Çarşamba, Şubat 28

das leben der anderen
başkalarının hayatı



Bora ucuz işlere prim vermez. Sinemada da öyle; kandırmacaya gelemez, yok sayar. Ben öyle değilim; Edward Norton'a aşık olabilir, Julia Roberts'a katlanabilirim. Bora'nın filmleri, sevdiğimiz tür olsun olmasın her durumda bir standardın üstündedir. Aldığı filmlerden birini izledim az önce. Nefisti; çok ama çok iyi bir filmdi. Bora, başkalarını dinleyen, izleyen insanların psikolojisi ile çok ilgilendiği için filmi tereddütsüz aldığını söyledi. O henüz izlemedi filmi, çalışıyor. Ama izlediğinde çok sevecek, çünkü film tam da bir istihbarat görevlisinin bir oyun yazarı ve sevgilisini dinlemesiyle yaşadığı değişimi anlatıyor.


Ulrich Mühe'nin oyunculuğu harika.

Film 1984 Sonbahar'ında, hükümetin insanlar üzerinde çok sıkı denetim ve gözetim kurduğu Doğu Almanya'da geçiyor. Hiçbir özgürlük yok. Evlere dinleme cihazı yerleştiriliyor, insanlar yok yere hapislerde çürüyor, işkence ile ifade alınıyor. Sanatçıların özgürce kendilerini ifade edebilmeleri ise mümkün değil. Tamam tamam, buraya kadar anlattıklarımdan sıkıldınız ve "ne var yani, hayatımızın sıradan hikayesi," dediniz. Haklısınız. Filmi iyi yapan, özgürlüğüne kavuşmadan birkaç yıl önceki bir toplumun trajedisini anlatmak değil; bu atmosfer içindeki, bireysel görüntüler. Her durumda insana güven duymamız; her ne kadar bambaşka yanlış yollarda ısrar etmiş olurlarsa olsunlar, onların birgün doğru olanı yapma yetenekleri olduğuna inanmamızı anlamak için belki de böylesi bir baskı atmosferinin seçilmesi gerekliydi.



Filmi iyi yapan bu da değildi. Görevine sıkı sıkıya bağlı, sert, hayatını, tüm solukluğuyla mesleğine adamış bir istihbarat görevlisinin, izlediği hayatla kendi hayatının değişiminin anlatılmasıydı. Yönetmenin, sade, sakin, incelikli anlatımıydı. Özellikle Ulrich Mühe'nin muhteşem oyunculuğuydu. Başkalarının hayatını izlemek, seyircisini de değiştirir ve bazen seyirci oyuna müdahele eder, onu yönlendirir. Bu müdahale insan olmanın ya da insanın Tanrı'ya öykünmesinin en doğal sonucu belki de. Gözüyaşlı duygusallığa yer vermeyen sonu ise gerçekten harika.

Florian Henckel von Donnersmarck'ın ilk uzun metraj çalışması. Takip etmek lazım, bakalım bundan sonra nasıl bir film çekecek. Film İF İstanbul'da taze gösterilmiş. 4 Mart'ta, saat 21.45'te İf Ankara'da gösterimi var. Ankaralılar kaçırmasın, derim. Ya da hiç olmazsa bizim gibi DVD'den izleyin.

Yönetmen :
Florian Henckel von Donnersmarck
Senaryo :
Florian Henckel von Donnersmarck
Görüntü Yönetmeni :
Hagen Bogdanski
Müzik :
Gabriel Yared, Stéphan Moucha
Kurgu :
Patricia Rommel
Oyuncular :
Martina Gedeck, Ulrich Muehe, Sebastian Koch, Ulrich Tukur

15 yorum:

Donna Quijote dedi ki...

oscar'i da bosuna almamis yani... :)
ben izlemedim henüz, ama sanirim florian henckel von donnersmarck beyler hollywood'da is yapmak isterse bundan sonra, adini kisaltmak zorunda kalacak.

Adsız dedi ki...

bu film, kasım'da a.b. festivalinde oynadığında yoğun program arasında sonra vizyona gireceğini gördüğümden ertelemiştim. bu hafta başladı. bu hafta oscar aldı (ki çok iyi olduğunu bildiğimden bundan emindim, genel pan's lab. tahminlerine rağmen). ve bu hafta bir de burada yeraldı.

sevgili yönetmen de çok şeker biriydi. kısaltmasın ismini, isimler kısaltılmasın zaten. bakınız, formasının arkasında vennegoor of hesselink yazan beyefendi.

Adsız dedi ki...

sevgili donna,
daha dün sizi düşünmüştüm desem, çok şaşıracağınıza eminim. evet, ben de daha dün sizi düşünüp bugün sizi görünce şaşırdım. gerçekten.

Utanç verici bir şey, ama ben Don QuiXote'u okumadım. Şu elimde dolaştırdığım, Faulkner'ın Ses ve Öfkesi bitsin, sonrasında onu okuyayım demiştim içimden. Sonra da sizi hatırlamıştım. Blog halinizi değil, henüz MSN Space halinizi... Blog halinizi görmemiştim.

Aa sabah siz gelmişsiniz. Hayat çok tuhaf. Hoşgeldiniz.

Adsız dedi ki...

Simon,
Siz Pan's Lab.'i beğenmedim diye bana küstünüz, değil mi? Halbuki filmden nefret ettiğimi bile söylememiştim.

Değil mi? Peki, düşünüp, bulalım bana küsme nedenlerinizi. Evet, evet içinizde bir kırgınlık oluştu bana karşı, ben anlarım. Evet efendim, taaaa buradan anlarım, öyle bir yeteneğim var.

