Cuma, Haziran 8

özen yula: sözcüklere aşık adam



buğuevi
özen yula
yky-2006


evzar
siyaku sibak
rüzgarın gadrine uğramış…
esatir
ecelevirten
dördünlü geceler
mişvar
cibre rakısı
garabet
şikest
salbetmek
bağban
kağşamak
üftade
anastasya tirşesi rengi
telverengi
savaşın ekdarı
şiven örten bir tebessüm
şikarına kıyacak olanların…
alevlerin şehnişinleri yaladığına…
muvahhiş haritalarda…
rekabet temrinleri…
himmete muhtaç bilgiçler…

huyunu suyunu bildiği bu caddede günler ve geceler dünyanın bütün caddelerindeki gibi geçer: öfkeli, dingin, bungun, uğultulu, kırgın, işveli, cinayetimsi, intiharımsı, işkilli, susta durduran, ustaca, pasaklı, tehlikeli, yasaklı, yazık edilmiş, değeri bilinmeden, bazı bazı farkında bile olunmadan…

mahut bulantı
gömeçlere benzeyen
oysa anlamlandırmak ve anlamak ne kadar farklı birbirinden…
ökseli bir tebessüm

büyük anahtarı da binbir güçlükle çevirince, pericik telaşsızca içeri kayar; rezeler yangın devrinin gıcırtılarıyla yol verir demir kapıya…

önseme
yol uzun, up
cansuz

hiç kimsenin bilmediği yüzünüzle geçiyorsunuz caddelerden, diyordu. haliniz hal değildi. mahşer gibi göveriyorsunuz kaldırımlarda. sizi evvelce görmeliydiler. en mazur gülüşlerle saklardınız, en uzun sürmüş muhasarları. mecaz, haz ve incesazın kafiyeli olduğunu öğrendiğiniz bir devirde tanımalıydılar sizi. rüyalara derya indirirdiniz o zamanlar. aşk muktedirdi. salkımsöğüdün dallarında mevsimlerin uzaklara dair şarkılar kurduğu o devirlerde, firkat, hicran ve vuslat üç kelimeden çok ötedeydi sizin için. denizlerinde şehrayin –donanma şenliği demekmiş-, kalplerde ayin olduğu zamanlarda tanımalıydılar sizi. mahut hikayelere gözlerinizi kapayıp, meşru veya ayıp bir şehrin yollarında kaybolduğunuzu bilmeliydiler…

utnapişti
ırmağı öpen kırlangıçdönümü ışıltısı…
sincabi bir dünyanın insanları
kıvılcımı dilinde gizli kadınlardan
simsütun
fetret bilen fettan
peyman

bora türk öykücülerini takip etmeye çalışır. yeni neler oluyor, bilmek ister. ilgisi sevimlidir. ben bazı insanların ülkesini, dilini sevdiğini bas bas konuşmalarından, bayrak bayrak dolaşmalarından değil de hayat içindeki sade, gösterişsiz tavırlarından hissettiğim zaman daha samimi buluyorum. bora, allahın cezası sigarasını bile ikibin marka seçer ki, türk tütün sektörü kazansın. onun arnavut olması, evlerinde anne babasının, çocuklarından gizli konuşacakları zaman arnavutça'yı tercih etmeleri, bu ülkeye olan sevgilerinde, bağlılıklarında hiçbir şüphe uyandırmaz.


konumuz bu değil: özen yula. çok seviyor bora bu yazarı. son idefix kolisinden üç kitabı çıktı bu yüzden. ben duymamıştım adını. aslında çok başarılı bir oyun yazarı. bir sürü ödül almış ve kitapları bir sürü dile çevrilmiş. bora diyor ki, son 20 yılın en iyi öykücülerinden biri (yoksa, en iyi öykücüsü mü, dedi, emin değilim). akşam okudum bir solukta. yukarıdaki alıntılar ondan. dili, sözcükleri çok seviyor. biçimle, biçemle oynamayı da. bunu yapanlar genellikle takır tukur bir tat bırakırlar ya, öyle değil. sözcüklerle ilişkisi samimi. dünyayla ilişkisi de öyle. onunla tanıştığıma sevindim. şimdi, hayat bir kere romanı ile öbür dünya bilgisi öykü kitabını okuyacağım.

siz de okuyun. sözcüklere yaklaşımınızın değişeceğine, dilinizde ezbere dolaşan sözcüklerle başka bir tanışıklık kuracağınıza ve bazı sözcüklere aşık olacağınıza eminim. özen yula'nın böyle bir etkisi var.

