çarşamba’dan trabzon’a kadar ne vardır? aralarında perşembe’nin de olduğu bir dolu yer. hızla geçtik. neden? Bir benzincide durup, uyuduk, uzungöl’e gideceğiz ve bu uyku zamanını telafi etmemiz gerek. ancak, gidecek olanlar için önemli duyuru: karadeniz’de trafik buradan itibaren tuhaflaşır. siz saatte 140 ile giderken otobanda bir adamı sakince karşıya geçerken görürsünüz. dehşete kapılır, kornaya basar, camdan ellerinizi çıkarıp çekil, çekil diye bağırırsınız. siz yavaşlamaya çalışır ve ona vurmamayı nasıl beceriririm diye saniyenin onda birinde akıl yürütürken, o size bakar ve kanınızı donduran bir şekilde gülümser. evet, başımıza birkaç kere geldi ve araştırdık ki karadeniz bu açıdan da ünlü bir yermiş. gerçekten. bora’ya kalırsa karadenizliler çok gururlu oldukları için kaçarcasına geçmiyorlar karşıya. yayaya saygı bekliyorlar. bilemiyorum. tuhaf.
başlıyorum, hızla geçeceğiz buraları:
çarşamba, samsun’un bir ilçesi. sel alır belki ve haftanın bir günü olsa bence ona en çok sarı yakışır. kendimi en çok çarşambaları yalnız hissederdim eskiden. artık hissetmiyorum.
terme...
ünye, fatsa - bora yavaş geçti buraları. gençken, ünyeli bir arkadaşı ile gelmiş. hiç ama hiç bir yeri hatırlamıyorum, dedi. canı sıkıldı. ünye ve fatsa benim çocukluğumda solcu yerler diye öyle uzaktan sevilen yerlerdi. çok sonra bir fatsalı arkadaşım olmuştu. bana siyah beyaz bir fotoğraf göstermişti. yanyana neşeli delikanlılar vardı. bu fotoğraftan bir tek ben kaldım, hepsi öldü, demişti.
perşembe, ordu ilinin bir ilçesi. hızla geçerken bile evet, şirindi. sevdiğimiz gün. koygun renkler yakışır. petrol mavisi, kahverengiye yakın erguvan… sabah uyandığımda eğer perşembe ise, bugün değişik bir şey olabilir, derim. olmazsa şaşırırım.
ordu, fena bir şehir değil. sevimli. (reha’nın memleketi. yaylalarını, neşeli, gürültücü, yemeğe, içkiye meraklı akrabalarını anlata anlata bitiremezdi. yeni evlendiğimizde kocaman bir türkiye haritasının yukarıda ordu aşağıda adana’yı alan bölümünü çerçeveletip evin girişine asmıştı. en kenarından geçerken ve uzaktan bakarken şehre ve bir dolu anıya, biraz hüzünlendim. buralardan dönüşte de geçtik ve bora bu sefer bir turizm ofisine uğradı, harita ve bilgi aldı ve dilersem boztepe’ye, reha’nın köyüne çıkabileceğimizi söyledi. istemedim. gerçekten çok nazik bulduğum daveti için ne kadar teşekkür etsem az.)
size şimdi sorsam ki türkiye’nin en uzun tüneli hangisidir, diye, çalışkan öğrenciler gibi atılır, bolu tüneli dersiniz. Hayır efendim, değil. türkiye’nin en uzun tüneli, ordu’da nefise akçelik tüneli. tam 3820 metre. İnanmıyorsanız ordu’ya gittiğinizde tünele girişte uyarı levhasında yazdığı gibi radyonuzu açın ve tünel hakkındaki bilgileri kendi kulağınızla dinleyin. böyle yani.
