Çarşamba, Eylül 27
KİTAP-ANI
Oyuncak ev (Siyah Ev*)-Furuğ
Anımsamak bir hançer gibi deşiyor ruhumu. Sözü geçiyor ve ben aklımı hep oyalıyorum kuytu yerlerden hortlamasın bazı sözcükler, duruşlar, bakışlar, diye. Çocuk, onu oturttuğum pencere pervazında, terbiyeli ve dalgın küçücük elleriyle kuru üzüm yiyor. Hemen önündeki parke sokakta toplaşan ve birazdan yan evde oturan yaşlı kadının vereceği yemeği bekleyen kedilere bakıyor. Tırnaklarımı yiyip, sigara içiyorum pencerenin diğer kanadında. Delirebileceğimi biliyorum. Ölmek istediğime eminim. Bunu düşünür düşünmez gidip çocuğa sarılıyorum, “seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, değil mi?” çocuk oyun sanıyor, benden kurtulup kollarını sonuna kadar açıyor, "bu kadaar" diyor. Gülüyorum.
Kesin karar vermiştim ayrılmaya, o abuk sabuk, yanlışlar, üzüntüler ve kavgalarla dolu evi terketmeye. Çok büyüktü ve konforluydu evimiz. En alt katta çocuğun bakıcısı yaşıyordu. Diğer iki katı paylaşmıştık. Baba-koca olarak, gittiğim o küçücük, kötü evde yaşayamayacağımı, bir çocukla tüm bu yaşamı idare edemeyeceğime inanıyordu. Nasılsa eve geri dönecektim. Büyük eve bir-kaç sokak mesafedeydi, "oyuncak ev" demiştim çocuğa. Bütün oyuncakları ortalıkta bırakacaktık ve elbette, sadece oyun oynayacaktık. Evin havası zehirliydi. Kokuyordu. Çok, çok üşüyordum. Havadan olmadığını biliyordum. Yalnızlar üşür, dedi baba-koca, Kafka’dan mütevellit bir duyarlılıkla. Sonra süslü, güzel yazılar yazdı, buna ilişkin. Herkes okudu. "Vay be!" dediler. Sonra korkulu rüyalarımı aldı, onlardan hikayeler yaptı. Sevgilisine ithaf etti; kitabın bir nüshasını da bana gönderdi, üzmek için.... Ah! erkekler, içim sıkılıyor. (Sözcükler bazen ne kadar çiğ. Hiç tarif etmez insanı, hayatı. Birine sözcükleri nedeniyle aşık oluruz. Başka bir kadın sözcüklerinden ölmüştür onun, nefretle.)
Çocuğu büyük eve, bakıcısına bırakıp, işe gidiyordum ve bazı akşamlar uyuyakalan çocuğu orada bırakıyordum. O akşamlar, artık, siyah evdi. Aklım, bedenim paramparça. Ne telefon vardı ne de bilgisayar. Evdeki sessizliğe, içimdeki boşluğa çığlık atmak istiyordum hep. Ruhum biraz yükselsin, şu nefes alamadığım hayatın dışına biraz olsun çıkabileyim diye sadece şiir okuyabiliyordum...
Sadece Furuğ.
gece gündüz neyin peşindeyim
bilmem ne isterim tanrım
neden yanan kalbim sönmüştür
ne arar benim yorgun bakışlarım
sığınıyorum sessiz bucaklara
tanıdık herkesten kaçıyorum
bakışlarım karanlıkta yüzüyor
hasta kalbimi dinliyorum
Ben Furuğ okudukça siyah evde, büyüdüm. Kadın oldum. Hayatın hoyratlığına karşı ne kadar narin olduğumuzu anladım ama dayanabileceğimi bildim. Baba-kocaya sonuna kadar direndim. Baba-koca, bir baba olarak gururlu "aferin" dedi. Koca olarak, “sana hiç yardım etmeyeceğim, madem ki bu kadar güçlüsün.”