Yapıtları:


Öykü: Öbür Dünya Bilgisi (1993); Kayıpkent Üçlemesi (1995), Buğuevi (1998 -neolitik hanım'la bu konuda ufak bir anlaşmazlık oldu aramızda. o kazandı:); Arızalı Kalpler (2002), Tanrı Kimseyi Duymuyor (2005).


Roman: Hayat Bir Kere (2000).Anlatı-Deneme: Jartiyer, Kırbaç ve Baby-Doll’ün Ötesindekiler (2001); Eksik Kitap, Tuhaf Defter (Birhan Keskin ve Tül Akbal Süalp ile beraber; 2004).


Oyun: Toplu Oyunları 1 (Ay Tedirginliği-Dünyanın Ortasında Bir Yer, 1996); Toplu Oyunları 2 (İstanbul Beyaz, Rakı Rengârenk-Kırmızı Yorgunları-Gözü Kara Alaturka, 1998); Toplu Oyunları 3 (Gayri Resmi Hurrem-Sahibinden Kiralık-Yakındoğu’da Emanet, 2002);


Ödülleri: Ay Tedirginliği oyunuyla 2001 Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde Cevat Fehmi Başkut En Başarılı Oyun Yazarı Ödülü; Arızalı Kalpler adlı kitabındaki “Mazi Taşıyan Trenler” hikâyesiyle Milliyet Ödülleri’nde 2001 Haldun Taner Öykü Ödülü Birinciliği; Gayri Resmi Hurrem oyunuyla Tiyatro dalında 2002 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü; Gayri Resmi Hurrem adlı oyunuyla 2004 Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde Cevat Fehmi Başkut En Başarılı Oyun Yazarı Ödülü; Kırmızı Yorgunları ve Gayri Resmi Hurrem adlı oyunlarıyla 2004 İsmet Küntay Ödülleri’nde En İyi Oyun Yazarı Ödülü; Gayri Resmi Hurrem oyunuyla 2004 Tiyatro Ödülleri’nde Yılın Yerli Oyun Yazarı Ödülü.

daha fazla bilgi için:
http://www.ykykultur.com.tr/kitaplik/87/ozen_yula_soylesi.html
http://www.okuyanus.com.tr/icerik.asp?IcerikID=1516







18 yorum:

neo dedi ki...

pericigim,

bu kitabı yıllar once okumus, sonra da unutmustum :) zaten bende öyle olur, bu tür, kelimelerle ustaca oynayan kitapları keyifle okur, sonra da unuturum. simdi bu hatirlatma pek hoş oldu, bu aksam kitapligimin kuytu köşelerinden bulup çıkarmalıyım buğuevi'ni...

ne guzel kelimeler, bölümler seçmişsin her zamanki gibi. zaten bana öyle geliyor ki sendeki bu güzel bakışla en vasat kitaptan bile inci taneleri çıkarır gibi şahane bölümler bulup, o kitabı okutursun bize ;)

ben öykü pek sevmem. romancıyımdır. ama ara ara öykü de denerim. bu denemelerimden birinde ahmet büke'yi keşfettim, belki bora zaten biliyordur ama bilmiyorsa tavsiye ederim: izmir postası'nın adamları ve çiğdem külahı diye iki kitabı var.

sevgiler

ece arar dedi ki...

ben de ezelden beri severim özen yula'yı. oyunları hariç bilirim. iyi okumalar sana.

Öykücü dedi ki...

Peri,

Ben de öyküleri çok severim.Romanda severim ama öykünün yeri başkadır(bkz adım)

En sevdiğim öykücüler Ömer Seyfettin,Reşat Nuri Güntekin,Hüseyin Rahmi Gürpınar ve O.Henry

Sırf Türkiyede yapıldı diye bir ürünü tercih etmezdim eskiden.Kim iyi yaparsa onun ürününü alırım gibi ukalaca bir söylemimde vardı hatta.

Sonra "büyüdüm" ve şimdi ben de mümkün mertebe yerli malı kullanıyorum.Hatta yerel gıdalara yöneliyorum.Yani yurt içinde bile yaşadığım yöreye ait bir tavuk markasını falan tercih ediyorum.

Ben o tavuğu almasam adam iflas edecek bu sefer ben de başka bir şehirden gelen tavuğu üzerine nakliye masrafı ödeyerek alacağım.Yeterince taze olmayacak belki, ulaşım koşulları vs kötüyse ürün etkilenecek.

