Salı, Mart 20

Tina işbaşında!


Sabah 6.30'da, çocuklar gözlerini açmaya çalışıp kahvaltıya başladıklarında, Tina da sahnedeki yerini alıyor.

Peter Pan'daki çocukların bakıcısı köpek Nena (?) gibi, dikkatli, meraklı, tabakta bırakılmış bir salam parçası ummak dışında çıkarsız bakışlarla çocukları gözlüyor.

Değil mi, Tina?
Tina, 15 gündür keyifsiz, Bekir Bey. Kucağımıza pek gelmiyor. Gece, Arçil'in battaniyesinin üstünde yatıyor. Ben pek oturamadığım için gün içinde, kucağıma şöyle bir uğrayıp, kalkacağımı hissettiği zaman da umursamaz fırlayıp, bir yastığın üstünde arkasını dönüp oturuyor. Küsüyor. Azıcık tüy dökmeye başladı. Bonnie'nin kokteyl mamasını, Whiskas'ın biftekli kuru mamasına göre daha çok sevdi. Ben de ondan veriyorum, ama vitamin değeri düşük mü, o nedenle mi tüy dökmeye başladı bilmiyorum. Bunun dışında Tina cephesinde her şey yolunda.
Çocuklar, kahvaltının sonuna doğru uyanıp rüyalarını anlatmaya bile başlıyorlar. Kahvaltı sonrası bir telaş başlıyor, banyo sırası, giysiler, düğmeler, bağcıklar, çantalar... Bora bazı günler kahvaltıya geliyor. Karmaşaya katkısı sesiyle oluyor, sessizlik bir anda bitiyor. Durgun suya düşen yağmur damlaları gibi sözcükler, sözcükler, sözcükler... Kapıyı arkalarından kapattığım anda kesiliyor.
Tina, kaloriferin üstünde, bir meselesi varmış gibi dışarıya dalıp gidiyor. Ben yatakları yapıyorum. Konuşmuyoruz.
Elif, birazdan Bach dinleyeceğim. Asabım bozuk değil artık. Ben de piyano dinlemeyi severim. (Müzmin Anonim Bey sevmez ve neden sevmediğini çok güzel açıklar. Ben, insanların, onları farklı ve biricik yapan, diğer fikirleri ve karakter özellikleri ile tutarlı ve kararlı açıklamalarını seviyorum. Fikrinin benim fikrimle uyumla olması önceliğim değil. Beni heyecanlandıran aynı fikirde olmak da değil. Bazı insanların hiç bir ortak noktamız olmamasına rağmen varolması hayatı renkli, sevimli, hoş yapan bir şey. O yorumu bulmak için baktım Metin Bey'in sitesine ama bulamadım. Ben kendi sitesindeki Müzmin Bey'i değil de Metin Bey'e konuk olmuş Müzmin Bey'in sohbetine bayılırım. Elif, bunu size yakın tarihler arasında ikiniz de piyano hakkında fikrinizi söylediğiniz için yazıyorum. Sizin de Müzmin Bey ile kuru gürültüye pabuç bırakmamak, net ve dürüst olmak, huysuzluğunuzun kendinize hep," insanları mı kırsam acaba kendimi mi" sorusunu sordurtması vs nedeniyle bir de, sanırım.)




Düşündüğüm şu şimdi ve birkaç gündür: Zihnimde bir sarkaç iki ayrı fikir arasında sallanıp duruyor. Bazen evde yaşamaktan bunalıyorum; dışarda olmak, işe gitmek istiyorum. Orasının da başka bir ezbere dönüşeceğini biliyorum, ama yine de tek isteğim bu oluyor. Bu durumda eve bir sürü yardımcının gelip gitmesi gerek ki evde yabancı birilerinin olması beni inanılmaz huzursuz ediyor. Sonra birbirimizi daha az göreceğiz, diye düşünüyorum. Ev böyle dilediğim gibi derli toplu olmayacak, yemekler bu kadar güzel ve sağlıklı pişmeyecek... çocukların ihmal edilen meyve tabakları beni dehşete düşürmeyecek!... Hiç öyle pimpirikli biri olmamama rağmen, asabım bozuksa bu noktalara kadar geliyorum. İnsanın daha kaliteli üretim biçimlerini denemesinin çok tatmin edici olduğunu düşünüyorum bir taraftan da. Akşam Bora, bir mesleğe yönelik onca eğitim aldıktan sonra o mesleği yapmamanın tuhaf olduğunu söyledi. Hukuk konusunda o kadar kararlı bir istekte bulunup, okuyup, sonra hiç dönmemecesine ondan nefret etmek gerçekten bir boşunalık, affedilmez bir savurganlık gibi. "Sen 'mesleği' sevmiyorsun" dedi. "Reklamcılığı seviyorum, eskiden gazetede yazı yazdığım dönemlerde de mutluydum" dedim. Lafı uzatmadı, ama reklamcılardan hoşlanmadığını, gazeteye haftada bir yazı göndermeyi de meslekten saymadığını biliyorum.
Neyse. Tina yok ortalıkta. Gidip baktım, yatağın benim olan kısmında dertop olmuş, sımsıcak, derin derin uyuyor. Acaba, diyorum, ben bu aralar hasta olduğum için mi huzursuz oldu Tina? Sonra güldüm bu romantik fikre. Öyle olmadığına eminim.

