Cumartesi, Temmuz 15





İkea istilasına giriş-
Walter Benjamin, Cennet Teyze


Evimden çıkmak istemem. Bu, bir tür ruh hastalığına dönüşmek üzere farkındayım ama sevdiğim her şey evde. Mobilyalar da bunun bir parçası. Kanepemi severim, masamı, masamın önündeki bankları, metal-ahşap kitaplığımı, Bora’nın çok sevdiği ama yine de bana hediye ettiği Hopper tablolarımı, sapsarı perdelerimi, çiçeklerimi… Belki size tuhaf gelecektir ama ben odalar, evler, bahçeler, teraslar hayal ederim. Müzikler açarım, ışıklar kısarım, renk değiştiririm. Dokusunu, serinliğini, kokusunu ezberlediğim taşı, metali, ağacı severim, evim bunlardan inşa edilsin isterim. Sapasağlam ve kabasaba.

Walter Benjamin, 2. Dünya Savaşı öncesi Alman Yahudilerinin dekorasyon eğilimlerine dikkat etmiş. Öyle ağır, yerinden kalkmaz eşyalarmış ki moda olan ... Kopkoyu, kalın perdeler arkasında, oraya çivi gibi çakılmış eşyalar. Diyor ki, ta öncesinden sezmişlerdi olacakları ve farkında olmadan, kıpırdamayan eşyalarla böyle bir dekorasyon anlayışı geliştirdiler. Mealen yazıyorum çünkü çoğu eşyam gibi kitaplarımın çoğu da kaybolup başka evlerde yaşamaya başladılar.

Evet, kaba saba ve sapasağlam eşyaları seviyorum. Duvara vererek kanepenin sırtını tam karşıdan, pencereden dünyaya bakıp bakıp şaşmak. Çok küçüktüm o zamanlar, tombul, sevimli, puf börekleri kızartan Cennet Teyze vardı, kanepesini duvara değil de pencereye dayamıştı. Evleri tarandığında kurşun Cennet Teyze’nin başına isabet etmiş. O akşam onlarda değildik. Kanepelerimizi duvara dayadık bu olaydan sonra. Pencereye sırtımı hala tam dönemem. İnsan çocukken tuhaf oluyor, dehşetle dinlerdik büyükleri, Maraş’ta kurşunlanacak evlerin kapılarındaki çarpılar, Ali Baba ve Kırk Haramiler’i korkunç bir masal yapardı. Hala sevmem o masalı. Arçil'e de hiç anlatmadım.

Herneyse Yasemin’e sözüm var, İkea yazısını yazmak istiyorum ama hep yanlış girişler yapıyorum. Posted by Picasa

Uzun bir molaya ihtiyacım var.

***
(17.07.2006 tarihinde düzeltme yapıldı, Bora'nın yıkıcı ve alaycı eleştirileri nedeniyle Bora'nın adı geçen bölümlerini silmeye karar verdim.)

Çok ama çok sıkıcı İkea istilası yazısını
okuma sabrı gösterenlere
sonunda güzel bir kurabiye tarifi var.
Yasemin’in her koşulda okuması zorunlu.
Çünkü o merak etti diye yazıyorum bir taraftan da.

İstanbul Hatırası- İkea İstilası
8 Temmuz Cumartesi-11.00


İstanbul’daki ajans, feyz alalım diye yabancı reklamları izletirdi. İkea’nın TV reklamlarına bayılırdım. Daha Türkiye’ye gelmeden sabırla bekler, şu bizim kazıkçı ve kalitesiz ürünler pazarına hadlerini bildirir diye umardım. Herhangi bir dekorasyon dergisini aratmayan kataloğu, ürünün önce fiyatını belirleyip tasarımcısına, en kaliteli ürünü en ekonomik biçimde yaratması gerektiğini dayatması, demonte ürünleri sımsıkı güzel kutularda sunarak, ekonomik ürün almamız için bizi işbirliğine davet etmesi, girişte bize sunduğu o anlamlı boyda güzelce açılmış kurşun kalemi, mezurası, not kağıdı, lokantasında nefis İsveç köftesi, nefis filtre kahvesi (kek ve çörekleri berbat) ile şahanedir. Beni bırakın oraya, saatlerce nesnelere bakar, dokunur, odalarında hikayeler kurar, yemekler yapar ve sonunda bir düşten uyanır gibi terk ederim.