Hem de o iflas eden tavukçu işsiz kalacak ve belki iş bulamayacak sonra zavallım para bulabilmek için hırsızlık yapacak.Yakalanacak ,hapse düşecek.O sıralarda 17sinde olan oğlu babası başında olmadığından kötü arkadaşlar edinecek ve bu arkadaşların etkisiyle kapkaça başlayacak ve belki birgün yolda benim çantamı çalacak.Ben çantamı vermemek için direneceğim ....

Trajedi.

Adsız dedi ki...

Peri,
Bahanem mühendis olmak..Hep bu bahaneye sığınıyordum, kelime haznem dar, edebi dilim yok diye..
Halbuki özrüm kabahatimden büyük:)
Edebiyatla içiçe olup, bu eksikliği gidermem mümkünken, ben gidip nerede Soner YALÇIN kitabı var,nerede yakın tarih kitabı var yada NLP kitabı var onları okuyorum..
Hatta bugünlerde hiç okumuyorum..

Sen okudukça imreniyorum, ağzımın suyu akıyor..Niyet ediyorum..
Ama inşallah bu öykülerle tanışacağım...
Ben kitap yurduna üyeyim, şimdi oraya yollanıyorum..
Bakim var mıymış:)
çok teşekkürler paylaştığın için..

sevgiler..

dreamsact dedi ki...

madem türk öykücüleri mevzu bahis bu da benden olsun..

Adsız dedi ki...

halid, ayıp ediyorsun, sırada o da var. ben okumadım ama o idefix kolisinden hakan şenocak'ın naj ve karanfilsiz kitapları da çıktı.

sağol. sen nasılsın? sınav vs bitti mi? nedir durum? iyi misin? işte, her şeyi anlat bir bir.

dreamsact dedi ki...

anlaşılan bora bey yakın tarih öykü okumalarına girişmiş. valla "yerli malı yurdum malı, herkes onu kullanmalı" mantığı sanat sözkonusu olduğunda işlemiyor bende (hoş, başka durumlarda ne kadar işlediği de tartışılır).. bu çok öznel bir alan; eğer üretici tarafındaysanız okuyucunuzun (ya da izleyicinizin) talebi, okuyucu tarafındaysanız üreticinin arzı bir yere kadar bağlayıcı olabiliyor. sağda solda o kadar orhan pamuk gevezeliği yapan benim, 'kar' kitabını bir kalemde çizip atmışılığım vardır..
hoş, memleketin edebiyat ortamlarını yakından takip ettiğimi söylesem yalan olur ama kendi ilgi dairem çapında, son dönem isimlerden en çok dikkatimi çeken hakan şenocak oldu..

ben nasılım? bu soruya edip abi cevap verse daha iyidir :)
uykusuzluktan ve yorgunluktan ölmek üzereyim.. yatak bana bakıyor ben yatağa.. sanırım yavaş yavaş o yöne doğru kayıyorum.. kalanını ayılınca anlatırım :)

Adsız dedi ki...

Tomris Uyar... Her zaman, her fırsatta!

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Hah!
Yaşayın Metin Bey!
Ben de yeni edebiyatı takip etmemiş olmaktan dolayı dövünüyordum ki, cankurtaran simidini atmış olduğunuzu gördüm.
Evet, aynen katılıyorum.

Adsız dedi ki...

sevgili neolitik hanım,
benim de okuyup, izleyip hiç hatırlamadıklarım olduğu gibi, gidip de hiç hatırlamadığım yerler de var. özen yula, insan hep unutmak istemez, hatırlamak da ister (yahu), diye yazmıştı sanırım, unutabilme konusundaki bu kadar alkış için. ben geçmişi tümden unutma, unutulmayacağım! diye direten anıları da buraya yazarak onlardan kurtulma yöntemini seçiyorum. yazmak, hiç değilse sadece sana ait yapmaz artık geçmişi ve bu da kötü bir şey değildir. elbette herkesin anladığı farklıdır ama o kadar titizlenmek istemem.

2. övgü paragrafını alıp, sarıp sarmalayıp, zihnimin unutulmayacaklar bölümüne itina ile aktarıyorum. o bölümü çok geniş yaptım. naftalinler filan serptim. heh heee...

ben öykü mü roman mı, şiir mi bu mu ayrımı yapamam. birçok konuda ayrım yapamam aslında.bkz bu sitenin ilk yazısı. ancak öykü pek sevmem de ne demek, neolitik hanım! öykü sevilmez mi! sevilir, sevilmeli. sen, evet samimiyetle anlattığın gibisin. anlattıkların arasında müthiş tutarlılık var. uzun upuzun zamanlarda, sakinlik, sükunet, yavaşlık, roman okumalar...dediğin zaman dilimi benim adana'daki çocukluğum. ve o zaman hiç geçmez. benim zihnimde sarkaçlı bir saat sağa sola gidip gelmeye, kalbimi bir telaş sarmaya başladı sonra sonra, ben büyümeye başlarken. öykü okumalarım da o zamana denk gelir. zamana, onun sarkaç sesine uygun olarak öykü okumak her zaman daha iyidir,

dedi peri hanım.

sevgilerimle.