25 yorum:

Adsız dedi ki...

sevgili peri,
böyle uzun uzun yazdığın zaman günüm birden güzelleşiyor. ben hala senin meslek olarak yazarlığa devam etmen gerektiğini savunuyorum. Bu arada hangi gazetede yazıyorsun?
Tinaya gelince insan bu kedi milletine ne kadar bağlanıyor böyle değil mi? Bizim oğlumuz sancarı hala kısırlaştırmaya kıyamıyoruz aynı huzsuzluklar bizim başımızda da var yani. Sabahın köründe kalkıp sokağa çıkmak istemeler, gidip saatinde gelmemeler... Çapkın bir adam bizimki. Mama meselesine gelince pahalı olmasına rağmen hill's veya iams'i tavsiye ederim. Cidden tüylerdeki değişiklik göze çarpiyor. ,(Ama biraz fiyatlı)
Tinayı burnundan öpüyorum. Kader dişi çıktıktan sonra müstakbel eş olarak biz talibiz oğluşumla.
Keyfinin hep yerinde olması dileği ile...

asliberry dedi ki...

Mart geldi, şu kızı şöyle pencere önü çiçeği yaptınız ya, ne diyim.
Yok daha fazla yazmayacağım.

Köşenin Delisi dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Köşenin Delisi dedi ki...

Tina'yı yumura yumura sevip sıkıştırıp kocccamann öpüp kokluyorum :D

Bu arada ben de çok merak ettim önceden nerede yazdığınızı?? Keşke yine yazsanız diyeceğim, ama zaten yazıyorsunuz... ve Banu hanıma katılıyorum, yazılarınız cidden insanın gününü güzelleştiriyor, kafasını dinlendiriyor...blogunuzu ilk keşfettiğimde arşivinize şöyle bir göz atmış, kitaplarla, okumayla, yazmayla ve kedilerle olan bağınızdan (fotoğrafları da dahil ediyorum buna) çok etkilenmiştim. İnsanda merak uyandırıyorsunuz doğrusu :D Ve cidden bir periye benziyorsunuz, yani fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla insanı sakinleştiren bir havanız var sanki...ama blog ismine bakınca("endişeli" kısmına) dışarıya pek de çaktırılmayan bir savaş mı var görünen kısımdan içerisinde diye düşünüyor insan.

Düşündürtüyorsunuz yani hep :) İyi ki yazıyorsunuz...

Nasıl geçti habersiz... dedi ki...

ama ben öyle olduğuna adım gibi eminim.:)

Margot dedi ki...

Sevgili Peri,
Ofisteyim şu anda ekrana bakmaktan gözlerim yanmaya başladı yine. Ev hallerinden bahsedince nasıl özeniyorum bir bilsen, yemek yapamayı unutalı kim bilir kaç zaman oldu? Ve ben yemek yapmaya bayılırım. Ama evde olursam bir nedenden, alışık olmadığım bir his olduğu için bir süre sonra sıkılmaya, evden çıkmak istemeye başlıyorum aynı senin gibi ben de.

Kedileri seviyorum, ama itiraf ediyorum biraz çekiniyorum onlardan. Aynı evde yaşarsak çatışırız, tırmıklaşırız gibi geliyor. Alışır mıyız yoksa birbirimize? Bilmem ki. Yamyam bayılıyor kedilere...

Unknown dedi ki...

