Pazar, Ekim 16

taş ustası




sis dağı örtmüş, ormanın yeşili, sis arasından canhıraş parlıyordu. kırmızı kazağımı da giymişken dışarıya çıkayım, dedim. bu grilik arasında kırmızı bir leke olarak, bir meselenin peşine düşmüş ciddi biri olarak yani hızlı hızlı yürümekten daha iyi bir fikir de gelmedi aklıma. yağmur bastırınca koyu mavi yağmurluğumun fermuarını çekip, kapşonunu başıma geçirdim. bu grilik arasında mavi bir leke olarak, bir gizli kederi yüklenmiş biri olarak yani... boşversene:)


adalar manzarasını soluma alıp geniş cadde boyunca yürüyünce sevdiğim bir markete geliyorum. bakımlı, tek çöp olmayan bahçesinde begonviller, karanfiller, akşam sefaları hala bol çiçekli. aralarında ikea'dan alınma masa ve iskemleler var. üstünde de tente. bazen burda oturup, kahve söyleyip, ada'ya bakarak gazete okurum. bugün canım istemedi. içeri girip gazetemi aldım. marketin içinde üç süslü akvaryum ve nefis balıklar var. benden başka müşteri görmedim daha burda. sahibi sanki hobisi marketçilik gibi takılıyor, bahçesi, akvaryumlarıyla gönül eğlendiriyor burda. çok seviyorum burayı.


dönüşte hızlı hızlı yürürken, üstüste konmuş taşlar gördüm. ben taş hastasıyım. güzel bir taş gördüğüm zaman dokunmadan edemem. durdum, ince yosun bağlamış bir taşı elime alıp, parmaklarımı sürttüm. beş on metre ilerde yağmurluklu bezgin bir adam ve ondan daha bezgin siyah köpeği beni izliyordu. taşı bırakıp, onlara doğru yürüdüm. adamın çocuğunu över gibi, "çok güzel taşlar," dedim. "güzeldir, evet," dedi. "kayrak taşı mı bu?" diye sordum. "kayrak taşı, ankara'dan özel geldi," dedi. öyle demese bir tanesini isteyecektim. iyice hızlanan yağmurun altında adam, ben, köpek bir süre sessiz, taş yığınına baktık bir tabloyu inceler gibi. "şömineye gelmez." dedim kendi kendime mırıldanıp.. "çatlar çünkü, di mi?" diye adama bakıp sordum. nedense konuşmaktan kendimi alamıyordum. orada çok mesut hissediyor, bir milim kıpırdamak istemiyordum. beni şöyle bir süzdü. "şömineye gelmez bunlar. bahçe peyzajında kullanılacak. taştan anlıyorsunuz." dedi kapşonundan süzülen yağmur sularının altından soru sorar gibi bakıp. yalan söyledim; "anlarım," dedim. "babam taş ustası benim." neden bilmem sesimde dokunaklı bir titreme vardı bunu söylerken. biraz da gurur kırıntısı. hafifçe öksürüp sesimi temizledim. "gece gündüz kör kütük sarhoş gezmesine rağmen ondan daha iyi bir taş ustası bulamazsınız" diye ekledim. ikimiz de neyi onayladığımızı bilmeden birbirimize başımızı salladık. köpek dili dışarda bize bakıyordu. yoluma devam ettim.




taş ustası karakteri john fante'nin kitaplarında geçer. özellikle hayat dolu ve üzümün kardeşliği kitaplarında bu kendine özgü, müthiş karakteri okuyabilirsiniz. benim gibi bir yazarı okumaya başlamışken hemen tüm kitaplarını okumak isteyenlerdenseniz, listeye büyük açlık kitabını da alın. john fante'nin inanılmaz eğlenceli, okurken gülümsemeden edemeyeceğiniz bu kitapları battaniye altında ve çayla nefis gidiyor. aklınızda olsun.

15 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

bu müzikle ne kitap okunur ama:D

endiseliperi dedi ki...

eğer müzikle kitap okumayı seviyorsan, hem de bu müzikle, şurdan hepsini dinleyebilirisn, guguk kuşu:
http://grooveshark.com/#/search?q=avishai+cohen

ben müzikle dinleyemem pek ama bu müzik pes perdeden gelirse fena olmayabilir. sözünü ettiğim kitapları da, kışın kasvetine katlanmak için en azından dikkate alabilirisn bence.

sevgiler.

Enis Diker dedi ki...

Kirmizi, yesil, mavi ile gri; okurken bu renklerin vurgusuna takildim. Renkler sanki hayati, canliligi anlatir gibi. Griyse kederi. Bazen hayat akip giderken kendimize dalariz da butun renkler icimize hapsolurda butun griler disarida kalir:)

endiseliperi dedi ki...

:) yok, ben gri yansıtan biri değilim hiç. beni gören neşeli, gülen biri der. renklere çok düşkünüm. gri rengi de çok severim.

sevgiler.

enes güler dedi ki...

müzik güzel, metin hoş; hemencik içine alıveriyor. ve fakat bir sorun var; metne başlamadan ilk parçayı çalmayı başlatınca, okuyarak ikincisine ulaştığımda ilki henüz bitmemiş oluyor.

evet sanırım şimdilik tek derdim bu. tabağındaki pilav ve kurufasülyeyi senkronize bitirengillerdenim. :)

Enis Diker dedi ki...