ordu, fena bir şehir değil. sevimli. (reha’nın memleketi. yaylalarını, neşeli, gürültücü, yemeğe, içkiye meraklı akrabalarını anlata anlata bitiremezdi. yeni evlendiğimizde kocaman bir türkiye haritasının yukarıda ordu aşağıda adana’yı alan bölümünü çerçeveletip evin girişine asmıştı. en kenarından geçerken ve uzaktan bakarken şehre ve bir dolu anıya, biraz hüzünlendim. buralardan dönüşte de geçtik ve bora bu sefer bir turizm ofisine uğradı, harita ve bilgi aldı ve dilersem boztepe’ye, reha’nın köyüne çıkabileceğimizi söyledi. istemedim. gerçekten çok nazik bulduğum daveti için ne kadar teşekkür etsem az.)
size şimdi sorsam ki türkiye’nin en uzun tüneli hangisidir, diye, çalışkan öğrenciler gibi atılır, bolu tüneli dersiniz. Hayır efendim, değil. türkiye’nin en uzun tüneli, ordu’da nefise akçelik tüneli. tam 3820 metre. İnanmıyorsanız ordu’ya gittiğinizde tünele girişte uyarı levhasında yazdığı gibi radyonuzu açın ve tünel hakkındaki bilgileri kendi kulağınızla dinleyin. böyle yani.
devam ediyoruz.
gülyalı
piraziz – ne güzel bir isim. diğer ismi de abdal. o da güzel:)
bulancak
giresun – hızla geçtik, yemyeşil bir şehir. gelirken de giderken de elimdeki ekşi sözlük notlarından okudum bora’ya: kızları güzelmiş. modaya uygun filan giyinirlermiş. ismini rumca kyras’tan alırmış ama hiç kiraz ağacı yokmuş. çotanak diyarıymış. yani, fındık.
keşap
espiye
tirebolu- buradan geçerken serhan’ın kız arkadaşı figen’i düşündüm. izmir tire ile karıştırmıştı burayı. dönüşte burada, plajında çay içmiştik. güzel bir yer.
görele
eynesil
beşikdüzü
vakfıkebir – evet gözünüzde kocaman bir ekmek canlandı, değil mi? benim de öyle. ekmek aldık ama buradan değil.
çarşıbaşı
akçaabat- burasının bir efsane olarak nitelendireceğim köftesini size dönüş yolculuğunda anlatacağım. yine gitsem karadeniz’e, ne yapar eder akçaabat’tan geçelim, derim. yemeğe düşkün biri bile sayılmam. o derece yani.
uzungöl’e yaklaştık…
trabzon – trabzon diyince hüzünlü güzel denizini görmeyi engelleyen çirkin otoban bariyerlerini ve batan güneşi hatırlayacağım. o upuzun ve dağınık yerleşmiş şehri değil. trabzon çıkışında saat artık epey geç, 20.00 olmuştu. uzungöl hakkındaki yanlış bilgilerim yüzünden aç kalabiliriz diye düşündüm. yolda, bizim eski mahalle bakkallarına benzeyen bir bakkaldan peynir, kaşar, karpuz, domates, ekmek aldık. yer filan bulamazsak diye de bagajdaki çadırı kurarız, diye hesap ettim. ben kendi kendime düşündüm bunları, yoksa bora uzungöl’ün nasıl bir yer olduğunu biliyormuş. of’tan sapıp kapkaranlık ve uzungöl’e yaklaştıkça mıcır dolu yollardan yorgun ve aç geçip, nihayet geldik.
piraziz – ne güzel bir isim. diğer ismi de abdal. o da güzel:)
bulancak
giresun – hızla geçtik, yemyeşil bir şehir. gelirken de giderken de elimdeki ekşi sözlük notlarından okudum bora’ya: kızları güzelmiş. modaya uygun filan giyinirlermiş. ismini rumca kyras’tan alırmış ama hiç kiraz ağacı yokmuş. çotanak diyarıymış. yani, fındık.
keşap
espiye
tirebolu- buradan geçerken serhan’ın kız arkadaşı figen’i düşündüm. izmir tire ile karıştırmıştı burayı. dönüşte burada, plajında çay içmiştik. güzel bir yer.
görele
eynesil
beşikdüzü
vakfıkebir – evet gözünüzde kocaman bir ekmek canlandı, değil mi? benim de öyle. ekmek aldık ama buradan değil.
çarşıbaşı
akçaabat- burasının bir efsane olarak nitelendireceğim köftesini size dönüş yolculuğunda anlatacağım. yine gitsem karadeniz’e, ne yapar eder akçaabat’tan geçelim, derim. yemeğe düşkün biri bile sayılmam. o derece yani.
uzungöl’e yaklaştık…
trabzon – trabzon diyince hüzünlü güzel denizini görmeyi engelleyen çirkin otoban bariyerlerini ve batan güneşi hatırlayacağım. o upuzun ve dağınık yerleşmiş şehri değil. trabzon çıkışında saat artık epey geç, 20.00 olmuştu. uzungöl hakkındaki yanlış bilgilerim yüzünden aç kalabiliriz diye düşündüm. yolda, bizim eski mahalle bakkallarına benzeyen bir bakkaldan peynir, kaşar, karpuz, domates, ekmek aldık. yer filan bulamazsak diye de bagajdaki çadırı kurarız, diye hesap ettim. ben kendi kendime düşündüm bunları, yoksa bora uzungöl’ün nasıl bir yer olduğunu biliyormuş. of’tan sapıp kapkaranlık ve uzungöl’e yaklaştıkça mıcır dolu yollardan yorgun ve aç geçip, nihayet geldik.
hani hep gördüğümüz şu sakin uzungöl fotoğrafı var ya, ben uzungöl’ü hepi topu o kadar sanırdım. oysa o kandırmaca bir cennet fotoğrafı, cehennem diğer tarafta. ben bir ıssızlık, sükunet bekliyordum. müthiş bir kalabalık, gürültü ile karşılaştık. sağda solda arap turistler, kalabalık bir şekilde, bağıra çağıra dolaşıyorlar. her yerde arapça plakalı jipler. çorçocuk, kalabalık bir şamata. her yerde plazma tv var ve hepsi açık. bir yerden deliler gibi bir müzik sesi geliyor. kapı aralığından gördük ki daracık yerde, ter içinde horon tepen bir sürü insan… elimizdeki kitaba göre odası olan bir pansiyon bulduk ama karanlık yolda ilerleyince göreceğimiz pansiyona bizi götüreceğini söyleyen ve bir taraftan da mısır kızartan adam, bir minibüs dolusu çorlu çocuklu aile oda sorunca onlarla ilgilenmeye başladı. inan kardeşler’e girdik, yer yokmuş. bir iki yere daha sorduk. sıkıcı, sıkıntı verici her yer. üstelik yer yok. bora’nın asabı acayip bozulmuştu, arabada yatalım, dedi. ben oda bulsam bile yatmam bunların otelinde, diye diretti.
yemek için nispeten sakin olan fındıkoğlu pansiyon’un bahçesine geçtik. yöresel yemek yok. ben sebzeden vazgeçtim, pilav yemek istedim hiç değilse, ama yoktu. çorba, köfte, salata vs. garson çocuğa yer var mı pansiyonda diye sordum. aa hayret, varmış. kaç para dedim, geceliği 60, dedi. kahvaltı dahil değilmiş. ben yorgundum, bora da o berbat yolda gelirken çok yorulmuştu zaten. tamam, dedik. yemekten sonra odaya çıktık. tüm binalar gibi burası da ahşap. bu iyi. ama kokuyordu. neydi koku, bilemedim. odaya girdik. küçücüktü. yaldır yaldır parlayan kıpkızıl bir halı, fosforlu yeşilden fırfırlı bir yatak. beyaz dantelli bir perde. banyoda plastik terlikler, dandik bir duş. rezervuarı bozuk, dedi bora ki en nefret ettiği şey bozuk rezervuardır ( ben karşıda otururken bana geldiğinde, sinir olurmuş rezervuarım su akıtıyor diye. yok söylemezdi o zaman. çaydanlığımın kulpu kırılmıştı da bir süre çaydanlık almamıştım. onunla da dalga geçer hala. insan çalışırken hiç vakir bulamıyor ki evle ilgilenmeye. neyse.)
yorulmuşuz, bir güzel uyuduk.
