Çarşamba, Ekim 18

BİR TUHAF KİTAP ANI- ŞİMDİ
Bitik Adam- Thomas Bernhard
Arayış-Cortazar


uçuca bütün parklar, bütün parklar uçuca...

Kanepeden hasta hasta kalkıp (azıcık nezleyim ama çok nezle olmak ve film izleyip kitap okumak istiyorum... evet evet, zamanı bunlara cömertçe sunabilmek için olduğumdan biraz daha fazla hasta olmam, vicdanımı çok rahatlatacak:), daha önceki tembelliğimin bedelini ödemek üzere sol taraftaki kitaplığın sağ alt rafına gidip Cortazar kitaplarını çıkarttım. Sahneye koyu bir fincan kahve ve kısa Marlboro paketi de yakışırdı aslında, ama ben tabii defalarca belirttiğim için biliyorsunuz ki sigarayı bıraktım ve tek zararlı alışkanlığım olan kahveyi de çok tasarruflu içiyorum.

Sabah film izlemek için kapattığım sarı perdeleri azıcık açtım. Dışarıdaki rüzgarı, soğuğu görüp, evde olduğum için mutlu olayım, diye. Yeşil çayımı hazırladım. Kitapları tek tek açtım. Öykülerin solgun bir anısı kalmış sadece zihnimde. Ama örneğin İzmir'de okuduğumu, birisine heyecanlı heyecanlı öykülerden, aman efendim Cortazar'ın ne muhteşem bir yazar olduğundan bahsettiğimi, o zaman parçasını, yeri, geceleri İstanbul Boğazı'na hiç benzemeyen Körfez'in ruhsuz karanlığını hatırlıyorum. Daha o zamanlar İstanbul Boğazı'nı görmemiştim ve bir kentin ne büyüleyici olabileceği hakkında hiç bir fikrim yoktu. Gerçi, dedim, biliyorsunuz, İstanbul benim şehrim filan değil. Keşke bir şehre bağlılık geliştirebilsem. Ben, kendi evine sımsıkı kapalı ve bağlı biriyim.

Şimdi efendim, bir çeviri şahaseri olarak "Uçuca Parklar"ne güzel durmuş, ne çok yakışmış. Benim elimdeki Can Yayınları'ndan çıkan kitapta Tomris Uyar çevirisi ile aynı öyküye(öyle olmalı) "Parkların Sürekliliği" denmiş. Uçuca Parklar daha güzel geldi ve nedense ben İsmet Özel'in "Uç benim boynumun güvercini" dizesini şarkı gibi söylemeye başladım. Tina sehpanın köşesinden gelip laptop'ın klavyesinin üzerine tostoparlak oturdu bunun üzerine. Normalden en ufak sapmayı istisnasız kullanan, eğlence için doğmuş bir kedi şu bizim Tina. Tam 2 gündür yaş mama vermiyorum. Kuru mamasını daha çok yemeli. Kilo alması için ki gerçekten daha ağır, tüyleri de daha parlak şimdi. Bir takım yerlerdeki kelleşmeler ortadan kalktı gibi. Sanırım sürekli okşanabilme olanağı ile birlikte Tina neredeyse bir prenses zarafetine kavuştu. Gururluyuz. Uçuca Parklar öyküsünde kahraman'ın okuduğu kitap, gerçekten de yazılmış bir kitap mı? Yoksa Cortazar'ın kurgusu mu? İlk satırlar bana Anna Karanina'yı anımsatmıştı ama orada intihar vardı, hançerle öldürülme yoktu.

Cortazar'ın Uçuca parklar öyküsü değildi anımsamak istediğim. Araştırmalarımı bir Komiser Maigret (ki her zaman ve bin kere tercih ederim tüm dedektiflere!) titizliği
ve gönüllülüğü ile derinleştirdikçe gördüm ki benim hatırlamak istediğim öykü, Ayakizlerinde Adımlar kitabında, Arayış adlı son öykü. Demeye çalıştığım caz müzisyeni de Charlie Parker. Kitap Metis Edebiyat'tan yayınlanmış. İspanyolca'dan çeviren, Arzu Etensel İldem. Bu ayrıntılar, eğer aynı kitabın aynı yayınevinden çıkan kopyası varsa elinizde, sayfa 120'de, "Tamam, kabul, fakat önce Bruno'ya metroda olanları anlatacağım." cümlesi ile başlayıp devam eden bölümü bulmanız için. Şimdi ben Bitik Adam'ı okuyorum ve Cortazar'ın yıllar yıllar önce okuduğum bu öyküsünü hatırlıyorum ve sevinç içinde kalıyorum. Tina'nın karşısında -ki artık elbette klavyenin üstünde değil, koltukta- sevinç yumağı olarak, zihnimin, hiç de disiplinsiz ve dalgın ve uçucu olmayıp; tehlikeli kuyular, nemli, karanlık, ürkünç labirentler, ucube yaratık ve tuhaf olayların tıklım yıkış olduğu bodrum katları vs'den başka, sizin de farkedeceğiniz üzere, ışıl ışıl, dosdoğru yolunda, güvenli çağrışım kanalları da var. Eğer iki kitabı da okumuşsanız göreceksiniz ki iki kahraman da düşünmek yerine olayları zihinlerinde yeniden sahneliyorlar ve bunun adına düşünmek diyorlar ( düşünmenin ne ve nasıl olması gerektiği benim içinde bir sorun ve bu iki kahramana katılmak istiyorum eğer aralarına beni de kabul ederlerse) ve bence ikisinin de zamanı bir mesele olarak değerlendirmeleri söz konusu.

Beni sandığımdan daha hasta buldunuz şimdi. Hayır hayır, henüz hiç ilaç içmedim. Birazdan eczaneye gidip lens solüsyonu ve eczacının önereceği bir ilacı alacağım ama. Yandaki markete de biraz meyve, yumurta ve süt için uğramalıyım. Çünkü kavanozda kahvelerimin eşlikçisi kaya kurabiyesinden hiç kalmamış. Ben en nefis üzümlü kek tarifini ararken sizi, intihar için güzel bir açıklama olarak düşündüğüm Bitik Adam'dan bir-iki cümle ile başbaşa bırakıyorum.

"Wertheimer kendini öldürmek zorundaydı, dedim kendi kendime, bir geleceği yoktu. Kendini sonuna kadar yaşamıştı, varlığını sona erdirmişti."

(Evet evet, bu İncil'deki, "yaşamayanın elinden hayatı alınacaktır", sözünü akla getirmiyor değil... Poe'yu anımsardık böylece biraz da ama haklısınız, ateşim çıktı, biraz da üşüyorum, ben biraz dinleneyim.)

Hiç yorum yok: