İstanbul Hatırası-
IKEA istilası için giriş yazısı- Sedergine
09 Temmuz 19.00- Filmler
Marka bağımlılığı derseniz, söyleyeceğim ilk şey Sedergine olur. Mide sorunları dışında her rahatsızlık için büyülü sözcüğümdür Sedergine. Ölmemi hızlandıran şey o sırada her nasılsa çevrede Sedergine’in bulunmaması olacaktır sanırım. Doğal olarak bu durum benden duyulacak son sözü de açığa vuruyor:)) Se... Se... :) Herkes düşünmüştür herhalde hayatın sonunu… son sözünü ya da intihar etsem son mektubuma neler yazardım gibi… hayır mı? Ben gençken çok düşündüm ve çok ayıp ama son mektuba yakışır yetkin, anlamlı, hayatın özü falan filan olabilecek tek bir cümle kuramadım. Ölürken görkemli duygulanımlar içinde olacağımız, kendiliğinden bir derviş hali kazanacağımız filan yalan galiba, hımm?... Hayatın film şeridi gibi gözünüzün önünden akması, unuttuğunuzu sandığınız ama kalbinizin köşesinde o ana kadar sabırla bekleyen, meğerse o güne kadar sevdiğiniz tek kişi oymuş ki onun adını fısıldamanız falan? Yani hayatın damıtılıp damıtılıp o son nefeste gerçeği açığa vuruşu da yalan değil mi, ha!?Değil mi!?:)) Şimdi gerçekten de öyle bir mektup yazılamazmış gibi geliyor. Ya da insanın Deniz Gezmiş ya da Mayakovski gibi son damlasına kadar ve samimiyetle hayata ve daha bir sürü şeye inanabilme kabiliyeti olan biri olması gerekir.
İki film izledim İstanbul’da, ikisi de ölümün kıyında dolaşıyordu. İkincisi, Mike Leigh’in bir filmiydi, Naked. Bir süre evsiz olup manik bir şekilde ortalıkta dolaşan bir adam, bir takım insanlarla ilişkiye giriyor ve hayat üzerine filan konuşuyorlar. Hayatın bir halt olmadığını ispatlamaya çalışıyor nefessiz bir hızla konuşarak. Kıyametin yaklaştığını filan. Bir genç kıza dedi ki, "ya hayatının en neşeli anını zaten yaşamışsan ve bundan sonra seni bekleyen sadece sıkıntı ve kederse?… " Kız dehşetle bakakaldı. Birinci filmin adı, Winter passing. Yönetmeni hatırlamıyorum. Ed Haris, karısı intihar etmiş yaşlı, alkolik bir yazar rolünde yine çok iyi. Salinger gibi gizleniyor o da. Gereksiz ilişkilere giren, uyuşturucu kullanan mutsuz kızı geliyor New York’tan. O da tiyatro oyuncusu. Evde yazarın eski öğrencisi var ve evi en domestik biçimde çekip çeviriyor. Bir de sorunlu bir müzisyen var, tamirat işlerini yapıp yazarı koruyan. Filmin başı fena değildi, sonra kız bu yumuşak dekorda daha uyumlu olmaya ve sorunlar da hızla “çözülmeye” başladı. Hegel mi söylemişti, insan samanlıkta ve sarayda ayrı düşünür, diye? Belki kitaplarla dolu o güzelim ev, yemekler pişen ocak, ütülenen çamaşırlar filan kızı kendiliğinden iyileştirmiştir. Hepimiz iyileşmek isteriz... Görkemli ağaçlara dayanmayı, perdelerin rüzgarda salınışını izlemeyi, İkea'dan aldığımız sırlı, yeşil o güzelim fincanın minicik kulpundan hayata tutunmayı...
İkea istilasını anlatamam bu girişten sonra. Zaten başım ağrımaya başladı ve şu Sedergine'e müthiş ihtiyacım var.
İyi geceler.
Perşembe, Temmuz 13
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
"Ben gençken çok düşündüm ve çok ayıp ama son mektuba yakışır yetkin, anlamlı, hayatın özü falan filan olabilecek tek bir cümle kuramadım."
Kuramazsınız öyle bir cümle. Yoktur. Ayrıca ben de severim o sihirli efervesan tableti. Ve dahi bu iki konuda makale döşenmişimdir de yayımlamamışımdır henüz. Belki bu provokasyonunuz işe yarar...