Karanlık bir işaret olan varlığımın hepsi
kendinde tekrarlayarak seni
biteviye çiçeklenen gündoğumuna götürecektir
ben bu işaretle sana ah çektim, ah
ben bu işaretle seni
ağaca, suya ve ateşe bağladım.
Bülent bana Furuğ’un sonsuz günbatımı kitabını hediye ettiğinde 21 yaşında olmalıyım. Dünya küçük, ben güçlüydüm. Okuyordum ama sözcüklerin kalbine nüfus edemiyordum. Oysa Bülent aşıktı Furuğ’a. Ben, gülüyordum. Furuğ okurken yaşım 27’diydi. Tam zamanında açmıştım kitabı... Anlamıştım: Delirmeyebilirdim. Ölüm de o kadar güzel olmayabilir. Gülmüyordum artık öyle nehir gibi kendiliğinden, kaygısız.
Ve bu benim yalnız bir kadın
Soğuk mevsimin eşiğinde
Yeryüzünün kirli varlığını anlamanın başlangıcında
Göğün kederli ve yalın ümitsizliğinin
Ve bu çimentolu ellerin güçsüzlüğünün
“Ah” dedim “Arçil, ben seni o kadarcık sevmiyorum” Açıp uzun kollarımı kocaman
“bak seni ben bu kadar çok seviyorum.”
* Furuğ’un, İran’ın kuzeyindeki bir cüzzamlılar evinde çektiği ve tüm dünyada yankı bulan belgeselin adı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
34 yorum:
Gene hastalıklı, hastalıklı şeyler yazacağım, ne yapayım dayanamıyorum.
Ben erkeklerin sadece üremek amacıyla kullanılması gerektiğini düşünüyorum.
Sonra onları genç kadınlara teslim etmeli.
Ve çocuklar kadın kadına büyütülmeli.
Evin işleri kadın kadına görülmeli.
Hayat kadın kadına yaşanmalı.
Hatta ve hatta erkekler belli bir yaştan sonra, belki üremeye bile yaramadıklarında ve artık sadece arızaya bağladıklarında kafalarına vurulmak suretiyle öldürülmeliler.
ama ben sevgilimin basina bunlar gelsin istemiyorum! genel konusmayin:(
ya da simdilik ..:)
yazin icin ne desem ki endiseli peri? bana cok sey hissettirdi. Ama su yorum yazma olayi bazen sacma ve gereksiz oluyor. Okudugumuz bilinsin, okudugumuz da bizi okusun diye yaziyoruz galiba yorum. ne bileyim sanki hos olmayan biseyler seziyorum ben bunda. Ama icten miyim sana her kelimeyi yazarken? Kesinlikle. Öyleyse sorgulamaya gerek yok... neyse ben biraz huzursuzum sanirim bugün.
sevgiler...
Aslıberry Hanım,
Bazen erkekler bile böyle düşünebilir, biliyor musunuz! Yine de erkeği şeytanlaştırmanın çok da sağlıklı ve doğru bir tutum olduğunu düşünemiyorum. Duygu-yoğun bir tepkisellikten hareketle varılmış bir sonuç bu sizinkisi belki. Değilse, Yeniköylü Tansu gibilerini nereye koyacağız -erkekkadınları yani?
Peri Hanım,
Furuğ yazısına devam edecektim biliyor musunuz! Ne ilginç bir çakışma...
Yukarıdaki iki yorumu yazdım. Yazmam gerekenleri ise yazamadım. Çünkü sizin yazınız boğazıma yumruk gibi oturdu kaldı. Söyleyeceklerim gereksizleşti, silindi.
aslı,
"antonia's line"ı mutlaka izlemelisin, nereden olursa olsun bul ve izle. ömrüm boyunca izlediğim ve asla unutmayacağım üç iyi film varsa biri odur.
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=antonia
O kadar iyi geliyorsun ki geceme okudukça yazdıklarını karanlık azalıyor evimde...teşekkürler...
neden bir huzursuzluk sezdim ?
okurken karanlıkta hissettim kendimi...