Adsız dedi ki...

sevgili ece, teşekkür ederim. akşam da öbür dünya bilgisi, kitabını açtım önüme. misalli büyük türkçe sözlüğün üç cildini ve sözcükler için kağıt ve ikea kalemimi de koydum yanına.

bora dün düz ekran aldı çocukların bilgisayarına. odalarında telaşla onu kurarlarken ben de okumaya çalıştım. sonra bora geldi, sinirlenmiş çocuklara, film mi izlesek, ne yapsak, dedi biraz sakinleşmek için. bıraktım ben de. film izledik: "the constant gardener" ralph fiennes yine tutkulu bir aşık. ben rachel weisz'den pek hoşlanmam. yüzüne reçel bulanmış gibidir o gülücük halleri(ne kadar sinir bir şeyim ben yaaa). ilaç şirketlerinin daleveresi, kenya'da ilaç denemeler filan üzerine film.

neyse. yani ben okuyorum işte özen yula'yı. ölüp bitmedim ama fena değil. yani mesela cemil kavukçu'nun öyküleri de hoştur mesela ama o artık genç öykücü sayılmaz.

eh, ben gideyim.

sevgiler. elvin'i öperim (ama o öptürmez kendini sanırım. ben de küçükken öptürmezdim kendimi)

Adsız dedi ki...

sevgili endişeli öykücü hanım:)
lütfen sakin olun. bu halin sonu hal değil. yerli malı saplantısı hayret ki bende yok. bora'da var mesela. insiyaki olarak var onda. ben kutuya, ambalaja bakarım. üstünü okurum. reklam yapmış mı ona dikkat ederim. reklam yapmamış, reklamın önemini anlamamış, reklam ajansına para vermek istemeyen firmayı sevmem. reklam hakkında atıp tutmayın şimdi, her bir şeyi biliyorum, ama böyle:)) (O.Henry de neredeyse türk sayılır, değil mi, öyküleriyle:)

sevgiler.

Adsız dedi ki...

halid, bora, alması gereken kitapları alır, "zamanı gelince"de okur. onun yağmurlu zamanlarda, güneş yükselirken, sabah, gece, vapurda giderken okumak isteyeceği başka başka kitapları olur. ancak iş yüzünden okumaya fırsat bulamasa da tüm bu zamanlar için, zamanında kitaplarını alır. türk öykücülerini biraz da ödev duygusuyla alır.

akşam sordum şenocak'ı bora. aslında sevmem onu, dedi. artist, dedi:) ben onun ne demek istediğini anladım aşağı yukarı. okumadım ama okuyunca "artist" konusunu yazarım:)

günaydın:) dinlenebildin mi? uyku depo edilemiyor biliyorsun, değil mi? yani uzun süre uyumayınca uzun süre uyumanın manası yok. yeveş yeveş düzene sokman gerek uykunu. bak, sana öğüt vermeden duramıyorum. bir büyüğün olarak kendime vazife ettim bunu.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

ay ay ay! aman da aman! kim gelmiş! metin bey gelmiş!:) arçil geçen gün otururken başladı bana şu sosis reklamını yapmaya. hani küçük kız sosis alan kadına yaklaşır, ay ay ay, ne alıyormuş... sosis mi alıyormuş... bizim eve gelir misin, bana sosis pişiri misin?...diyerek:))

bana kızmıyorsunuz değil mi metin bey, sizi görünce şamata yaptığım için? kızmayın lütfen. dikkat etmiyor gibi görünürseniz bir süre sonra düzeliyorum:)

tomris uyar,
herkese uyar
sanırım...
(ıyk, düzelemiyorum. pardon. ben gideyim)

sevgiler.

Adsız dedi ki...

ekmekçikız,
yok yahu öyle telaşlanmayın. işte ucundan başladık. benim kadar sistemsiz okuyan; kafası, içinde sürekli bir kırlangıç fırtınası varmış gibi dağınık olan başka biri yoktur.

siz hiç sıkılmayın. hiiiç!

sevgilerimle.