Metin, efervesan yazınızı okumayı dört gözle bekliyorum ( şu dört göz sözcüğü sizi huzursuz etmiştir şimdi:)Ne kadar çalışkan bir yazarsınız, bugün sitelerinizi okuma fırsatı buldum. Çok sevdiğim siteleriniz var. Adına tekrar bakmalıyım ama koku konusunda müthiş yazılar olan sitenize bayıldım.İnsan bu kadar ifade etmişse kendini gece de bebekler gibi uyumalı diye düşündüm. Ama kalkıp muhtemelen uzakta olduğu için çok özlediğiniz kızınızın kitaplarını karıştırmanız da ne hoş. Bu mesajı sizin sitenize mi yoksa buraya mı bırakmalıyım, bilmiyorum. Gelip, açıp okur musunuz, emin değilim.
Yasemin sana 2. sözüm oldu bu. Tatil kitapları listesi yazacaktım, unuttum sanma. Ama sen gidip döndün bile tatilden, değil mi? Sana özel listem şöyle: Şu an elimde, hamileyken tüm kitaplarını okuduğum Truman Capote'un Bukalemunlar İçin Müzik kitabı var. Capote, hiç benim adamım değil, okurum ve hemen de unuturum. Ama sanki tatil için çok iyi bir seçimmiş gibi görünüyor. Salinger'ın hikayelerini de okumadıysan mutlaka oku bence. Bir de Yasemin diğer sitemde, kitap falında bir parçasını yazdığım Kırlangıç ve Tekir Kedi var Amado'nun, hiç unutma onu. Hatta bir kaç tane al, şekerlerle, çikolatalarla iyi bir hediye olur.
Eğer tatil için ormana, dağa gidilecekse ve uzun da sürecekse tatil, Thomas Mann'ın Büyülü Dağ'ı iyi gider. Ben hayatımın trajik anlarında, bir yerleri terkettiğim zamanlarda insiyaki olarak Auster okurum kasveti dağıtmak için. O da iyidir tatil için. Faulkner'ın polisiye öykülerinin olduğu bir kitap vardı. Adını hiç hatırlamıyorum şimdi, sen polisiye seviyorsun, o da hoş olur. Dashiel Hammet ve Simenon'ları da polisiye sever olarak takdir etmeliyiz. Şimdilik bu kadar. Manşete taşırım belki tatil kitapları listesini yakında. Ama seni bekletiyor gibi endişeleniyorum zaman zaman. İyi oldu bu. Nasıl? Cem'in saçları uzuyor mu? Çok öperim.
Sevgili Endişe, Sevgili Peri,
Size böyle seslenmeme umarım kızmazsınız! Dört gözlü olduğumu nereden bildiniz?! Yazdıklarımdan hoşlanmanız beni sevindirdi. Söz, söz verdiğim yazıyı yazacağım. Buraya uğrayıp uğramamam konusunda tereddüt geçirmenizi istemem, bakın uğradım bile işte! Kızımsa uzaklarda değildi. Yukarıda mışıl mışıl uyuyordu.
Öteki ilmeğinize mesaj bıraktım ama çıkmadı. O halde buraya yazayım tekrar:
Kitap falı, ikinci seans:
Bir Noel Şarkısı, Gece Ağacı,
Herhangi bir sayfa...
Buraya bir mesaj bırakmıştım, çıkmamış. İkinci baskı olacak:
Beklediğiniz yazıyı bir ara yazmaya niyetliyim. "Dört göz" ifadesi huzursuz etmedi beni, tesadüf bu ya, dört gözlüyüm ben! Yazdıklarımdan hoşlanmanız beni sevindirdi, teşekkürler. Kızım yukarı katta uyuyordu.
Bu arada kitap falı, ikinci seans:
Bir Noel Şarkısı, Gece Ağacı
ben hala buralardayim. sirayla okuyayim derken sabahi ettim. uyku tutmamisti zaten, yazilariniz bana arkadaslik etti. ikea deyince "fight club" i hatirladim tekrar. yillar once film ilk ciktiginda izlemistim ama ikea diye bir markadan haberim olmadigindan tabi filmin basi bana pek de birsey ifade etmemis olmali ki hic bir sey hatirlamiyordum. sonradan ikea ile tanisinca ve filmi tekrar izleyince anladim ki, filmin cikis noktasi olan marka bagimliligi ve daha da otesinde esyanin kimlikle bagdasmasinin ornegi, kahramanin evini ikea katologunu kutsal bir kitapmiscasina takip ederek dosemesiymis. yazdigim cumle uykumu getirdi:) yarin okumaya devam edeyim ben, hoscakalin.
Yorum Gönder