Ben bazi insanlarin ( ben ve belki de sen) beyninde endise/ huzursuzluk/ doyumsuzluk/ acaba departmanlari oldugunu dusunuyorum. Bu departmanlarin calisanlari bosta kalmaktan hic hoslanmiyorlar. Soyle ki bir durumun cozuldugune dair rapor geliyor ellerine. Bu raporu diger departmanlar gibi tatile cikma siyali olarak goreceklerine, derhal yeni is cikartmaya basliyorlar. Belki departmani kapatmak lazim ama o zaman sirketin karakteri degisir ki, olmaz.

Piyano karsiti yaziyi gormek isterim. :o)

www.elifsavas.com/blog

Adsız dedi ki...

sevgili banu,
henüz yeniyetme sayılacak bir yaştayken, kendime bir mektup yazmıştım. benim için çok uzak ve muhteşem bir yaş olan 25'imde, şu üç şeyden birini yapmış olmayı bekliyordum kendimden: 1) dünya seyahatine çıkmış olmak 2)bir öykü kitabımın yayınlanmış olması 3)evlenmiş ve bir çocuk yapmış olmak. kitap yayınlamak düşümden tümden vazgeçtim. üstelik haz vermez bile oldu bu. nitekim, hemen herkes bir kitap yayınlar oldu, bu işler çok kolaylaştı. yazmak için güzel sözcüklerden daha çok sağlam bir omurgaya ihtiyaç var. şu hayatta allahın her günü intihar etmeyi düşünsen bile, hayat hakkında yaşam dolu, ölmeyecek bir fikrin olmalı. rüzgara göre yön değiştirip, yağmur yağınca saçak altına saklanıp, başkalarının pusulası ile yola çıkıp... neyse, demem o ki, kitabımın olma isteğinden vazgeçmem doğru bir karardı. ömer derdi ki, her ay regl olan, bir kadının şair olması mümkün mü, diye. eh acar kadınlarımız derhal karşı çıkma eğilimindedir bunu bir aşağılama olarak görerek. ama ben niyete bakarım, bir fikir kendi içinde tutarlıysa, saygı duyarım. ki ömer güzel açıklıyordu, şimdi yeri değil. ayrıca ömer de bu fikrine rağmen sözümona her demokrat, eşitlikçi, özgürlükçü adamdan daha sahiciydi ilişkilerinde bu kavramları yaşamak konusunda.

gitmek ise beni hep besleyen bir düş oldu. her koşulda, her zaman arkama bakmadan gidebilme gücünü (aslında korkaklığını) seviyorum. çünkü gitmek, hep bir iktidara, yasaya karşı olmak ya da onu umursamamak demek. gitmek, hep geçeici olmak, demek, özgürlük, demek. belki, çok da eskilere gitmeyen göçebe tarihimiz yüzündendir bu. abim demişti ki, bilinçakışı nedeniyle hala bulunduğumuz yere güvensiz, kuşkucu, tehlike beklentisi içinde endişeli ve gözleri hep ufku araştıran bir yapımız varmış. konaklayacağı yere yabancı bir topluluk güven duyabilir mi yeni geldiği coğrafyaya, iklime, topluma?... bunu böyle diyorum ya, ben toprağa da bağlı biriyim banu. yani neredeyse genetik olarak, doğam gereği toprak adamıyım ben. saksıda sardunya yetiştirmek dışında başka hiçbir hukukum olmamasına rağmen toprakla, gerçek bu. kısaca, kök salıp, ayağımın izi terliğime, sırtımın şekli koltuğuma çıkıncaya kadar bir yere ait olma dürtüsü de var bende. belki göçebelikten çıkıp medenileşme arzusudur bu da, ne bileyim. gitmek konusunda hep bir meselem olmuştur yani.

sonuncusu, yani 3.sü, aslında başarısızlık nedeniyle kendini horgörme maddesiydi. çünkü ne evliliğe inanıyordum ne de çocuk seviyordum.dahası evlenip çocuk yapmış olmak için hiçbir farklı yeteneğe, bilgiye ihtiyaç olmadığını biliyordum. işte herkes yapıyordu bunu.
25'imde evet, evlendim ve çocuk doğurdum. evliliğe hala inanmam, eh çocuk konusu da pek kutsal bir mesele kardeşim, insanın dili varmıyor şimdi. üstelik benim gibi NEYSE NE KARDEŞİM! aşırılığını seven biri yapmışken 4-5 tane yapmalıydı eğer yapmışsa. 1 tanecik ne öldürür ne güldürür. zaten sabah gene asabımı bozdu. insanın içinde, kılcal damarlarına kadar girmiş bir şey şu çocuk. özgür değilsin. kendini bile öldüremezsin çocuk üzülür diye. boktan bir şey.