Aslı gülmekten öldüreceksin beni.
Tamam öyle yapalım. Hatta Thelma ve Louise olalım; sonunda biz değil, erkekler ölsün. Biz sonsuza kadar mutlu yaşayalım:)) Sanırım hoşlanmadığım kadın karakterleri daha çok Aslı. Nedenleri filan var kadınların da böyle yapılanmalarının, evet ama öldüreceksek, ben kadın kotamızdan da bolca tüketmek isterim.
Sevdiğim erkekler de çok fazla. Şimdi burada böyle yazdım ve eski eşimle başka hikayelerimizin yanında bu gayet şeker bir öykü sayılır, ama bu benim hatasız olduğum anlamına gelmez. Hem bedel ödemeye pek yatkın olan eski eşim kendini hatırı sayılır şekilde cezalandırdı. Bunun kimseye, en azından Arçil'e hiç mi hiç faydası olmasa da, takdir etmeliyiz. Ama zaten ben uzun zamandır düşünmüyordum onu. Ölünce içimdeki huzursuzluğu, üzüntüyü nasıl değerlendireceğimi bilemedim. Tuttuğum yas filan da tuhaf oldu bu nedenle. Ben kendimi şunla bunla oyaladığım için bir gözyaşının ne zaman geleceğini hiç kestiremiyorum. Bora ile çocuklar, doğumları filan hakkında konuşuyorduk galiba. Ara bir konuydu, işimize gücümüze bakacaktık. Öylesine hazırlıksızdım. Hüngün hüngür ağlamaya başladım. Çünkü Arçil'in doğmunuda hastanede refakatçi olarak kızkardeşim ve eski eşim vardı ve ikisini de bu yıl kaybetmiştik. Bora, kalemzede gibi soğukkanlılığı aşırı duyarlılığından gelen bir tonla açıkladı her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu. Bir kitap çözümlemesi yapar ve karakterleri analiz eder gibi ortaya serdi her şeyi. Hayat böyle çözümlenince çok basit ve çok da kıymetli. Acı çekeceksek, kederleneceksek, bunu da tasarruflu bir şekilde pay etmeliyiz. Artık geçmiş için üzülmek istemem. Ben Kalemzede'nin sana verdiği öğüde sonuna kadar katılıyorum. İnsan geçmişten yakasını kurtarmalı. O nedenle bir kitap karakteri olsa gayet sevebileceğim eski eşimi, davranışları kendinden bağımsızmış gibi değerlendiriyor ve onu, bu şekilde bağışlamanın yolunu bulmuş olarak zihnimin bir köşesinde uyutuyorum. Bu aslında kendimi de bağışlamak oluyor ki gayet iyi bir sonuç bu.
Ben aslında Furuğ yazmak istemiştim. Kitap anı yazıyorum ya, Furuğ öyle bir döneme denk geldi, iyi oldu, yakıştı. şunu da atlamamak lazım, yazarken asabım bozuldu, çok ağladım.
Sımsıkı sarılıyorum sana. Yaman'ımı öpüyorum. Mehmet'e de çok selamlar.
endiseliperi
Evrim,
belki koca olmakla sevgili olmak arasındaki fark nedeniyledir bu:)
evlenmemeyi becerirseniz belki hep öpülesi bir sevgili kalabilecektir. bu tabi, çift taraflı. sen de sevgili olmalısın ki bu kızlar için nedense daha zor. ben de bazen yapıyorum ve kendimden nefret ediyorum, bir eş gibi konuşuyorum sevgili gibi değil de. Bu iyi değil. sevgili olmayı hiç unutmamak gerek. doğrusu ben evliyken hiç evliliğe benzemiyordu o yaşadığım şey gerçi ama... neyse bu da müthiş uzun bir sohbetin başlangıcı.
sevgilerimle.
