Pazar, Mayıs 27
dashiell hammett
iyi ki doğdun
dashiell hammett!
günlerin tortusu’na, son kitap tanıtımı sırça anahtar’ın yazarı dashiel hammett için uzunca bir yorum yazacaktım. bunun için de ayın 27'sini beklemiştim. neden? çünkü dashiel hammett 27 mayıs 1894 doğumlu. (efenim, sizin anlayacağınız ikizler burcundan, ama bunun konumuzla ilgisi olmayacak şimdilik:) ancak baktım ki günlerin tortusu’na yazdığım yorum uzadıkça uzuyor, ben de kendi sitemde uzunca bir yorum yazayım dedim. size, buradan doğruca, günlerin tortusu kitapevi’nin sahibi atilla bey’e konuk olmayı öneriyorum.
dashiell hammett hakkında kitap-anı yazmak için düşündüm taşındım, ama ilk ne zaman okudum, kitabı kime anlattım, hatırlamadım. hatırlamadım, ama öyle severim ki dashiel hammett'i! önce ince adam'ı okudum. benim için dashiel hammett demek, ince adam demektir.(bütün kitapları var bende ama hepsi adana'da, bir kolinin içinde, o koli bir evde, evin anahtarı, yusyuvarlak yüzlü bir hanımda. hanım dolunayda şarkı söyler, şifresi şarkıda gizli, bilirseniz kitaplar sizin:) şimdi yanımda olsa, size muhteşem diyaloglarını da yazardım ki okuyunca hak verirdiniz bana, tadına doyum olmaz o cin gibi zeki, tatlı diyalogların. eh bir de amerika'da içki yasağının olduğu dönemde herkesin sular seller gibi içki içmesi ama hiç sarhoş olmamaları da var. içkiyi sevdiğimden değil, kitaptakilerin içkiyi çok lezzetli bir şeyi içer gibi içmeleri insana, içinden çikolata akan, çikolata kaplamalı, çikolatalı çikolataları filan hatırlatıp yutkunduruyor. bana öyle oluyor en azından.
ben çocukluğunda çok agahta christie okumuş ve tabiatına yerleşmiş şekilde polisiye sever biri olduğumdan dashiel hammet’i okur okumaz farkı anladım. “polisiye edebiyatına bir ciddiyet bir saygınlık kazandıran dashiel hammett’la birlikte polisiye toplumsallaşmış ve hatta siyasileşmiş! diyerek çığlık attım. şaka şaka. nasıl ki entelektüel biri burç muhabbeti yaptığında (canım, çünkü kafayı da sıyırmamak lazım burçla. onun bir oyun, bir nükte vesilesi, bir ironi taşıdığını bilecek biri olması açısından bu sıfatı kullandım) içim içime sığmıyor, bir yandaşlık, duygudaşlık hissediyorsam; dashiel hammett en baba yazarlarda hissettiğimiz bir edebi lezzetle polisiye yazınca, heyecanımı, coşkumu, siz düşünün.
eski polisiye kitaplarda neredeyse eğlencelik bir oyunun “süs”ü olan ceseti, yaşamın taa içine, kapkara göbeğine çekiyor dashiell hammett. cinayeti, arka plandaki toplumsal devinimler, siyasal yapı, ekonomik koşullarla bağlantılı hale getiriyor. tıpkı gerçek yaşamdaki cinayetler gibi. yani, katil uşak değil, kardeşim! dashiel hammett “hardboil” denilen türün kurucusu sayılıyormuş bu nedenle. bunu yeni öğrendim. sosyal kurumlardaki yozlaşma, toplumsal çürüme, adalet mekanizmasındaki bozukluk dashiel hammett polisiyesinin yan karakterleri gibi ve evet işte yan etkisi de cinayet. ayrıca onun kitaplarında yok yere kan gövdeyi götürmez. size sayfayı çevirten seks de olmaz. onun kitaplarında kadın ve erkek güzel güzel flört ederler. hoş muhabbetler olur. güzel jestler filan. şimdi bunu da geçelim gönülsüzce:) 21 yaşında pinkerton ulusal dedektiflik bürosunda altı ay çalışan dashiell hammett buradaki deneyimlerinden de bolca yararlanmış olmalı.
elbette, dashiell hammett’in kitapları yazdığı dönemde, amerika ekonomik kriz içinde inliyordu. bunun kitaplarına yansımaması düşünülemezdi. Ve elbette dashiell hammett’in politik kimliği de çok önemli. amerika’nın ilk kadın piyes yazarlarından, o da dashiell hammett gibi devrimci olan lillian hellman ile birlikte avrupa’daki nazizmin yükselişine, ispanya iç savaşında yaşatılan acılara karşı tavır alacak; 1951 yılında başkanı olduğu medeni haklar kongresi’ne bağışta bulunanların adlarını açıklamayı reddettiği için 6 ay hapiste yatacaktı. komünist parti’yle ilişkisinden ötürü de sürekli soruşturmaya uğrayan hammett'in, mahkemelerde sürekli aklanması da peşini bırakmalarına yetmemiş.
hemingway’i de tarantino’yu da etkileyen, polisiye türe saygınlık kazandıran, hayatı sıkıntılarla
geçse de onurlu yaşamak konusunda direnen dashiell hammett, iyi ki doğdun!