sevgili banu, hukuk okumak delilikti benim için. gelişmiş adalet duygumun bana hukukçu olmamı söylediğini sandığım o sesi dinlememeliydim. ne yapsaydım? hiç bilmiyorum. "şu kızı yeniden büyütmeliyim, kor ateşlerde yürütmeliyim, farkındayım, farkındayım."

sevgiler.

Adsız dedi ki...

aslı, bak dalmış gitmişim banu'ya, kastı aşan bir sürü şey yazmışım. aslı çok özledim seni. hemen her gün sohbetin geçiyor. aradı mı, ne yapıyor, neden davet etmiyorsun vs.gibi. bizim eve pek gelen giden olmuyor ya, bir de sen bilgisayardan çıkıp geldin ya büyücü gibi, çocukların fantastik teyzesi oldun valla.

şimdi bu tina meselesi ciddi tabi. bu biraz çatlak değil mi? diye sordu bana bora geçen gün. evet, çatlak gerçekten de. ama biz onun çatlaklığını yüksek karakter özelliğine yoruyoruz. annesini, babasını da merak ediyorum tina'nın. onları düşününce bile gülümsüyorum çünkü acaba bu yüksek karakter özelliğini hangisinden almış olabilir, diye. onları da seviyoruz. çocukları da olsun istiyoruz ve şimdiden tini mini tina hanımın beceriksiz beceriksiz onlara bakma gayretkeşliğine gülümsüyoruz.

böyle işte.yaman nasıl oldu? haa bana kurşun dökeceksin. bizde de var galiba o olta kurşunlarından. içmem ama. ben o berbat ilişkimizi bitirip reha'dan ayrılmaya karar verdiğimde, reha binbir türlü sorunları oturup konuşup çözmeye uğraşmak yerine (çözülecek gibi değildi ya) ne yaptı biliyor musun? işten gelmiştim, evde cihangir imamı. beni yere oturtup başıma örtü filan örttüler. reha, "ayrılacağım senden filan diyor hoca efendi, bir okuyup üflesen," dedi:)hoca efendi okuyup üfledi sağolsun, ben reha ya baktım o bana:) çok inanıyordu yaptığı şeye. bir tür tantıtanımaz olmasına rağmen o dönem sabah kalkıp namaz kıldığı, tesbih çektiği de olmuştu. ne diyelim toprağı bol olsun.

kucaklar, öperim.

Adsız dedi ki...

sevgili kedili elif,
artık sadece burada, sadece siz sevgili dostlarım için tuşluyorum bu müthiş, şapka uçurtan, dudak uçuklatan, daha önce bir benzeri yazılmamış ve bir daha da kimbilir kim tarafından yazılabilecek olan süpperrr yazılarımı...:))) güzel filan yazmıyorum. kendi aramızda konuşup, dertleşiyoruz işte elif. ama yani nasıl hoşuma gidiyor iltifat duymak bilemezsin.

tina'yı öyle sevebilin ve 10 dakika içinde tırmıklar içinde kıvranmayın, size istediğinizi ısmarlarım. tina öyle sevdirmez kendini:) iradesi dışında hiçbir şekilde dokunamazsınız ona. ipincecik haliyle gözleri dehşetle öyle bir açılır ve tüm bedeni hiyeroglif alfabesindeki nb sesini veren şekle zehir yeşili alarak dönüşür ki, ben sadece kaçın!!! diyebilirim size.

kaçsanız bile gün içinde gelir, öcünü alır. benden söylemesi.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

saliha hanımcım,
valla belli olmaz, ama öyle değil sanırım. iyi ki de değil saliha hanım. o öyle duygusal bir şey olsa bir de onun hassasiyetinin verdiği yükle uğraşmak gerekir. tina, sadece kendini düşünen, bencil, şımarık ve bu haliyle çok sevimli bir kız. gerçekten. ben onun nasıl biri olduğunu biliyorum, ama onu böyle seviyorum.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

sevgili margot,
sizin çalışma koşullarınız beni gerçekten çok üzüyor. işyerinizin soğukluğu, sağlıksızlığı, gözleriniz... ben gelip patronunuzla konuşayım istiyorum artık.

yahu ben de evde olmayı çok özlüyorum çalışırken. hatta bora bana hep bunu hatırlatır, ne zaman çalışmak istediğimi söylesem. haklı da. ben eskiden pek evde oturan biri değildim. şimdi özlediğim şey dışarısı değil. yapıp ettiğim işleri başka bir işe dönüştürmek. yaptığım "iş"tan tatmin olmak. bilmiyorum, düşünüyorum işte.

kedi konusu önemli. eğer ikiniz de geç saatlere kadar çalışıyorsanız kedinin asabı bozulur evde yalnız başına kalmaktan. iyi düşünmek gerek.

sevgiler. gözlerinize dikkat edin. ekran koruyucu filan takın bilgisayara. ışık sistemini de değiştirin bence. kendinize iyi bakın.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

elif,
evet evet çok doğru! üstelik şirketin karakterinin değişmesine de gönlümüz hiç razı olmaz.

ah! geç kalıyorum. bugün dişçiye gideceğim yine. müzmin bey'in o yazısı değil sadece, genel olarak hınzır yaklaşımı var, zehir gibi espri anlayışı, insanları fazla incitmemek konusundaki nezaketi onu zaptetmese kimbilir daha neler söyleyecek gibi bir hali... incitmiyor değil tabi ama sonunda yine kendisi üzülüyor.

ben sizi tanıştırayım, ama ben de hiç samimi değilim aslında. sadece uzaktan dinleyip kih kih gülüyorum kendisini.

tamam. ben hazırlanayım artık.

sevgilerimle.

Adsız dedi ki...

sevgili peri,
bu uzun cevabın için teşekkürler. yeniyetme çağında 25 yaş ne kadar uzak geliyordu di mi? Ben şimdi 32 yaşındayım ve hala çocuk yapmaya cesaret edemeyecek kadar çocuk hissediyorum kendimi. Yaptığın işten tatmin olmak meselesine gelince ben istemeyerek seçtiğim mesleğimi artık sevebildim ama şu anki konumumdan mutlu olmadığım için seni çok iyi anlıyorum. Bu kadar okuduk ettik ve bunun için miydi? Keşke herşeyi veya en azından bazı şeyleri arkada bırakıp yeniden bir hayat kurabilme cesaretim olsaydı. Neyse benim hala umudum var...

Adsız dedi ki...

Buraya yazılacak o kadar çok şey var ki!.. Neyse, susayım ben, beceremem şimdi.

Margot dedi ki...

Sevgili Peri,
Endişelenme ne olur :) Ofis artık ısınıyor! Buna inanamıyorum ama cidden bir süredir hiç ama hiç üşümüyoruz.
Gözlerime gelince, sabahtan akşama ekrana bakmaktan göz kuruluğu olmuş bende. Doktor göz yaşı damlaları verdi, akşama doğru acısı çekilmez olursa eğer göz yaşı damlalarından kullanıyorum, onlar biraz ferahlatıyor gözlerimi.
İkimizde akşam yediden önce eve gidemeyenlerdeniz ama gitsek bile ben kediyle geçinemem karşılıklı tavır yaparız gibime geliyor :)

Sevgiler!!

Adsız dedi ki...

metin bey, valla hiç bu sözlerinize kanmıyorum, bilesiniz. ben simetri takıntılıyım, ne yaparsanız karşılığını yansıtırım valla ona göre. ben de şöyle yazacağım size artık: kısacık. "dilim tutuldu metin bey. çok hoş yazmışsınız."
hı hıı...aynen böyle.

Adsız dedi ki...

margot, eh bahar da gelmişti, kutluyorum patronunuzu. kedi konusunda öyle düşünmeyin. ben tina'dan daha nevrotik biriyim, ama sonunda birbirimizin huyunu suyunu öğrendiki idare ediyoruz. yine de zaman zaman apansızın saldırmıyor da değil, beni şaşkınlığa uğratacak şekilde, ama mutlaka hakedecek bir şey yapmışımdır, diye düşünmeyi tercih etmek lazım. tina kazanmaktan hoşlanır.

ben sizi şu bağlantılara ekleyeceğim ne zamandır, unutuyorum.
sevgiler.

