Cuma, Eylül 2

yunus


öyle yorgunum ki, duş alıp hemen yatıp bir film filan izleyeceğim sanırım yatakta. bugün ali ve yunus'la buluştuk. ali benim çok eski bir arkadaşım ve oğlu yunus'u  ilk kez gördüm. çok güzel bir çocuk, öylece bakakalıyorsunuz (ali ile hep maşallah, diyip durduk:) madem böyle yapabiliyorsunuz, annesi ile deneyin, birkaç tane daha yapın, dedim:) kendini dayatmayan, kendi kendiyle eğlenebilen akıllı, duru, sakin ve çok zeki bir çocuk. öyle agucuk magucuk türk usulü bir ilişki hiç kurmamışlar çocukla. babasıyla türkçe, annesiyle fransızca konuşuyor. ingilizce'yi filmlerden filan öğrenmiş:) hmmm... henüz üçbuçuk yaşında. gelirken, babası oyalansın diye bir oyuncak almak istemiş ona, bir dükkana girmişler. yunus, uzun uzun inceledikten sonra bir tane uçakta karar kılmış. gerçekten de onunla oynayıp durdu. hangimiz istediğimizi bu kadar net bilebiliyoruz ki?:)


evet evet, nazım hikmet'teydik yine. sonra moda'ya çocuk parkına yürüdük. yunus oynadı, eğlendi, düştü, kendi kendine ayağa kalktı. tramvaya binip kadıköy'e döndük. onlar vapur iskelesine gitti, ben arçil'e bir test kitabı almak için çarşıya girdim. orada bir site okurum tanıdı beni. çok heyecan verici bu. bir yerde oturup çay içtik ve uzun uzun sohbet ettik. çok tatlı bir kız, özlem. kendi kendine sevinç üreten, iyi kalpli olduğu her halinden belli, huzurlu, yaşam dolu... onunla ayrılınca manava gidip dolmalık biber aldım. manav beni çokça inceleyince, türküm, yabancı değilim, o nedenle mi bakıyorsunuz, dedim. türkmenlik var sizde, bir yerde yörüklük filan... dedi. evet, dedim. babaannem yörük. ortaasya'dan gelen aynı kavimden olduğumuz ortaya çıktı. biz konya'dan adana'ya yönelmişiz, onlar konya'da kalmış. bir nevi akrabalık işte:)

otobüse binip eve döndüm. arçil'le günü konuştuk biraz. test kitabına baktık. dolma yapacak hal kalmamış bende. kıyma da tam çözülmemiş zaten. mantı yaptım. bir de vitamin içtim ki duş almaya yetecek kadar bir enerji versin. yarın hicabi ve şafak'la görüşsem diyorum, çok, çok özledim çünkü,  ama sanki evde olsam, radyo dinleyip şu buzdolabını köşe bucak temizlesem, çeşitli yemekler yapsam, bu mola bana daha iyi gelecek gibi.  bakalım.

6 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

yaa böyle akıllı,uslu çocukları anlatma peri..sanırım 4-5 yaşlarında. bir de pelini görsen bir daha yanımıza yaklaşmazsın.8 yaşında olup hala ağlayan, şımaran, arkadaşlarımızla beni konuşturmayan, eve gelenlerin ayakkabılarını dışarıya atan ( yalnızca kızların ama ) kendisiyle konuşanlara saçma sapan cevap veren o..ben nerde yanlış yaptım pericim ?? işin komik yanı, ben çocuk gelişimciyim :) terzi mi söküğünü dikemiyor bilmiyorum..öff çokta sızlandım kusura bakma...

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Ne tatlı bir çocuk öyle, cidden gözümden kaçmasına şaşırdım şimdi...
Galiba öğretmenliğe dönmeyi tekrar düşünmeliyim.
Yeter ki çocuğa kessin dünya :)

endiseliperi dedi ki...

canım buket'ciğim ya, ne desem boş. bizde, türkiye'de çocuklar üç aşağı beş yukarı böyle oluyor. bilmem ki, ne yapmalı... bizim köydeki çocuklar da çok şahane oluyor, sana diyeyim. ama şehirde çocuk terbiyesinde bir arızamız var.

öpüyorum çok seni.
sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

düşünün tabii vuslat öğretmenliği. ne iyi olur. ya da en iyisi çocuk yapın!
:) öyle kestirmeden herkese öğütlüyorum bunu.

sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Hmmm zor iş,herhalde tekrar sınava girmek gerekecek, gerçi sınav kolay halledilir de bu kez de yine ataması tayini... Acaba yine zorunlu doğu görevi derler mi? Çok gülerim öyle olursa. Bir de yine stajerlikten falan başlatılırsa daha da komik olur. Hepsi atlatılır da, yine sürgünler başlarsa daha da enstante olur. Hatta daha önce gönderildiğim yerlere bir daha gitsem! "Hey! yine ben geldim. En son nerede kalmıştık, hah devrim" :)
Yok ben en iyisi ikinci tavsiyeye uyayım. Bektaşi usulü olur hem. Biraz çamur lazım hepsi bu...

Efendim bektaşinin biri (Ya şu bizim fıkra anlatma anlayışımıza bayılıyorum; adamın biri, ingilizin biri, iguananın biri vb..." dere kenarına oturmuş çamurdan adamlar yapıp güneşte kurutuyormuş. Bir yandan da habire söyleniyor tabi! Dere kenarından geçenlerden başka bir "adamın biri" meraklanıp soruyor; "Yahu Bektaşi ne edersin böyle" Bektaşi öfkeli, başını göğe kaldırıp; "Naber" diyor, "rızkını vermedikten sonra ben de yaparım adamı." :)

endiseliperi dedi ki...

hay allah zormuş o halde öğretmenlik. ben öğretmenlik diyince, bir sınıf ve seni dinleyen bir sürü çocuk hayali kuruyorum tabii. ben önce hayal kurup yapıyorum, ne yapıyorsam. ama hayaller toz pembe oluyor, heyhat hakikat hedefini şaşmayan bir bıçak gibi saplanıp, dağıtıyor eninde sonunda o hayali:p eh, sonra da "ben nerde yanlış yaptım" şarkısını söylemek kalıyor geriy:e) ben severim ama "hep çok istemiştim," diyip yıllar sonra bir üniversiteye başlayan, atıyorum dalgıçlık kursuna giden, evine seramik fırını filan yaptıran insanları. mantık, genellikle hayallerinle, isteklerinle çatışır ve buldozer gibi üstünden geçip onu anlamsızlaştırır. mantığı sevmiyorum hiç. neşe öğütücü bir şey, buz gibi, brrr... :)

hmmm, hay aksi, yanlış biliyorsunuz! çocuk çamurdan yapılmıyor, vuslat. annesine, ben nasıl oldum, diye sormuş çocuk. annesi de utangaç ama sevgi dolu, seni en tatlı şekerden yaptık biz, demiş. çocuk o akşam yastığının altına şeker koyup uyumuş. sabah kalktığında yastığının altında bir sürü karınca. silkeleyecekmiş yastığı telaşla, ama durmuş, baba yüreği, dayanmıyor ki, demiş:p

hayat boyu öğrendiğim üç fıkradan biri de bu aptal fıkradır işte. hiç unutmam:) bi tane de patates fıkrası var; onu da anlatırım bir ara. onu gülmekten anlatamıyorum bile, ama yazabilirim. çok aptal bir fıkra ama çok gülüyorum nedense:) hatta şu an gülmekten yazamıyorum:)

ben buzdolabımı temizlemeye devam edeyim.

sevgiler.