Cuma, Aralık 29

josef frank's-paradise wallpaper

AN'LAR
YAZGILARIN TABLETİ

Avukatlıktan nefret ediyordum. Ankara'da çoğunluk işleri icra takibi olan küçük bir büroda çalışıyordum. Sabah doğrudan adliyeye gider, evrakları dosyalarına yerleştirir, haciz taleplerini açar; öğleyin de icra memuruyla hacze çıkardık. Yorucu ve yıkıcı hacizlerden sonra büroya gelir; işlemleri dosyalarına kaydeder ve ertesi günkü dilekçeleri yazardım. Çok yoruluyordum ve yanında çalıştığım avukattan üç kuruş para alıyordum. Üstelik, dedim ya, avukatlıktan nefret ediyordum.

İstanbul’a gelmiştik birkaç günlüğüne; gazeteci arkadaşım dedi ki, “Madem öyle, neden gazeteci olmayı düşünmüyorsun? Yazı yazmayı seviyorsun, bence mükemmel olur.” İnsanın severek yapabileceği bir iş inanılmaz bir fikirdi benim için. Olur mu ki öyle bir iş!? “Bak”dedi, “şu kağıda yazıyorum, Ankara’da yanına gideceğin kişinin adını. Ben telefon da açar kendisinden randevu alırım senin için.” İsmini söyledi arkadaşının ve söyler söylemez odanın içinde sebepsiz bir rüzgâr esti. Kalbim çarpmaya başladı ve ismi görmek için masada yazan arkadaşımın omzunun üstünden kağıda baktım. Beyaz kâğıt üstüne simsiyah lekelerin oluşturduğu ismin, yazgımın diğer adı olacağını nereden bilebilirdim?

Ankara ofisi, derginin siyasi odaklı haberleri ve Ankara’da haber değeri olan ne kadar dramatik olay olursa işte, onları derleyip toplayıp İstanbul merkeze göndermek için oluşturulmuştu ve hummalı bir çalışma içindeydiler. 23 yaşındaydım; ne yapmam, ne olmam gerektiği konusunda kafam karmakarışıktı. Odasına girdiğimde heyecandan ölmek üzereydim, ama belli etmemiştim. Utangaçlığımı ve fazla heyecanımı her zaman yaptığım gibi soğuk ve kibirli bir suskunla bastırmıştım. Vişne çürüğü paltom ve yemyeşil şapkamı çıkarıp yanımdaki koltuğa bırakmış ve adama bakmıştım. Orta boylu, yapılı, saçları kırlaşmış, bıyıkları sigara sarısı içinde, zeki, canlı, sıcak bakışlı gözleri olan, babacan biri. Dirsekleri yamalı kadife ceketi, kareli gömleği ile tam gazeteci. Bana nezaketin gerektirdiği kadar ilgi gösterdi ve yoğunluk staj için eleman alınmasına izin vermese de yardımcı olabileceğini söyledi.

Daha sonraki günler Ankara’da haber değeri olabilecek ne varsa götürdüm ama işe yaramadı. Her seferinde en fazla 10 dakika kalıyor haberi anlatıyor ve olumsuz yanıt alıp geri dönüyordum.

Sonunda müthiş bir haber yakaladım. Şimdi net hatırlamıyorum. Eski patronum anlatmıştı. Türkiye’den Gürcistan üzerinden Ermenistan’a silah sevkiyatı yapılmaktaydı ve Azerbaycan müthiş rahatsızdı bundan, falan filan. Haber kaynağım nedense suçlu olarak Gürcistan’ı gösteriyordu (Belki Abaz olduğu için). Haberi yazıp dergi binasına gittim ve paltomu bile çıkarmadan yazdığım özet haberi okudum. Başımı ona çevirdiğimde gözlerinde muzır bir bakışın, dudaklarında bir kahkahanın dolaştığını gördüm. “Baltayı taşa vurdunuz” dedi kahkahasını tutamayıp, “Ben Gürcüyüm”. Birlikte güldük buna. Başını eğip baktı gülümseyerek; belki ilk kez gerçekten baktı.

Bu bakışta, ciğeri beş para etmez sefil bir adam olan, (ama o zamanlar ben, anlattığı hikayelere bakarak o adamı çok önemsiyordum) eski patronumun beni etkilemek için bu kadar hikaye yumurtladığına göre, beni ne kadar taciz ettiği bilgisi vardı . İleride, Komiser Murat Davman kılığına girecek; o ve beni taciz ettiğine inandığı 4-5 kişiyi daha hiç değilse yazarak bir seri katilin ellerine teslim edecek; yazgıların tableti ile öcümü alacaktı.