Adsız dedi ki...

banu, ben öyle umutsuz filan değilim, yanlış anlaşılma olmasın. üstelik 0'dan başlama konusunda sonsuz deneyimim var. bayılırım taa oradan başlamaya.tertemiz. yepyeni. bazen düşünüyorum mesela orman bakanlığı'nda iş bulup Bolu'ya tayinimi çıkartsam diye:)çoluk çocuk giderdik. anadolu vaşağı bulunmuş orada geçen gün. kimbilir neler vardır koca ormanda. giderdik çoluk çocuk.
heidi gibi peynir fondü yapardık. ne güzel olur. yani sınırı yok olasılıkların:)

Adsız dedi ki...

Peri ciğim,
Tina ya sevgili bulmadın ama:)
Bak bahar geldi, yazık değil mi kızcağıza:)

sevgilerimle canım..

Adsız dedi ki...

sevgili endişeli peri
daha once hiç size yorum bırakmamıştım ancak blogunuzu yakından takip ediyorum :)
Tina ile ilgili olarak, kullanıdığınız marka mamalar ileride çok ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Sürekli hamburger yemek gibi düşünün. Böbrek rahatsızlıkları ve buna benze pek çok sorun bu tarz mamalar nedeni ile oluyor.
Premium sınıfına giren mamalar ise, hem tüy dökülmesini azaltıyor, hem tuvaletlerinin çok daha az kokusuz olmasın ısaglıyor hem de kediniz için gerekli herseyi dogru oranda karşılıyorlar. Aynı zamanda da diğer mamalara göre daha az yiyor kedicikler. Cünkü gercekten doyuyorlar. Size bu sınıfa giren mamalardan kullanmanızı öneriyorum. Elbette karar sizin...(Hills, Proplan, Royal Canin, Iams, ANF, Nutrience gibi) Bu mamaları veterinerinizden temin edebilirsiniz. Ayrıca özellikle Roay Canin açık satılıyor bazı yerlerde..güvenilir bir yer bulursanız daha ucuza acık alabilirsiniz. Yukarıdakiler içinde en iyisi hills denir hep. ANF'yi de cok daha uyguna bulabilirsiniz. Emin olun Bonnie veya whiskas'tan kat kat daha iyidir.
Benimde bir kedi kızım var :) Tinaya patisini sallıyor :)
Ozge

Adsız dedi ki...

ece'ciğim erkek arkadaş bulmak mesele değil, sürdürmek sorun, şaka şaka. eğer daha geniş bir eve taşınmazsak çocuk mocuk yok:)

Adsız dedi ki...

özge hoşgeldiniz:)
verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim. hamen şimdi msn'de bora'ya ilettim. o da markaları not aldı. öyle yapalım en iyisi. çok teşekkür ederiz. Tina'da, (şu an çalışma masasının büyük çekmecesinde, birazını kırptığı evrakların içinde yatıyor:) çok sevgilerini iletiyor.

hoşçakalın.

Adsız dedi ki...

Peri ciğim,Tina ya görücü yolluyorum, haberiniz olsun..
Kahve yapmayı becerir umarım:))

ŞURADAN

Adsız dedi ki...

sevgili ece'ciğim,
çok teşekkür ederim tina adına. bir bir anlattım bizim kibirli, burnu havada tina'ya. dedi ki; bir kere soy sop meselesi söz konusu edilmiş ve kendini aşağılanmış hissetmiş, ikincisi kuyruk ne kadar havalı da olsa, bir adı bile yokmuş ve sedat bey hep "kedi" diye bahsediyormuş arkadaştan. yani soyluluk yanında, desteklenen ve gelişen bir kişilik, hani nasıl desek, erkeksi bir özgüven, eğitimle kazanılmış bağımsız düşünme yeteneği de lazım diyor. tina'nın siniri şu soyluluk meselesi nedeniyle bozuldu biraz sanırım. "anlam veremediğim bir mesele yüzünden aşağılandığım bir ilişki yaşayacağıma ömürboyu bekar kalırım daha iyi" diyor.

bizim bekir bey'e sözümüz var ayrıca. ne olursa olsun birgün onun oğluyla sevgili olacak tina. kader gibi bir şey bu. sözümüz söz.

üzgünüz.

:))

ama sen yine de çalışmalara devamedersen çok sevinirim ece. biraz sosyalleşmenin zararı olmaz.

sevgiler.