Dün akşam, önceki gün gibi, Bora"nın benim için hazırladığı koltuğa oturmuş yine aynı kitaba, Michel Tournier"in Cuma ya da Pasafik Arafı kitabına devam ederken bir anda umutsuzluğa kapıldım. Çok ama çok hoşuma giden paragraflar vardı ve bazılarını sesli olarak Bora"ya okuyordum da bazı yerleri hiç anlamıyordum. Okuma tarihinde felsefe konusunda acayip çuvallamıştım. Bora, "anlamak zorunda değilsin, neden dertleniyorsun ki?" dedi. "Ben de dürüst bir okur olmak istiyorum," dedim. "Böylece unutmam hem". İki tür okuma yapabileceğim önerisinde bulundu Bora. Ya bir yazarın tüm kitaplarını kronolojik olarak okuyacak ve onun yaptığı göndermeleri, yine kendisinden öğrenecek ya da gönderme yaptığı diğer yazarların eserlerini de okuyacaktım. Yani, elimdeki şu kitabın ideal okuyucusu olmak için Spinoza, Hegel, Levi-Strauss da okumalıyım. Ama böyle bir adanmışlık için hem geç kaldım hem de ilgi alanım çok dağınık. Bora bir dikiş makinası metni çeviriyordu akşam. Yanıp tutuştum sahip olmak için. Onunla çiçek motifleri ve ismin ilk harfleri ile süslenmiş bez kitap kapları, kalın kaliteli kağıtlara yapıştırılarak kartpostal haline sokulmuş işli küçük bezler, kolalayıp sertleştirdiğim bez kitap ayraçları, gönlümce biçimlendirdiğim perdeler, abajurlar hatta çantalar dikebilirdim.
Hem yemek yapmayı iyice öğrenmek istiyorum. Sonra sabahları yürüyüşe çıkmayı, evi süper temiz ve düzenli tutmayı... ben böyle hiç bir kitabın ideal okuyucusu olamam! o kadar vaktim yok ki.
Aşağıda, okuduğum kitaptan, beğendiğim bir bölüm var. Bu bölüm, ekmek tariflerini çok severek okuduğum, bu yıl sitesini çok sık ziyaret edeceğim, son ekmeğini bana ithaf eden Binnur için.
Cuma ya da Pasifik Arafı
Michel Tournier, Ayrıntı Yayınları, S: 66
“Bu sabah ilk kez hamurumu yoğururken, hayatın karmaşası ile silinip gitmiş, ama tecrit edilmişliğimin yeniden mezarından çıkarttığı bazı görüntüleri içimde dirilttim. Babam bana ilerde hangi meslekle uğraşmak istediğimi sorduğunda on yaşında olmalıydım. Hiç tereddütsüz cevap verdim: Fırıncı. Bana ciddiyetle baktı ve başını şefkatli bir onaylama hareketi ile ağır ağır salladı. Hiç kuşku yok ki bu alçakgönüllü meslek, onun kafasında özellikle bedenin ve aynı zamanda Hıristiyan geleneğine göre ruhun besini olan ekmeğe bağlı olan bütün simgeler sayesinde –bir taraftan Quaker öğretisine olan bağlılığından dolayı hiç kuşkusuz ki reddettiği bir çeşit kutsal saygınlık taşıyordu."
“Benim için ise çok başka bir şey söz konusuydu; Ama o zamanlar, ekmekçiliğin benim gözümde parlayan itibarının anlamını açıklamak konusunda pek de kaygı duymuyordum. Her sabah, okula giderken, bir hava deliğinin önünden geçerdim: Sıcak, anaç, neredeyse şehvetli nefesi beni o zaman ilk kez çarpmıştı ve o zamandan itibaren, bu nefes , onu kapalı tutan parmaklıklara uzun süre asılı beni alıkoyuyordu. Dışarıda şafağın nemli karanlığı, sonunda düşmanlık dolu okulun ve kaba öğretmenlerin bulunduğu çamurlu sokak vardı. Beni içine çeken nar gibi kızarmış mağaranın içinde, -gövdesi çıplak ve yüzü hafifçe “pudralanmış”- bir fırıncı çırağını vargücüyle hamurun sarışın kütlesini yoğururken görürdüm. Her zaman maddeleri şekillere tercih etmişimdir. Elle dokunmak ve solumak benim için, görmek ve duymaktan daha heyecan verici ve daha içe işleyen öğrenme biçimleridir. Bu özelliğin ruhumun soyluluğu ile ilgili olumlu şeyler söylemediği kanısındayım., ancak yine de bunu alçakgönüllükle itiraf ediyorum. Benim için renk, yalnızca bir sertlik ya da yumuşaklık vaadi, şekil ise yalnızca ellerimin arasındaki bir esneklik ya da katılığın habercisidir. Oysa ki hamur teknesinin dibinde kendini yarı çıplak bir adamın sarılmalarına bırakan bu ılık ve şehvetli, başsız büyük gövdeden daha konuksever, daha yumuşak bir şey düşünemiyordum. Şimdi artık biliyorum, kafamda ekmek somunu ile fırıncı çırağı arasında garip evlilik törenleri kuruyordum ve hatta ekmeğe, bir bahar kokusunu andıran ve misk kokulu bir tat verecek yeni bir tür mayanın düşünü kuruyordum."
Perşembe, Ağustos 10
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
Konfiçyus"un bir sözü var, yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi:"sarı kaplumbağa bugün de gelmedi." geldiğinde bizde hal kalmış olacak mı, her şeyi yapabilmek bize nasıl bir tatmin sağlayacak, biz mükemmel (kadınlar) olmayı hangi ezberle, niye istiyoruz, gerçekten ama gerçekten ne istediğimizi, nasıl biri olmak istediğimizi nasıl anlayabiliriz, "kendini tanı" sözüne adam gibi bir yanıt vermek için çok mu dolambaçlı bir yol tercih ediyoruz...?
yasemin bak hava çok sıcak ve sen de aklıma türlü türlü, yanıtlanması olanaksız sorular getiriyorsun.:)) İstanbul"da şu kene hikayesi çok popüler yoksa kırlara, Fenerbahçe parkına atacaktım kendimi ve çocukları. Bir de Fethi Paşa Korusu var... Park, kır filan diyince geldi aklıma galiba sarı kaplumbağa
Hadi ben susayım artık Yasemin sıcaktan sayıklamaya başladım. Cem"i öperim.
Hoşçakal.
peri:)
BUgün sıradan birgün, ben de senin eşin gibi teknik çeviriler yapıyorum (artık).
BAna yollanan hafif yollu sıkıcı metini kzıımı uyutmadan bir kaç cümle kaçırarak, ve uyuttuktan sonra da dönmek umuduyla sırtımdaki yükler listesine attım.
Buna yük dediğim için utanıyorum, çünkü daha dün hayatta ne istersen bir şekilde oluyor diye düşünmüştüm.
Düşündüklerimden biri de çevirmen olmaktı, bir diğerinin bir gün yoğun iş gazetecilik temposundan kurtulmak ve bir digerinin bir gün ilkokul ögrencilerine ögretmen olmayı istemek ve bir gün hepsinden kurtulmak ve çocuğuma bakmayı istemek olduğu gibi. Tümü oldu, bana isteklerimle ilgili bir kafa karmaşası bırakarak ancak..
Aslında en çok istediğim şeyin o en başta kurtulmak istediğim gazetecilik olduğunu gördüm.
O zamanlarda yazdığım bir haber eski bir ajandanın arasından kaydı ayaklarımın dibine düştü dün.
Aldım okudum, İzmir'de ekmek fiyatlarının değişkenliğinden, ve Türklerin en kutsal en önenmli besi kaynağına bunu nasıl yaparlar diye özetlenebilecek bir şeyler yazmış olduğumu gördüm. NEden saklamışım bu haberi bilmem. Çünkü hiç bir özelliği yok. Belki de var ben göremiyorum. Konusunu düşününce...
Geriye dönüp baktığımda hayatımda çocuklar, yazmak, çevirmek, ekmek pişirmek, anlatmak, okumak, ve hayata tanık olmak türü bir çok şeyi birden istemiş olduğumu görüyorum.
NEyi ne kadar başardım bilmiyorum. Sıradan bir gün çünkü olduklarım ve olamadıklarımla ilgili döküm yapıyorum yine.
BEn de edebi çeviri yapmayı istemiştim hep. Acaba kendimi ucundan kıyısından da olsa bu işe sonunda attım diye teselli mi etmeliyim (çünkü ben dil ile iglili bir fakülteden mezun degilim), yoksa dön bak geriye, azıck mazıcık, ucundan kıyısından derken hiçbirinde tam adam olamadın belki ama hepsini de yaptın diye avutmalıyım bilmiyorum. Ayrıca kızım için ne yapsam da kendimi onunla yeterince ilgilendiğime ikna edemiyorum. AnlaYACAgın hergün gibi bir gün.
Sonra, önce mesajını, sonra benim için yazdığın paragrafları okuyorum. İçim kıpırdanıyor, nedense çok mutlu oluyorum. ÇEviri için daralan zamanı boşveriyorum, anlatmak istiyorum uzun uzun. VE anlatıyorum.
Ama en sonunda, en kısa, tekrar şunu söylemek istiyorum.
Çok mutlu oldum ....
binnur, senin gibi hayatı onaylayan, yücelten, zenginleştiren insanların olması ne hoş, ne pozitifsin! "dilediğim her şeyi yaptım, oldum", diyebilmek... ben biraz karamsar insanlardanım. Bora, kederlenmeyi sevdiğimi söylüyor. Koyu, gölgeli, kuytu tonlarım var. Bu nedenle, bana sorsan, "Yok, hiç bir şey dilediğim gibi gitmedi!"derim gücenik bir halde. Avukatlık, gazetecilik ve reklamcılık serüvenlerimde en sevdiğim, reklamcılıktı. biraz dinlenip, evi filan düzene koyup tekrar çalışırım belki. Şimdi evde olmaktan da çok keyif alıyorum. İçimde anaç bir damar var; yemekler pişsin, ekmek makinasından güzel kokular yayılsın:)) kilerden, evde yapılmış reçeller, turşular çıkarılsın, çocuklar oynasın, gülüşsün, ihtiyarlar uyuklasın, üstleri örtülsün... istediğim bu ama ben başka yollarda vakit harcamışım. Umarım geç kalmamışımdır, Yasemin"le de konuştuğumuz şu okunacak kitaplar, yapılacak işler, edinilecek hobiler konusunda...
Mutlu olmana sevindim. Hadi kızın uyanmadan biraz daha çeviri yap. Sevgilerimle.
Rica edeceğim bu söyleşiyi sürdürünüz. Bu kadar mı keyif alınır okurken yahu!
Yorum Gönder