***
lillian hellmann
dashiell hammett nora karakteri için sevgilisi
lillian hellmann'dan esinlenmiş.
nora çok hoş bir karakterdir.
ben lillian hellmann’ın pentimento kitabını okumuştum gençken. akıllı, duyarlı, enetelektüel ve kafasına buyruk, burnunun dikine giden hoş bir güneyli hanım. kitabı da yazarı da beğenmiştim. “…ama eğer böyle ciddi kitaplar yazarak, dashiell hammett’i polisiye yazdığı için bir an olsun küçümsediysen, bir daha düşün, derim”, diye içimden de geçirmiştim. ben iflah olmaz bir taraf tutucuyum.
aşağıda dashiell hammett kitaplarının listesi var. polisiye sevip, dashiell hammett okumadıysanız (ne şanslısınız, kıskanıyorum öyleyse sizi), inanılmaz hoş yaz kitapları olacak sizin için. eğer bu türü beğenirseniz, raymond chandler ve sue grafton’la devam edebilirisiniz. ben sue grafton’ı da beğenirim. hoş bir tiptir kitap kahramanı. kadın dedektif, sabahları koşuyor, bir siyah eteği var sadece güzel giyinmesi icap edince, boşandığı kocası çok ama çok yakışıklı biri ama onu... neyse bunları da sonra konuşuruz.
dashiell hammett kitapları:
türk sokağındaki ev (1922)
kızıl hasat (1929)
lanet (1929)
malta şahini (bunu okumadım. Filmi de yapıldı. Humphrey bogart oynadı. Hayal meyal hatırlıyorum)(1930)
sırça anahtar (1931)
ince adam (1934)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
11 yorum:
Peri,
Bana yazar tanıtmanı seviyorum. O kadar çok okunacak şey var ki. Bazen kendimi dünya atlasına bakarken hissettiğim acele duygusuyla kalbi sıkışmış buluyorum, çok yer var, yetişemeyeceğim der gibi. Daniel Beyle tanışacağım en kısa zamanda.
Selamlar,
celerone,
aslında ben de pek okuyamıyorum bu aralar. hatta bora'dan bir azar bile işittim elimdeki renkler kitabını hala bitirmediğim için. bilgisayarla daha az vakit geçirip, daha çok okuyabilirim. evde okumadığım bir sürü kitap var. nabokovlar öylece duruyor. dostoyevski üzerine yapılmış bir sürü inceleme kitabı almıştı bora. incelemeleri ve dostoyevskileri tekrar okuyabilirim. tournier'lerin okumadığım 2 kitabı, t. bernhard'ın yok etme kitabı, john fowles'un zaman tüneli okunacaklar listesinde. oğuz atay'ın kitaplarını tekrar okumak istiyordum. daha sistemli kullanabilirsem zamanı okuyabilirim hepsini. ah şu bilgisayar, ne kadar oyalıyor beni. büyülenmiş gibi, arkadaşlarımın, sizlerin yazdıklarınızı okuyor, yemek sitelerine uğruyor, dekorasyon sitelerine göz gezdiriyorum ve hala da yetmiyor zaman bunlara.
çok fena.
hadi ben kaçayım.
sevgilerimle.
Peri Hanım,
Söz polisiyeden açılınca adını anmadan geçemem -ki daha önceki yorumlardan birinde mutlaka anmışımdır- Patricia Highsmith'i de ekleyelim listeye: Ripley'ler de olur a, benim favorim "Trendeki Yabancılar"dır.
Hammett'a gelince... Bence kendileri, polisiyeyi sadece bir bilmece kitabı olmaktan çıkardığı için önemlidir. Bu anlamda şu sözlerinize katılıyorum: "cinayeti, arka plandaki toplumsal devinimler, siyasal yapı, ekonomik koşullarla bağlantılı hale getiriyor. Hatta eklemek gerekirse, romanlarında işlenen cinayetler yazarın anlatmak istediklerini anlatabilmesi için bir araçtır, ancak bunu yaparken cinayet örgüsünü de o kadar ustalıkla kurar ki, büyüklüğü de oradan gelir.
Hamiş: Eğer Günlerin Tortusu böyle bir yazının çıkış noktası olduysa, ne mutlu bana :)
Malta Şahini'ni mutlaka okuyun ve izleyin, fırsatınız olursa.