Hadi barışalım. Sizin için Pan's Lab.'ı ennnn sevdiğim film olarak bile ilan ederim. Sonra bana oralardan ilaç filan gönderebilesiniz diye adresimi de yazarım. Yanında belki çikolata filan da gönderirsiniz.

Derhal benimle barışın, Simon. Derhal kırgınlığınıza son verin. Derhal, diyorum.

:))

Eh, bu kadar korkuttuğuma göre barışmışsınızdır benimle artık.

Sevgilerimle.

filiz dedi ki...

hemen not ettim... en kısa sürede izleyeceğim....
biz duru kızı bırakıp pek sinemaya gidemiyoruz eşimle genelde evde açığı kapatmaya çalışıyoruz....
ilk zamanlar çok özlüyordum sinema atmosferini ama şimdi alıştım hatta rahatlığını sevdim bile sayılır...
tek sorun zamanı ayarlamak
onu da ite kaka hallediyoruz...
sanırım bloguma uğradınız çok memnun oldum.
kızımı sevdiniz mi
çok şekerdir bebeğim
:)

miso dedi ki...

umarım bulup seyrederim. bu aralar overdose Hollywood oldum. Kusucam nerdeyse:(

Adsız dedi ki...

filmi beğenmediğiniz için küsmek mi? daha neler.. ortaokulda kaldı öyle şeyler. hem çok özel bir film olsa neyse. öyle bir film de değildi.
ama korktum tabi. emir demiri..

Adsız dedi ki...

Filiz Hanım,
Evet gerçekten de çok şeker kızınız. İsmi de dediğim gibi çok yakışmış. Hangi ada burası? Marmara adalarından biri mi? Yoksa şahsi bir ada mı, kastettiğiniz gibi?:)

Sevgiler, ufaklığı öperim.

Adsız dedi ki...

Simon, Sevgili Simon, korkmayın lütfen. Benim kimseye bir zararım dokunamaz. Gerilmiş, sonhız gerilemiş; küçük, şeffaf, zar gibi ipincecik bir şeye dönüşmek istemiş biriyim ben. İçi içini yiyen bu arada. Yiyerek yiyerek azaltacağına çoğaltmış dertlerini. Bir peri değil de- ki en çok kilit perisi olmayı isterdim, sürekli kendine kapanan- çok aptal bir denizartı gibi bazen. Küçük dalgacıklarla hobbidi hobbidi, bir hobbit kadar küçük ve şaşkın ve kötülüğü bilmemekle ünlü. Gördüğüm o, içerden içime bakarken.

artık ben nasıl bir "sen"le mıknatıslanmışsam, işte sen de cevaben o kadar hazırlıklı, böyle senli benli, sorsan ki Pan's Lab.'i sevmiş miydin? içim o fantastik dünyanın da oyunbazlığından ve sınavlarından ürkmüş, o gerçek dünyanın şiddetinden dehşete düşmüş, o küçük kız için çaresizce üzülerek,-sonuna da inanmadım üstelik- böyle üzüntüden midem bulanarak, "hayır, sevmedim" diyeceğim yine.

Diyeceğim, çünkü hazır emir demir'in yarattığı zaafın da farkına varmış durumdayız ki, bunu sömürürüz sonuna kadar. O kadar iyi değilmişiz, demek ki? Kötülüğü bilen iyilerin her zaman rollerini unutma tehlikesi vardır ne de olsa, diyerek sevgilerimi iletiyorum.

Adsız dedi ki...

denizartı olur mu akıllım, denizatı o. hala duruyor mu o bar kordon'da?

Adsız dedi ki...

Miso Miso,
eh, evet çoğu kez bana da gına gelir. Evde ilaç niyetine bulundurmak gerekir "iyi" filmlerden.

filiz dedi ki...

aslında çok şahsi bir ada değil ....eskiden kıyı da köşe de içimi döker çok yakın arkadaşlarla paylaşırdım hissettiklerimi
şimdi herkesle...:)
sanırım hem yalnız olmayı istemek hem de yalnızlıktan korkmak gibi birşey bu...

Adsız dedi ki...

Bizim evde, DVD'de duruyor bu film. Bir turlu seyredemedim yaaa.... Cok iyi oldugunu tahmin ediyorum. En kisa zamanda..

Pan'in Labirenti'ni yeni seyrettim. Herkes o kadar buyutmustu ki, belki onun da etkisiyle, sadece sevimli buldum ben. Begenmek, begenmemek bile degil. Klasik Avrupa filmlerinin dustugu tuzaklara dusen, ama sevimli bir film... Brian cok begendi.

Donna Quijote dedi ki...

sevgili endiseli peri.

hosbuldum. :)
ama msn space halimden söz edince sasirdim. "o" hal benim degil, yine de meraklandim dogrusu.

don quijote'a gelir umarim bir gün sira. :)

hayat tuhaf sürprizler yapiyor hakikaten de.

sevgiler

Adsız dedi ki...

Donna,
peki nereden uyduruyorum ben?:)
Sizin bir de erkek arkadaşlınız vardı sanki, onun da space'i vardı... hımm? yok muydu? hay allah. Ben sizi öyleyse nereden tanıyorum ve o gün aklıma bir anda düşmenizin manası ne!? Aman yarabbi! :))

Buraya gelmeniz ilahi bir gereklilikmiş demek ki. Bakalım, ilerde göreceğiz bu gerekliliğin nedenini?:))

Sevgilerimle.