Destanlar, masallar, eşkiyalar, Şirinler…
Çocuk masalları uydurmak konusunda hiç başarılı değilim. Bu yüzden kendim anlatmak yerine, Arçil küçükken her akşam masal okudum ona. Beş yaşındayken, okuma yazma öğretmeye bağladığım için hecelerin altını da çizdik. Susam Sokağı, Şirinler, Andersen Masalları, Her güne bir masal kitabından dünya masalları ve daha bir dolu kitap. Arçil dedi ki dün akşam, ben okurken sesimi değiştirip kahramanların sesine benzetmeye çalışıyormuşum ve ta o zamanlar çok sıkılıyormuş bu sese, “keşke dümdüz okusa” diyormuş içinden. Çok şaşırdım, ne diyeceğimi bilemedim. “Keşke söyleseydin, ben de o kadar uğraşmazdım kitaptaki her kahramana uygun ses tonu ve vurgu bulacağım diye” dedim. Benim okumaktan en çok hoşlandığım Pıtırcıklar serisi idi. Arçil'e önce ben okudum sonra o kendisi okudu, hala bayılırız o seriye.
Ben küçükken akşam eğlencelerimizden biri annemin anlattığı destanlardı. Annem, masallardaki kurguyu hiç bozmaz, müthiş belleği o şarkı sözlerinin bir tanesini bile kaçırmazdı. Pür dikkat ona bakan bizlere Karacaoğlan’dan, Dadaloğlu’ndan, Köroğlu’ndan, Pir Sultan Abdal’dan, artık keyfine göre hangisini anlatmak isterse birisinden bir masal-destan seçer, anlatmaya başlardı. Bu masalların arasında türkü de söylenirdi. Mesela kötü insanların şeytansı planları nedenleriyle birbirinden ayrı düşmüş sevgilileri aşık denilen gezgin şairler (Anadolu’nun troubadur’ları), söyledikleri imalı türkülerle birleştirirdi. Öyle bir türkü uydururdu ki, sevmediği bir erkekle zorla evlendirilen gelinliğinin içindeki kız, sevdiği erkeğin, pınar başında beklediğini bilirdi. Ondan başka hiç kimse anlamazdı bu şifreli türküyü. Kızın pınarbaşına gitmek için uydurduğu yalanlar, kaçış, yüreğimizi ağzımıza getirirdi. İşte annem, masalın eklem yerlerindeki bu türküleri de o güzel sesiyle söylerdi. Genç kızken cura da çalarmış, ama çoktan unutmuş.
Bu destanlar, kötü olan iktidara, devlete karşı çıkan mazlumlar, mazlumların hakkını arayan eşkiyalarla doluydu. Bizim kültürümüzde önemli bir yere sahip olan eşkiyalık, bir tür delikanlılık, sözünün eri olmak, kötüleri dize getirmek, mazlumlara karşı merhamet göstermek, demekti. Ve evet tanrısal adalet er geç tecelli eder, iyiler ne kadar zarar ziyana uğramış olursa olsun kötüler de mutlaka acımasız şekilde cezalandırılırdı. Tanrı’ya güvenirdiniz ve iyi olmak için çok haklı nedenleriniz olurdu.
Çocukken bayramlarda ya da yaz tatillerinde gittiğimiz köy, artık düşüme bile girmiyor. Tepeye doğru bir yokuş çıkılır ve geniş verandalı taş eve ulaşılırdı. Arkası incir, nar, dut ağaçları ile doluydu. Sağa doğru giderseniz Çataltepe’ydi orası. Makilerden bir orman. Biraz uzakta, tepenin hemen altında bir köy vardı. Yanımdaki büyük kim, hatırlamıyorum, çok küçüktüm, güneş gelmesin diye bir eliyle gözlerine siper ederken, diğeriyle köyü gösteriyor. “ O köy de" diyor “Yaşar Kemal’in köyü. Bizim tarlalarda da çalışmış, pamuk toplamış. İnce Memed’in hikayesi aslında burada geçiyor."
Arçil'le kendimi düşünüyorum. Ne kadar farklı tarihlerden geldik. İnsanın doğurduğu çocuğu ile bu kadar farklı kültürlere sahip olması ne tuhaf. Onun Sim city’de bir eşkıya yaratması kadar tuhaf.
kalemzede'nin çok güzel yazısını okuyunca geldi aklıma tüm bunlar.
Pazartesi, Mart 26
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
Sevgili Peri,
Ne güzel anlatmışsın. Anneni çok merak ettiğimi söylemeden geçemeyeceğim.
Keşke arkadaş olsaymışız o yıllarda. Ben çok rahat masal uydururum, Arçil'i çok eğlendirebilirdim. Ama pıtırcıkla asla yarışamazdım. Çok seviyorum ben onu.