Filmi de kitap kadar iyidir. Hatta kara film (film noir) dalında bir klasik kabul edilir.
atilla bey,
yazıyı beğenmenize gerçekten çok sevindim. malta şahini filmini izledim ama çok sisli puslu hatırlıyorum. tekrar izlemeyi, kitabını da okumayı çok isterim.
sevgiler.
patricia highsmith de evet nefistir. ben onun polisiye olmayan kitabını hatırlıyorum daha çok nedense. o da, küçük g. bir kadın düşmanında öyküler de var okuduğum. sonra, polisiye kitaplarından beceriksiz'i okumuştum ve şimdi bile tedirginim, diken üstündeyim o kitabı hatırlayınca. boğuntulu bir duygu bırakmıştı bende. hayır, trendeki yabancıları okumadım ama alfred hitchcock'un çektiği filmi hatırlıyorum.
tamam. o halde buradan söyleyebiliriz ki, bu tüsü sevenin, patricia highsmith'in kitaplarını da sevme olasılığı yüksektir.
Ben Pentimento'yu okurken, Dashiell Hammett'a acıdığımı hatırlıyorum, Lillian Hellmann pek bir çekilmez gelmişti bana.
Bu arada yazınız çok eğlenceli olmuş.
K dergisinde de vardı bir yazı Hammett hakkında. Malta Şahin adlı kitabı hem okumuş, hem de Bogart'ı baş tacı etmeme neden olan filmi seyretmiştim. Film Noir öncüsü sayılır ve kitabını okuyanları tatmin eder.(kitabın yeri ayrı her zaman)
endişeliperi, beceriksiz bir de baykuş çığlığı diyorum, her birini çok sevdim kitaplarının ama en en çok sevdiklerim bunlar p. highsmith'den.
Ben "Julia" filmini unutamam.
Lillian Hellman'ın Pentimento isimli anılar kitabının gençlik yıllarını anlattığı bölümünden yapılmış bir filmdi.
Yönetmen Fred Zinnemann, oyuncular
Jane Fonda, Vanessa Redgrave ve sanırım ilk kez bir filmde oynayan Meryl Streep'di.
Çok etkilenmiştim ve bazı sahneleri (bir trenin gara girişini gösteren başlangıcı, Julia'nın öldüğü sahnede bir inci kolyenin kopup dağılışı, Meryl streep'in bir bar sandalyesinde oturarak söylediği tek cümlelik rolü...) unutamamıştım.
Bir de TRT televizyonunun siyah beyaz zamanından aklımda yer eden Humprey Bogart'lı Malta Şahini var.
Demek ki, ben bu iki yazarı da sinemayla bağlantılı olarak biliyorum.
sue grafton'u cok severim. sanırım s harfine kadar geldi ateş'in a'sı ile başlayan seri. grafton'un kitaplarındaki kinsey millhone'nun peşinde koştuğu ve çözmeye çalıştığı olaylar dışındaki rutin hayatı hoşuma gider, dediğin gibi sabahları aksatmadan koşar, hep aynı tür sandviçler yer ama chardonnay'ını da eksik etmez. çantasında hep diş fırçası bulundurur, çok yaşlı ve bulmacalarla uğraşan yakışıklı bir evsahibi vardır, arada bir gulaş yemeye hep aynı restorana gider. siyah boğazlı kazak ve blue jean'le geçer ömrü ama arada bir özel durumlarda o siyah eteği giymek zorunda kalır. (yakın bir arkadaşım rutinseverliğimden ve çantamda taşıdığım diş fırçasından ötürü kinsey'e benzetmişti beni, pek hoşuma gitmişti)
raymond chandler'ın büyük uyku'sunu okumuş ve sevmiştim. uzun zaman geçti üzerinden, aklımda ukala tavırlı bir dedektif ve bir kitabın peşinde koştuğu kalmış.
bir de eski polisiyelerden georges simenon'un komser maigret serisine bayılırım. bugünün polisiyelerine göre biraz demodedir, genelde taşrada işlenmiş bir suçu çözmek için oradadır maigret, karısına ve paris'e dönmek için sabırsızlanır ama çözmeden de oradan ayrılamaz. simenon'un kitaplarında cinayetin etrafındaki sıradan insanlar başarıyla tasvir edilir. sınıflar arası ayrımı da vurgular Simenon, okuduğum son iki kitabında zengin ya da politikacı karakterler halka uzak, sevilmeyen, duygusuz tiplerdi.
trenleriyle, küçük kasabalarıyla, siste çalan düdüklerin insanı melankoliye sürükleyen limanlarıyla ve maigret'nin sık sık uğrayıp birkaç kadeh yuvarladığı küçük barlarıyla insanı içine alıveren bir atmosfer yaratmada simenon'un üstüne yoktur.
uzattım yine lafı, polisiye meraklısı biri olarak utanarak itiraf ediyorum ki dashiell hammett'i henüz okumadım (malta şahini'ni iki kere izledim ama :) hep aklınızda olan ama bir türlü okumaya girişemediğiniz isimler vardır ya, hammet benim için onlardan biri. ama bu yazıdan sonra ince adam'la başlayıp yaz boyunca bütün seriyi tamamlayayım diyorum.
Yorum Gönder