endiseliperi
Neden eski insanlar yok diyoruz artık biliyormusunuz ya da ben öyle inanıyorum..Eskiden insanlar özellikle çocuklar kalabalık ortamlarda büyütüldükleri için insan ilişkileri daha güçlü olurdu..Yoldaki teyze kendi teyzesini hatırlatıyor diye koluna girerdi,otobüste yer verdiği yaşlı adam dedesi olurdu bir süre..Ne zaman ki teyzeler,halalar ortalardan çekildi kendi hayatlarına, insanlarda değişti..Uzun süredir kendi aileme uzak büyüttüğüm çocuğumun en büyük lüksünün anneannesi ve dedesiyle beraber yaşaması (yani sık sık görmesi) olduğunu keşfettim..ama biraz geç! Sonra bu yalnız büyümüş çocuklar toplumdan öç almaya çalışıyor yeri ve zamanı geldiğinde.
Komün olarak yaşanmasın tabii ama yine çocukları evlerde kadınlar ve kalabalıklar büyütsün..yalnızlık değil.
metin bey,
siz hep yazı vaatlerinde bulunuyorsunuz ve insanlar sizi eleştiriyor, değil mi? ben eleştirmiyorum. çünkü yazıp okuyan biri her şeyi bir ara düşünmüş, kurgulamış oluyor. geriye sadece hatırlamak kalıyor. siz o nedenle hep "böyle bir şey düşünmüştüm; paylaşırım sizinle de" diyorsunuz, ama bu blog alemindeki konular da öyle çeşitli ve hızlı ki bir türlü yetişemiyorsunuz. değil mi? Furuğ için, evet, yazıyorlar. Çok güzel, sevdiğim bir yazı yazmış olan bir kızarkadaşım vardı. çok da güzel şiir yazardı. ama müthiş, müthiş kırıcı bir şey yaptı.
benim furuğ'um zihnime öyle acı, öyle güzel, öyle kederli, öyle lezzetli, öyle b.ktan, öyle şahane anılarla üşüşür ki... furuğ, öyle,
"aa mersi, yazın tabi, iyi olur" deyip geçiştireceğim bir şey değil.
yazarken ağladım, okuyunca da yutkundum. hımm, evet, acıklı bir yazı olmuş.
sevgilerimle
endiseliperi
kalemzede,
size de merhaba:))) yeni yerinize uğrayacağım. çok sevindim. eski sitenizdeki kişisel yazılarınızı buraya koymayacaksınız sanırım. oysa onlar ne güzeldi. ben de, tanıyorsunuz ya beni, o yazıların sıcaklığına kapılıp gidiyorum. metin bey'in sitesinde, knz hanım'a verdiğiniz yanıtı okudum, çok hoştu. ben dün mithat cemal kuntay'ın üç istanbul'una başladım. 93 muharebesi ile açılışı yaptım. diyor ki,"... muhacir, gideceği yer olmadan biteviye yürüyen hayalettir.." ne güzel, değil mi? orhan pamuk'un cevdet bey ve oğulları'nı düşündüm okurken. siz tabi yeni sitenizde bunları yazacaksınız. belki ahmet midhat efendi'nin, felâtun bey ile râkım efendi romanını okumalıyım önce.
hımm...
neden bana merhaba demiyorsunuz?
endiseliperi
pallas,
teşekkür ederim. biraz damardan olmuş yazı; tekrar okuyunca farkettim. daha zarif olmayı isterdim. evinizde hiç karanlık olmasın.
sevgilerimle.
endiseliperi
Önerilerin icin tesekkürler endiseliperi, dikkate alacagim.