Sevgilerimle
anlatigin koy evi nasil da canlaniyor gozumde Peri. sicaktan isinmis taslariyla ve incir agacinin golgesiyle. binbogalar efsanesini okudugum yaz, O daglarin uzerindeki koydeydim. yasar kemal kulagima anlatiyordu, gercekten de kizgin bogalara benzer daglarda gecen yoruklerin ve koylulerin hikayesini. babama soruyordum burda da oldu mu acaba bu anlatilanlar diye. bir babam anlatiyordu, bir yasar kemal.
simdi hersey o kadar digital ki, anilarindan bahsederken "sim city'nin ilk ciktigi zamanlar" i anlatacaklar cocuklar belki.
bizim masallarimiza mi ozgu acaba sonunda hep adaletin yerine gelmesi, yoksa bu masallarla buyuduk de biz, onun icin mi hep adalet bekliyoruz. bir yerlerde okumustum, dogulu olunca insan adalet beklermis, ozgurluk yerine, batilidan farkli olarak.
butun yazilarini seviyorum ve okuyorum. kendinden birseyler anlattiklarin en sevdiklerim.
ne güzel. çocuklar hep aynı. bizim arçil'de 2-3 lü yaşlarda herşeyi konuşturmamı isterdi. oyuncağını, giysisini, ayak parmağını, masal kahramanlarını. çok hoşlanırdı. 5-6 yaşlarda ise uyarmaya başladı "normal oku, konuşturmadan" diye. abi arçil'deki hassasiyet, kibarlık bizde yok:)daha gerçekçi olmaya geçiş süreci.
sevgilerimle..
okuma yazmayı öğretme taktiği istesem bizim beş yaş fıstığı için?:)
celerone,
evet biliyorum senin güzel masal anlattığını. karşılığında verecek findiğimiz yok ama. gerçi arçil karadenizli (ordu'lu. a, belki siz aynı şehirdensiniz:)ve oradan gelmiş bir kavanoz fındık sembolik olarak duruyor rafta. arçil sana kağıttan uçak yapardı. çocukken de yapardı şimdi kocaman oldu hala yapıp, oynuyor. büyümek konusunda bu kadar ayak sürüyen bir çocuk daha görmemişsindir. lafı şuraya getiriyorum: hala gelip hikaye anlatabilirsin, ben dahil hepimiz zevkle dinleriz.
annem çok yaşlandı artık. hafızası berbat durumda. gerçi yine de, babamla ki birbirlerine hep aşıklardı ya da bunun böyle olduğunu dillendirmekten hoşlanırlar, geçmişten ve şimdiye dair hep konuşurlar.
senin çocuk fotoğrafının pıtırcık ismine benzer bir hali var, dikkat ettin mi? insan o resme bakınca herhalde içinden olsa olsa "pıtırcık" geçer.
sevgiler.
pelin,
ben sonra karıştırdım sandım pelin'leri. yani babası bizim oraları anlatan pelin ile unutmadan yazmayı isteyen pelin başka kişiler, diye. gerçekten karıştırdım sanmıştım. şimdi her şey düzeldi:)
adana öyle bir yer: topraktan çıkan o beyazımsı, damarlı taşlarına çıplak ayak basıp,çılgına dönmüş ağustos böcekleri makilerin arasından bas bas bağırırken, uzaklara baktığınız anda efsaneleri hissedersiniz. antalya'da olimpos civarında öyle bir arazi görmüştük. almayı filan düşünmüştük ama sorunlu muydu neydi, olmamıştı. çok heyecanlanmıştım. çocukluk fotoğrafı ne kadar önemli demek ki. bir bilinç içinde sorsan bana "yok, istemem", derim oysa.
basma entariler içinde, taş evlerin loş içerlerine sığınıp, bir duayı mırıldanır gibi, hatırlamayı istemez miyim!
insan ne karışık.
sevgilerimle.
ece,
boşver öğretme. çünkü arçil'in şu anki eğitim serüvenine bakarsan öğrenmemiş olması gerektiği de çıkar ortaya. arçil diretmişti çok öğrenmek için. ben de çok oyun bilen bir anne değilim açıkçası. akşamları, ya da işe gelip giderken (benim ajans ile onun anaokulu aynı sokaktaydı. şahaneydi)tabelaları okumaktan tut da, 2 şer 2 şer saymaca oyununa kadar oyunlar! oynardık. bir tane dandik, plastik çocuk oyuncağı var hani, üstüne yazıyoırsun, sonra bir çubuğu üstünden geçirince siliniyor yazdığın.... işte onunla heceleri öğrettim. okuduğumuz kitapları hece hece okuduk. harfleri öğretip küçük sözcükler yaptık. küçük cümleleri okuduk. şimdi sırasını tam hatırlamıyorum, ama çok kolay öğrendi. öyle ki, arçil'i almaya gittiğim zaman anaokulu öğretmeni şaşkınlıkla arçil okumayı biliyor, dedi. eh sonra biraz da matematik çalıştık.
ancaaak 1. sınıfta arçil, ukalalık yaptı, çocuklar heceleri öğrenirken sınıfta oyunlar oynadı. öğretmenini de beni de yıldırdı. öğretmeni dedi ki, iyi güzel, okumayı biliyor ama biz imla kurallarını öğreniyoruz, arçil onları bilmiyor, geride kalıyor, ama farkında değil.
şimdi yazısı da, imla kurallarına uyumu da fena değil, ama lüzümsuzmuş erken öğrenmesi. boşver, elvin öğrenmesin biraz daha. gerçi kız çocukları çok çok başka. onlara bir şey öğretmek çok daha kolay. çok uyumlular. onlar da ergenlik döneminden sonra şapşallaşıyorlar/şapşallaşıyoruz ama o ayrı konu.
işte böyle. elvin'e öpücükler.
:) vazgeçtim, tamam.
Yorum Gönder