Adana’da yakağan denilen, transparan, minicik ve ısırdığı zaman gerçekten acıtan sinekler var. Cibinlik şart. Ben Adana’da adam gibi cibinlik bulamadım ama elin Kuzey Avrupalı firmasında beni Adana’nın sineklerinden koruyacak cibinliği buldum, hem de tavandan daire şeklinde yere süzüleninden. Dün işten eve dönünce, asayım artık tavana diye düşündüm. Yatağın ortasına çıkıp yüzüme gözüme kireçler dökülürken çiviyi çaktım. Aa ama küçücük cibinlik, neredeyse sadece yüzümü koruyabilirim. Öyle de olsa kocaman beyaz Japon feneri ile pek yakıştı. Bora bana kızdı kötü alışveriş yapıyorum diye. 3 tane almıştım çünkü tedbirden. 3 cüce cibinlik!

Sonra 6 adet minder aldık. 4’ü siyah üzerine minik kırmızı çiçekli, 2’si basbayağı kırmızı. Yemek masasında iskemle yerine banklar var, arkası kafesli, çok güzel, şilteler orası için. Gözüm pek alışmadı daha. Ama sanırım iyi durdu. Okuma lambası almak istiyordum aslında, nefis lambalar var İkea’da, ama upuzun sapları getirirken sorun yaratacaktı, biz de şapkası bozulan abajurlar için krem üzerine yeşil çizgili şapkalardan aldık. (Onlar da İstanbul’da kaldı gerçi. Hasırdan güzel bir yazlık halı da orda kaldı.) Bir de dikdörtgen prizma şeklinde buzlu camdan lamba aldık, okuma lambası değil ama hoş duruyor.

Sonra, kocaman kaseler aldık, minik mavi çiçekleri var bir tanesinin. İçine Daim çikolataları koydum. Diğeri yatılı okulları hatırlatıyor, bembeyaz. Fincanlarım ise çok şahane. Kocamanlar. İkisi yeşil, biri mavi. Geniş altlığı var yanına yiyecek koymak için. Sabah 6.00’da uyandım bugün ve sırf o altlıklar için yulaflı, çikolatalı kurabiye, peynirli pizza ve peynirli çubuklar yaptım. Çok nefis oldular. Ama kim yiyecek bu kadar yiyeceği bilemem.

Şöyle:

Çikolatalı, tahinli, yulaflı kurabiye

2 SB yulaf,
1 SB kepekli un,
1 SB beyaz un,
1 TK kabartma tozu,
1 paket vanilya,
½ SB damla çikolata,
½ SB tahin,
1SB kuru üzüm,
1SB toz şeker (pekmez daha iyi olurdu ama bitmiş),
2 yumurta,
100 gr tereyağ.

Hepsini karıştırın, geniş, ince daireler yapın, yağlı kağıt serilmiş tepsiye dizip, önceden 175 derece ısıtılmış fırında 15 dakika pişirin, çıkarın, telin üstünde soğutun. Bu ölçülerle 33 büyük kurabiye çıktı.

Ben kanepeye geçeyim, yoruldum artık. Hoşçakalın.

2 yorum:

asliberry dedi ki...

ayh, yukarıdaki fotoğraf yığınında kurabiye olduğunu yeni gördüm biliyor musun. dikkatsizlik diz boyu.

Adsız dedi ki...

sevgili endiseli pericim,
eline saglık boyle detaylı kaliteli en azından yazısı anlasılır blog okumak pek kismet olmuyor. eline saglık kimsenin elestirilerine de kulak asmayasın endise etmeyesin :)