sabah aşağıya indik. lokanta henüz açılmamış. gölün çevresini dolaştık. çok güzel. 1090 metre yukardayız. ormanlarla kaplı bir vadi burası. ağaçlar çok ama çok nefis. yemyeşil. insan kucaklamak istiyor. holdizon nehrinin önüne yığılan kayalar sayesinde oluşmuş bu göl. bora tetkik etti ki yer yer kuruma var:P
balık avlamak yasaktır yazan, tabelaya kızdık. sandık ki lokantacılar kendileri tutup satmak istiyor illa ki. garsonumuz açıkladı daha sonra. değilmiş. göldeki kırmızı benekli alabalıklar çok kıymetliymiş. bazı balıkçılar av kurallarına uymadan tutup kilosu 50-60 ytle ye satıyorlarmış. yasaklanmış o yüzden. ileride bir su bentinin üzerinde biri, pantolonunun paçalarını sıyırmış, ağzında sigara balık tutuyordu. yürüyüş boyunca bora hiddetli hiddetli söylendi ve elleri arkada dolaşırken çok yararlı önerilerde bulundu:) şöyle ki: buraya araba girişi yasak olmalı, dedi. görüntü kirliliği yarattığı için. tabelalar da ağaçtan yapılmalı. sonra, her yerleşim birimine girerken içerdeki kişi sayısını gösteren elektronik tabelalar olmalı, dedi. sanırım bunu, eğer bir yer çok kalabalıksa oraya hiç girmemek için istedi:) ben hak verdim ne söylediyse. çok yaratıcı.
döndük. akşam olduğu gibi, tv sonuna kadar açık. bora doğrudan gidip kapattı. kahvaltımız geldi. nefis. uzun uzun kahvaltı ettik. fotoğrafları laptop’a yükledik.
neden, dedim garsona, ben yine dayanamayıp, türk turistlere hiç itibar edilmiyor burada? çünkü arap turistler arasında çok popülermiş uzungöl ve çok para bırakıyormuş araplar. türk turistlere gerek kalmıyormuş. hesabı kestik. yandaki hediyelik eşya dükkanını dolaştık. bir sürü ıvır zıvır satılıyor. ilginç bir şey yok. bir bıçak aldık. çok keskin. evet, yolculuğumuz sırasında kullanmak zorunda kalacaktım bu bıçağı. bir akşam vakti, ayder yaylasında, loş bir otel odasında… dırırırnınnnn...
:)
tamam odası pek matah değildi ama kahvaltısı ve çorbası güzeldi. Ayrıca, al birini vur ötekini, ne yapacaksınız. buyrun:
fındıkoğlu pansiyon
Yenimahalle uzungöl çaykara/trabzon
0462 656 64 57
bu kısa klibi uzungöl'ün aslında insanlar olmadan hiç de fena olmayan mimari yapısını görün diye yükledim. ayrıca artık dikkat ettiyseniz müzik de ekleyebiliyorum sessiz görüntülere. müzik, hatzidakis'ten.
24 yorum:
Demek, Uzungöl'de değişen bir şey olmamış.
2000 yılında da Uzungöl böyleydi. Yani böyleymiş; kalabalık, Arap turistler, filan...
Gitmeyin, değmez demişlerdi, biz de bu sayede Ayder'de iki gece kalabilmiştik, çok da iyi olmuştu.
bu sene istanbul'da da arap turist çok mu? bana mı öyle geliyor?
buraya kadar gelmissiniz ama size gerek yoktu, yeteri kadar turistimiz var demis yani garson:) e ayip olmus biraz.
Bu Karadeniz geziniz cok cazipti ve beni sizinle birlikte dolastiriyordu ta ki Ordu bolumune kadar. Sanirim cok sevdigim ilim bundan sonraki gidislerimde bende de sizdeki duygulari uyandiracak. Cok sevdigim kuzenimi bir yil once orada kaybettim cunku. Su trafik kazalari ne cok aci birakiyor yureklerde...Kazalar kederler sizden uzak olsun...