Sevgiler...
mutfak robotu,
insan aslında yazmamalı bunları. ben aslında kıkırdayan, oyun seven biriyim, bu yazılar beni bedbaht biri gibi gösteriyor.
neden yazıyorum, bilmem.
kendimle övünmek için belki de. (ben dostoyevski'nin karakterleri gibi hiç yıkılmam. öldü sanırsın, sesimi duyarsın. kendimle ve her şeyle dalga geçerim. her şeyin saçma olabildiği o noktayı görebiliyorum.)
kör kuyulardan çıkmış olmakla övünüyorumdur belki.
belki bora'nın dediği gibi gerçek acılar dillendirilemez. belki gerçekten acı çekmemiştim. (acıyla samimiyetle yüzleşme hasleti yok belki ben de. o nedenle yazabiliyorumdur. bunu ben diyorum, bora, değil:))
ama evet, sizi anlıyorum, huzursuz edici bir yazı. kendinizi beni anladığınız için karanlıkta hissettiniz. teşekkür ederim bunun için.
endiseliperi
ece'ciğim hoşgeldin,
ne romantik, hoş bir kızsın sen. eski türk romanlarındaki trajik karakterler gibi kederi çağırıp duruyorsun. insan seni kollamak gerektiğini düşünüyor. neden beni tedirgin ediyorsun?:)) kapılıp gidiverecekmişsin gibi. senin akıllı bir kız olduğun çok açık. siyah eve filan gitmeyeceksin tabi ki. ışıl ışıl, kahkaha dolu bir evin olacak.
sözcükleri sevmek,iyi bir şey, çok renkli, insan gerçekten de öyle bir erkekle hiç sıkılmıyor. suskun olsa bile.
ben diyorum ya, hiç anlamam bu işlerden gerçekte. öğüt de vermemeliyim sorumluluk alıp. trajik şeyler çeker beni de. risk filan alırım. bu kötü bir huy. çok meraklı olmak filan.
şimdi iyiyim.
endiseliperi
a.krep
ne kadar haklısınız, ne güzel demişsiniz! ben de babaannelerin, büyükbabaların olduğu evlere bayılırım. ne bereketli olur, ne huzurlu büyür o evlerde çocuklar. eski eşimin annesini böyle düşündüğüm için ankara'dan istanbul'a, bizimle yaşamaya davet etmiştim ben de. öylesine hoş bir hanımdı ki. 85 yaşındaydı ve bu sabah ne güzel görünüyorsunuz dediğimde, yüzü kızarır, utanarak gülümserdi. arçil çok küçük, o da çok yaşlıydı. maalesef bir sabah ezan okunurken kaybettik onu. istediği mezarlığa, istediği törenle gömdük. yaşasaydı, eminim her şey çok farklı olurdu.
ama tarih tekrar etmemeli, zaman yeni şeyler getirmeli. artık nüfus arttı, evler küçüldü. o sevdiğimiz devasa mobilyalarımız için de yer yok. ailelerimizin küçülmesine ise engel olamayız. doğru değil engellemek akışı. geçen zamanı sevmeliyiz.
sevgilerimle.
endiseliperi
metin bey,
upuzun yazıp öyle kırpmışım ki, abuk sabuk bir şey olmuş size verdiğim yanıt. koç burçları böyledir işte! bir soru sorun -hatta sormasanız da olur, o yine de sizi sormuş varsayarak- anlatsın dursun ilgili ilgisiz ne varsa:)
ben nasıl dümdüz yolları engebeli hallere getiriyorum görüyorsunuz. ne gereksizce yoruyorum hayatı, anlatamam böyle:))
uğramanıza çok seviniyorum. furuğ yazınızı elbette iple çekiyorum. yazılarımı okurken boğazınızda yumru filan olmasına da çok seviniyorum. daha acıklı yazacağım gelecek sefere, ağlayacaksınız:))
sevgilerimle.
Asortik Krep'in "çocukları evlerde kadınlar ve kalabalıklar büyütsün..yalnızlık değil." sözü ne kadar doğru ve ne kadar güzel! Ama ne yazık ki gerçekçi değil. Yalnızca geçip gidene duyulan özlemin, bir daha hiç gelmeyecek'in hayalinin umarsızca ifadesi.
Bilineni ilan ettim sadece. Affola.
Yaw neden ismimden link veremiyorum artık?
