorsa, allahallaaaah! diyip dalga geçiyordur:)

evet, hava güzel gerçekten. deniz d egüzle bugün. ben de kahve içiyorum terasta.

öpüyorum çok. sevgiler, selamlar.

şenay izne ayrıldı dedi ki...

o peri mi bu peri mi deseler, o peri derdim. şaka şaka bu peri derdim. benim de teyzemler bursa'da. gemlikten sonra denizi görüyorlar.
sevgililer.

endiseliperi dedi ki...

atma, şenay! o peri'yi severdin. bütün eski arkadaşlarım da tanıdıkları, bildikleri o peri'yi seviyorlar zaten. niçin evde pinekliyorum sanıyorsun;)şimdiki ben çok sinir bozucuyum. ama değişeceğim, evimi atla, aynamı... yok, bu repliği daha önceki bir yorumda kullanmıştım:)

demek senin de teyzen bursa'da! kan çekmiş demek ki:)

niçin sen bugün öyle yumuşak, iyilik dolu bir havadasın? iyi misin, bir şeyin yok, ya? :p şaka şaka.

sevgililer sana.