Önyargılı olarak, güzelliği ile etkileyici olduğuna inandığı küçük yavan bir kızı değil; hikayesi olan, kederli birini görmeye başlayan birinin bakışıydı o ayrıca. O günkü başarısızlığı ile Ankara'yı terkedip İzmir'e gitme kararını aklında dolaştırmaya başlayarak dalgınlaşmış dertli küçük kızı, muhtemelen başını okşayıp avutmak istiyordu.

Ne o adamla evleneceğimi, ne ondan çocuk sahibi olacağımı, ne de türlü kırgınlıklarla ondan ayrılacağımı bilmiyordum dergiyi terk edip soğuk Ankara ayazına çıktığımda... Aklımda varsa yoksa İzmir'in meltemi vardı artık. Ve o da ne kadar kısa sürer, Allahım!

22 yorum:

Nasıl geçti habersiz... dedi ki...

:)) bende safkan bir gürcüyüm.:))

asliberry dedi ki...

Sonra seni gelip İzmir’den alacak ve ilk yolculuğunuza çıkacaktınız değil mi?

Adsız dedi ki...

peri ciğim,
bir biyografi kitabına dönüşüyor bloğun, farkında mısın...

Okuması çok zevkli..

keşke toparlayıp kitap haline getirsen..

teyzenteyfik dedi ki...

2007 dileklerim :
2 (evdeki iki kücük kuzu icin endiselenmeyi birakip, dersleri ve gidisatlarinin cok iyi oldugunu anlatan, mutlu yazilar yaz.)
0 (Sifir hastalik ve tatsizlik olsun evinizde)
0 (Sifir tane kötü haber gelsin evinize, tanidiklarinizdan ve ailelerinizden)
7 (-bu yedi rakamini biraz bölmem lazim. Evet, 2 tane seyehate cik bu sene. Uzun, kisa ya da yakin, uzakligi farketmez. Sen cok keyif al bu iki geziden de, yeter. 1 tane güzel bir gelisme olsun. Su sekilde ki; yani kirginlik ya da küskünlük olan birileriyle barisma bulusma gibi. Hanane 3 tane kismet gelsin. Bunlardan ikisi yüklü para getiren isler olsun. Biri de manevi olarak mutlu eden ama getirisi cok da olmayan bir is olabilir. Ve kaldi bir tane. Yil boyunca, herzaman, 1 tane güzel vakit kalsin Bora ile sana, bunca karmasa ve telasin arasinda da.

Kisacasi, mutlu yillar,
sevgiler.

Adsız dedi ki...

"Bir an önce anlatmak isteyince parmaklarının hızıyla yüreğinin hızı arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışıyorsun. Ayrıca niye lafın tamamını anlatayım ki! Lafın tamamı deliye anlatılır... Anlaşılıp anlaşılmamasını da çok umursamıyorum." demişti... 51 yıla 90 yılı sığdırmayı nasıl becermişti acaba?..

Kızmayın ne olur, bunu merak ettim sadece. Vakitsiz ve gereksiz bir merak işte... Boşverin, duymazlıktan gelin.

Siz, iyi olun, güzel kalın.

ece arar dedi ki...

biraz daha anlat usul usul. ben dinliyorum.

Adsız dedi ki...

Saliha Hanım, neşenizden, iyimserliğinizden, keyif yapmayı sever görünmenizden, yardımseverliğinizden anlamalıydım:) Siz şimdi güzel Gürcü yemekleri de yapıyorsunuzdur... Kişnişli, cevizli...:)

Adsız dedi ki...

Aslı, haklısın ve bravo; yalnız bu ne telaş?:) Üstelik sonu mutlu bile değil... Olaylar olayları kovaladı... Gel zaman.... git zaman...:)

Adsız dedi ki...

Ece, teşekkür ederim. Nerelere koysam, ne yapsam, ne etsem de bu zavallı, elimde şekilsiz bir şeye dönüşmüş hayatım denilen şeye yazık etmemiş olsam diye düşünürken sen kitap yaz diyorsun. Bense raşidik doğmuş çocuğuna bakan bir anne gibiyim karşısında. İçim burkuluyor gerçekten ve kendi başımı okşamak geçiyor içimden.

Adsız dedi ki...

Evrim,
Ne tatlısın! Teşekkür ederim, bu müthiş, içinde isteyebileceğim her şey derli toplu olan bu dilek için. Aynını ben kendime de diliyorum, o halde:)))

Teşekkür ederim, tekrar.