:)) neticede gri de renklerden biri. Ona yüklediğimiz anlamlarda bizim haleti ruhiyemizden. Renklerle ve hayatla barışık olmanız ne güzel.
Selamlar, sevgiler

endiseliperi dedi ki...

hay gidi hay, enes. ilk metni biraz daha uzun tutsaymışım, iyiymiş. aslında bizim markete uğrayıp meyve aldım. bu sırada küçük,sağlam bir tahta meyve sandığı gördüm. atacaklarmış, ben aldım:) eve getirip, güzelce yıkadım. kaloriferin önünde kuruttum. şimdi sedirin üstünde o sandık, onun da üstünde fotoğraf sandığı, onun da üstünde lap top. böylece sedirde ayağımı uzatıp, battaniye altında (kırmızı) dizi izleyerek (bu dizi hakkında sonra konuşacağız;)keyif yapabiliyorum. şimdi enes, keyfini sağlayacak koşulları sağlayabiliyorsan, keyif nesnesinin bir önemi olmuyor. şimdi kendimi müthiş bir konfor ve lüks içinde hissediyorum. bunu sağlayan ne? bir küçük portakal sandığı. inanılmaz!

şimdi enes, yazının ilk bölümünü, sonra bu yorumu okumanızı ve sonra ikinci bölüm için tekrar yazıya dönmenizi istiyorum. bakalım ilk şarkı için yeterli uzunlukta konuşmuş muyum? olmazsa söyleyin ben uzatıp kısaltırım. terzi usulü blog yazarı emrinizde:)

ve evet! kurufasulyeyi ve pilavı obsesif bir şekilde senkronize bitirdim ben de. hep yaptığım gibi. yanınd ayoğurt değil d eayran olsaydı, son lokmama da ayranın son yudumu eşlik ederdi:)

teşekkürler övgü için.
sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

griyi özellikle çok severim bi de ben. en sevdiğim renkleri saymam gerekse ilk üçe girebilir. hayatla barışık olmak bu mudur acaba? yani hayat aslında kendi yaşadığımız hayat di mi? onu da biraz ittirerek de olsa biz inşa etmiyor muyuz? o halde kendi inşa ettiğim hayatla niye barışık olmayayım? ama başkalarının hayatlarıyla o kadar barışık değilim. aslına sorarsanız hiç değilim. başka hayatlarla bir nezaket mesafesinde yaşamak iyidir:)

sevgiler, selamlar.

Hayalperest dedi ki...

kendimi çok güzel bir yerlerde hissetim, güzel taşlara dokundum bende sayende... müzik de çok hoş...
insan yatmadan önce başka ne ister ki?

iyi geceler

endiseliperi dedi ki...

teşekkür ederim. iyi geceler sarı saçlı kız, tatlı rüyalar.

sevgiler, selamlar adana'ya:)

Ayça Yaşıt dedi ki...

Hem acıklı, hem komik. Bayıldım sevgili Peri. Ben olsam o taşı çalardım, utanmadan söyleyeyim. Yerine de üç bıldırcın yumurtası ve minik bir teşekkür notu koyardım.

Dikili'den toplayıp taa Batman'a yanımda götürdüğüm taşlardan en güzelini, bir yüzbaşı çalmıştı. Taş öyle güzeldi ki, almayı istese hakkı var derdim, çok üzülmemi bekledim de, taş çok güzeldi işte. Güldüm ardından yüzbaşının istemsiz, kızacağım yerde. ;)

Öpüyorum.

endiseliperi dedi ki...

atze!:) nasılsın? teşekkür ederim güzle sözlerin için. ben taş çalarım, hep de çaldım. ama bir adam ve bir köpek beni izlerken...

kitap ve çiçek çalmayı kötü görmeyen çin atasözüne bir de taşı eklemek lazım:)

atze'ciğim çarşamba yağmurlar bitecek. ben de kadıköy'e kesin gideceğim. çünkü artık zorunlu. yine haberleşiriz. gelirsen görüşürüz.

öpüyorum seni.
sevgiler.

meftun dedi ki...

periciğim, biliyor musun bende taşı çok severim.. küçüklüğümde çok toplardım büyücünce özellikle bıraktım, kötü bir huyum var her taşla özel bir bağ kuruyorum aynen dediğin gibi dokunmayı varsa üstündeki desenleri incelemeyi, taşa bakıp bakıp düşünmeyi çok severim..
taş deyip geçmemek lazım.. bizim şirketin zeminine elazığ yeşil mermerinden yaptılardı da aşık olmuştum :D

endiseliperi dedi ki...

elazığ yeşil mermeri, kulağa çok hoş geliyor. yeşili çok seviyorum bu aralar. elimden gelse şu evi bir yeşil boyaya batırıp çıkarırım.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

zahmet olmazsa bir ricam daha olacak; blogger ayarlarindan mobil temayı da aktif edebilir misin acaba?

yoldayken okumayı severim ve minicik ekranda kocaman site biraz zor oluyor.

çok teşekkürler!

enes g.