peri, yanına yazacak şey bulamadığın görele'de ben ikibuçuk yıl yaşadım, görele'nin de pidesi çok meşhurdur. kapalı yaparlar genelde pideyi, sıcak sunulduğunda bıçağın ucuyla tuttuğun tereyağını önce kabuğunda gezdirirsin; sonra içini açıp içinde..
uzungöl'ü ise görmeyeli çok oldu, rahmetli babam anlatırdı orayı ilk gördüğünde güzelliği karşısında ağlamış. çok şaşmıştım o zaman babam ağlasın ha, koca adam? kısa bir süre ben de gittiğimde soluğumun kesildiğini hatırlıyorum. demek bakir günleriymiş. bir de yol boyunca bir sağımızdan bir solumuzdan akan şakacı bir dere vardı, onu hatırlıyorum. ah, tahta köprüler vardı bir de, çay taşımak için kullanılan, yol tarafından girilen, ama çıkışı yemyeşil ağaçlarla bir tepe olup görülemeyen. bu köprülerin üstü kiremitle örtülü olanları da vardı.
elektra'nın sorusuna cevaben: evet sanırım İstanbulda arap turist çok bu sene. Birkaç ay önce iş dolayısıyla tanıdığım bir arap bu sene tatil için istanbula geleceklerini lübnandaki olaylar yüzünden bir sürü Arabın böyle yapacağını söylemişti, sanirim dediği olmuş.
Uzungöl hakkında hemen hemen aynı şeyleri hissetmişiz Peri. Biz üstelik yukarı çıkıp o ormanın içine de girmedik, bilmiyorduk oradan daha güzel görüneceğini çünkü. Barış bana sürpriz yapıp bir gün öncesinden "sabaha gidiyoruz, çantaları hazırla" dediği için araştırma fırsatımız olmamıştı pek :) Ama ne çok sevinmiştim! Normalde sürprizli şeyler ürkütür beni, ama tatilin böyle piyango gibi çıkanı güzel oluyor.
Ne diyordum? Uzungül çok hayal kırıklığına uğratmıştı beni. Yazmıştım da hatta bloga . Hatta çocukluğumdan beri hayranı olduğum Sümela'da bile beklediğimi bulamamıştım Japon turist kafileleri yüzünden...
Ben Ayder'i yazmanı bekliyorum :) Vakit kalmamıştı oraya, bize uzak düşmüştü biraz. Onun yerine Akçaabat'ta Hıdırnebi diye bi yaylaya çıkmıştık. Allahım ne güzel yerdi o öyle...hala yazmadım orayı, tembellik ettim...
Bu arada klip gerçekten de klip gibi olmuş :)
Çok uzatmışım pardon :) Görüşürüz.
ekmekçikız, bora evet pişman oldu gittiğimize ama ben sevindim. çirkin olan doğa değil ki, insanlar. belki sonbaharda çok nefis olur. yaprak renkleri de çeşitlenir. bak ben tekrar gitmeyi düşünecek kadar hoşgörülü (şuursuz da diyebilirsin) bir turistim.
sevgiler.
elektra ben istanbul'da evden dışarı sadece yürüyüş için çıkıyorum. o saatlerde de kimseyi görmüyorum. kadıköy neyse ki arapların çekim alanında değil. sarıyer'i, tarabya'yı filan seviyor onlar sanırım.
sevgiler.
pelin,
hele bir yerde 17 yaşlarında bir delikanlı vardı, olamaz ya, berbattı resmen. kötü, gösterişli mobilyaların olduğu bir odada döner sandalyesine hafif yatar gibi oturmuş, ayakta olan bizimle konuşuyor. oda sorunca, çok pahalı olduğu bir yeri arayıp, başını öne eğip, sırıtarak konuştu birkaç saniye. yok, oda, dedi. çok sinirlendim kabalığına, çirkin biri olmasına, bunu farketmemesine... kavga etmek istedim. birkaç cümle dedim ama ne dediğimi hatırlamıyorum.
uzungöl'e gidilmez demiyorum ama şansımıza bir tane düzgün esnafla karşılaşmadığımızı burada açıkça söylemek isterim. uzungöl esnafından biri bunları okuyup kalbimizi kırdınız, derse, onlarla durumu daha net tartışabiliriz.