Adsız dedi ki...

bora ile msn'de konuştuk. elbette bana kızacak şimdi aktaracağım bilgiler için. başbaşa konuşamaz olduk, diye başımın etini yiyecek ama bence aktarmam gerek şunları:

BORA:
(...)türk öykücülerini ödev duygusuyla almıyorum; benim zamanında takip ettiğim anglo sakson edebiyatının öykülerine göre türk öykücülüğü gerçekten üst düzeyde.
BORA:
sadece burada şöyle bir şey var; insanlar takip etmiyorlar;aslında öykünün ne olduğunu, nasıl bir duygu verdiğini, bu duyguyu verirken kullanılan teknikleri, bu tekniklerin zorluğunu vs.
BORA:
genelde, önyargıdan kaynaklanıyor; ben de önyargılıydım birçok konuda, fakat bayağı öykü okuduktan sonra, bizimkilerin arasından muhakkak bir tane daha çıkar diye takip ediyorum; çıkar da göremezsek yazık olur:)
BORA:
halid'in yazdığı gibi de değil konu, "türkün malı" hikayesi;
BORA:
sadece yabancı malı bildiğim için böyle düşünüyorum:)
BORA:
örn. sait faik, pirandello'dan, w. saroyan'dan hiç de aşağı kalır bir öykücü değildir. sonra,sabahattin kudret aksal'ın "bir gazoz ağacı" mesela, dışarıda olsa dünya çapında okunurdu;
BORA:
bizde en az on tane dünya çapında öykücü var;
BORA:
özen yula (pek ısınmamışsın, ama sakin okursan gerçekten ısınacağına eminim; çünkü o da cemil kavukçu gibi yerini güzel belirten bir öykücü) konusu ise çok uzun yazmayı gerektiriyor;
BORA:
başkalarına sevdirmek ve edebiyatın içinden anlatmak adına diyorum.
BORA:
bence sanatçı dediğin şey, yazan adamın gözünü iyi tanımaktır; bu, o adam diyebilmektir;
BORA:
paradoks bir konu; ama william faulkner gibi, okuyunca tanırsın
BORA:
ama her kitabı değişiktir
BORA:
ama bilirsin, bu göz onun gözü.
BORA:
bu gözü edinmek çok zor bir şey; çünkü bu göz, öyle sıradan arz/talep meseleleriyle ilgilenmez; takma gözle işi olmaz, bildiğini okur;
BORA:
göz sabittir, ama yazdıkları çeşitli,
BORA:
yani aynı gözü hissetmen, monotonluk getirmez;
BORA:
uzun bir şey, derli toplu anlatmak gerek; kabaca böyle.
BORA:
ama tabii, öykücü derken, öykü okuyucusu da var, bunu da gözardı etmemek gerekiyor; neden romanı değil de, öyküyü tercih edersin, bu da farklı okuma veya imgeyle donanma ihtiyacından kaynaklanıyor,
BORA:
öykü çok şaşalı bir şey olmadığı için, "reklamı yapılmadığı için", iyi bi okuyucu kitlesine sahip değil.
BORA:
düz yazın metinleri arasında en fazla şiire yakın olanı, sözcük ekonomisi ve imge yoğunluğu nedeniyle; ama insanlar, edebiyattan da "faydalanıcı" şekilde nasiplerini aldığından, durumu bence şiirden de kötü, okuyucu anlamında.
BORA:
herkes iyi kötü, bir duruma uygun "şiir" ezberler; ama birinin duygulanarak öykü okuduğuna çok az rastladım.
BORA:
ezra pound'un bir kitabı vardı, adını şimdi hatırlamıyorum; "how to write" olabilir, orada şöyle bir şey yazıyordu, yanılmıyorsum: camın önüne bir bardak koyun, ve o bardağı bir A4 kağıda sığacak bir metinle anlatın; ben de sizi tanıyayım.
BORA:
bunu ancak şiir ve öykü yazan biri yapabilir;
BORA:
he, poni, bir de özen yula, son dönem öykücülerden değildir; ben tanıdığımda 20 sene önce, öykü yazıyordu; basım tarihlerine bakma sen.
BEN
teşekkür ederim
BEN:
gerçekten. ben bunu siteye akracağım.
BORA:
hayır hayır, lütfen, gerek yok poni. hiç girmek istemiyorum oraya.
BORA:
çok daha ayrıntılı yazmak gerekiyor poni; gerek YOK.
BEN:
tamam canım.

:)

ece arar dedi ki...

elvin'in öptürmediğini bildiğin için, anladığın için öpüyorum seni. bir de e-mail adresi gönderirsen sana ve bora'ya benim bir öykümü hediye paketi yapıp göndereceğim, ecearar@gmail.com'dan bana ulaşsana.

Adsız dedi ki...

ece, şimdi sana bir mail gönderdim.
sevgiler.