Peri Hanım,
Önceki yorumunuza cevaben:
Evet, artık yetişemiyorum. Ruh halim de dalgalı üstelik, telaşem de bir hayli fazla ve çeşitli. Düğüm oluyor, kıvranıyorum.
Sonraki yorumunuz için:
Bi tuhaflık hissedip baktım da, evet, yanılmamışım; sizinle ilk Furuğ yazımı yayımladığımda tanışık değilmişiz. Önce sizi oraya davet edeyim, ister misiniz?
http://jazzetta.wordpress.com/2006/07/18/nigah-kun-ki-mum-i-seb-berahi-ma/
Ek:
Ağlayabilirim ben, evet. Ama ağlamak sadece ağlamakla mı olur?! Boğazdaki yumru daha fena!
O yazımda Furuğ'la ilgili olarak kendim birşey söylememişim. İran ve Farsça sevgimi dile getirip sözü sevgili Onat Kutlar'a bırakmışım. Yeni yazıyı yazarsam kendi sözümü söylemiş olacağım.
ben de bir şeyler söylemek istiyorum (hem sana, hem kendime)... olmuyor...
benim blog'UM yok ama sizi okumayı seviyorum ve ilk defa birine yorum yaptım ve cevap geldi evet sanırım bunların hepsi yazdıklarınızdan aldığım enerji ile oldu..teşekkürler...
teşekkür ederim, ece, beni anladığını tahmin edebiliyorum.
endiseliperi
metin bey,
kötü bir kararla beta blog'a geçtim. her şey altüst oldu. ben bile anonimden yorum bırakabiliyorum kendime. bir bilene soracağım uygun bir zamanda ama hiç vaktim yok. düzelir yakın zamanda.
endiseliperi
İnsan bazen kafasındakilerin tamamını doğru aktaramıyor yazdıklarına ..Gerçekçi olmadığını bende biliyorum ..sadece dikkati çekmek istediğim yalnızlık kolay değil.Ne yaşta olursa olsun.Bu da ergeç insanların davranışlarına yansıyor !
pallas,
burası, okumaktan keyif aldığınız sürece sizin de eviniz sayılır. hiç çekinmeden görüşlerinizi payşırsanız asıl ben sevinirim.
sevgilerimle,
endiseliperi
a.krep,
ben seni çok iyi anladım. anlattığın dünyayı da gayet iyi biliyorum. insanın tüm çabası, tüm bu aşk, evlilik, çocuklar şu bu, hep o devasa yalnızlığımızı yok etmek için. bu çok belirleyici bir şey. özlemini duyduğun şey, öyle güzel ki.
teşekkür ederim. sevgilerimle,
endiseliperi
"insanın tüm çabası, tüm bu aşk, evlilik, çocuklar şu bu, hep o devasa yalnızlığımızı yok etmek için."
Ya tersi olursa, oluyorsa? İki (üç, dört, ...) kişilik yalnızlık daha zor. Dönülmez yollara sapmamak lazım.
Diyorsam da ne fayda!
herkes dönülmez yollara sapmalı, metin bey. bedeli neyse de ödemeli. bunun başka yolu yok. (yoksa duvar kenarından yürüyen o tertemiz korkaklara döneriz. tanrı bizi onlardan korusun.)çok kişili yalnızlık durumlarını azaltmak-yoketmek için eni konu mesai harcamak gerek. görevimiz buymuş gibi. ortak konuları, zamanı, mekanı bilinçli bir şekilde oluşturmak ve hassasiyetle üzerinde çalışmak. ben öyle biri değilim ama yapılmak isteneni sezer,iyiniyetle uyum gösteririm. bunu yapmak, yalnızlar çetesinin erkek üyesine düşer genelde.
anlatamadım.
endiseliperi
"Diyorsam da ne fayda!" demiştim, gözünüzden kaçmış olacak sevgili Peri Hanım. Evet, "tertemiz korkak" olmak istemedim hiç, sanırım da olmadım.
Yorum Gönder