Adsız dedi ki...

Metin Bey ben size hiç kızmıyorum ki. Nasıl kızarım! Bir yönüyle çok benzeşiyorsunuz. Beni tanıdık bulmanızın bir nedeni de bu. Kendi hayatım da dahil, eğer fena hikayesi yoksa, dedikodusunu yapmayı seviyorum işte:))

Adsız dedi ki...

Ece,
burada olman ve paylaşman çok iyi geliyor. teşekkür ederim.

Adsız dedi ki...

Soyumuzda Turkluk, Kurtluk, Cerkezlik, Tatarlik, Ermenilik varmis ben bir de ustune Laz sutu emmisim. Dolayisiyla bizim ailede milliyet ve irk ustune fikralar keyifle anlatilir, herkes birbirine fikralarla takilir. Bu fikra bollugunda benim en sevdigim fikralardan biri, Tokatli bir Gurcu'den duydugum, ne zaman biri "Gurcuyum." dese aklima gelen su fikradir:
Melekler Tanrı'nın etrafina toplanmislar. "Tanrim, su milleti neden yarattin, bu milleti neden yarattin?" diye soruyorlarmis. Tanri da hepsine teker teker cevap veriyormus: "İngilizleri sundan dolayi yarattim, Fransizlari bundan dolayi, Turkleri bu yuzden, Iranlilari, Almanlari su yuzden..." Sonra melekler "Tanrim," demisler, "ya Gurculer, onlari neden yarattin?" Tanri durmus soyle bir. "Gurculer mi?" demis kaslarini catarak. "Oyle bir millet de mi yaratmisim? Onlari neden yarattigimi hatirlamiyorum, getirin bakayim suradan kara kapli kitabimi."

Adsız dedi ki...

Devamı olacak değl mi?

Adsız dedi ki...

Peri Hanımcım; bayramınız şimdiden mübarek olsun..Yeni yıl size ve ailenize bol sağlık bolbol mutluluk getirsin..

Adsız dedi ki...

Eski bir avukata, annesi halen avukat bir kadindan, sevecegini dusundugu bir link:

http://www.drurywriting.com/david/05-SnowmanArt.htm

Cocuk olmasi iyi olmus. Iyi olmus. Yoksa geriye kalan sirf kirginlik olurdu.

daphnevega dedi ki...

Ah ne kadar da güzel bir yazı bu böyle. Şu yorumu yazayım, bir daha okuyacağım.. Mutlu yıllar peri:)

Adsız dedi ki...

lilith,
gürcü ve tanrı diyaloglu fıkralar gerçekten çok fazla. öyle ki gürcistan'ın dillere destan güzelliğinin cennetle karşılaştırılabilir olduğu bile söylenir. ben görmedim. ben kendi memleketime de meraklı olmadığım gibi, hemşehrilerime insiyaki bir yakınlık duymuşluğum da yoktur. ben türk'üm. hatta biraz fazla türk. hiç bir karışım da yok. ve biliyorum ki bu memlekette en az bulunan ırka sahip olan türklerdir ve müthiş bir zenginlik olarak, gürcüler, arnavutlar, kürtler, ermeniler, rumlar da var. türkiye'yi bu haliyle seviyorum ve ırkçılığın her türünü şu yılbaşı günü, hiç aklımda yokken ve öncelikli meselem hiç değilken şiddetle kınıyorum:))) mutlu yıllar.

Adsız dedi ki...

enne,
bu hikayeye öncelik verirsem, bu blogun yazılma nedeninin epey dışına çıkarım. ben bile kendimi tutamayıp, yazayım istiyorum. sanırım ara ara buraya dönecek ve hikayeye devam edeceğim.

teşekkür ederim ilgin için.

mutlu yıllar!

Adsız dedi ki...

pınar hanım,
çok teşekkür ederim. sizin de uzun, sağlıklı, mutlu, keyifli yeni yıllar geçirmenizi dilerim. ufaklığı öperim.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

sevgili elif,
bütün bu pozitif yaklaşımınızla ne şekersiniz! evet, iyi ki çocuk olmuş, iyi ki onu unutmama, ondan nefret etmeme bir engel çıkmış!:)) şu an bakamıyorum ama en kısa önerdiğiniz linke bakacağım.
mutlu, keyifli yıllar! ufaklığı öperim.

Adsız dedi ki...

ayşe, teşekkür ederim:)çok seviniyorum övgü dolu sözler duyunca:)

sana da mutlu, sevinçli, sağlıklı yıllar!