:)
pelin, evet ayıp ettiler.
sevgilerimle.
sevgili yıldıznaf,
ben de aynı nedenle bursa denilince içim sızlıyor. insan çok tuhaf.
iyi dilekleriniz için teşekkür ederim. sizden de uzak olsun. bu arada sizin ufaklık ne kadar şanslı yılda iki kez doğumgünü kutluyor!
sevgiler hepinize.
bu yayaya saygı beklenmesi bence çok insani (otobanda değil gerçi). Zonguldak'ta da öyle. 1 sene önce buraya taşındığımızda şaşırmıştım. Ben kucağımda çocuk karşıya geçmeye çalışırken köşeyi birden bir araba döndü ve ben tipik taşralı bir Ankaralı olarak kaçacak yer bulmaya çalışıyordum ki eşim: "sakin ol. burda ilginç bir şekilde yaya önceliği var. araba durur. sana çarpmaz" dedi. Hala alışamadım:(
devam edeceğim. sonra
fotoğraflar da pekala yazı kadar güzel olmuş.
görele'nin de pidesinin ünlü olduğunu biliyorduk, okumuştuk:) sıcak pideye tereyağ sürmek cümlesi kadar çekici bir cümle çok azdır. seni seviyorum'la yarışır bence. sonra içini açıp... evet, yaptığın gibi burada kesmek en iyisi:)
uzungöl'de ve tüm karadeniz'de o köprülerden var. her yer, dere, çay, ırmak, çağlayan çünkü, köprü gerek. ağaçlar gerçekten çok güzel. şekilleri çok hoş. çok sağlıklı, çok canlı çok doğaya ait. insan kışın yapraklarındaki karları hayal ediyor.
o şakacı derenin, sağında solunda exkavatörler, kamyonlarla canına okunuyordu biz giderken ve dönerken. gerçi bütün karadeniz o haldeydi.
sevgiler.
nemecsek,
benim anlamadağım bu kadar savaş hali içindeyken lübnanlılar'ın tatail ve başka şeyler için parayı nereden bulduuklarına hep şaşarım. neden afganlılar gelmiyor bizim buraya, tatile?
elif biz de çok uzun boylu dolaşmadık aslında. bora hiç hoşlanmadı uzungöl macerasından.
uzungöl sakin, sessizlikten, bakmaktan hoşlanan adamların bulunmaktan hoşlanacağı bir yer olmalı. öyle narin, öyle güzel, öyle zarif ki. buraya bu kadar insanın böyle kabalıkla, çirkinlikle, gürültüyle abanması çok itici.
ama bu uzungöl'ün güzel bir yer olduğu gerçeğini değiştirmez.
sevgiler.
yok semiramis çok feciydi. gerçekten. kendimize gelemedik bir süre. gurur filan da bir yere kadar ezilip gidecekti resmen. hep öyle yapıyorlarmış. yaya geçidi yok, ışık yok, arada bariyer var. bariyerden atlayıp sallana sallana yürüyor. olmaz ki.
cık cık cık.
sevgiler:))
bora bey teşekkür ederim. öğretmenim bana iyi bir puan vermiş kadar sevindim bu sözünüze.
siz de diyeceksiniz ki öğretmeniniz vermedi o puanı, siz kendiniz hakettiniz. ben daha çok sevineceğim bunu duyunca...
teşekkür ederim.
Yok, peri Araplar genelde yakın diye tatile Lübnan'a giderlermiş, malum hem yakın, hem müslümanlar hemde Suudilerden daha rahatlar hristiyan nüfüsun da etkisiyle. Ancak bu sene İsrail yerle bir ettiği için Araplar için çekiciliğini kaybetmiş yerine Türkiyeye geliyorlarmış.
Paylaşım için teşekkürler güzel bir gezi yazısı olmuş peri. Yazınızın Uzungöl kısmı beni daha çok ilgilendiren kısmı. Çünkü; bende Uzungöl'lü eski bir esnaf ve de yerlisiyim. Uzungöl'de bilinçli esnafla karşılaşmadığınız kesin. Zaten çoğunluğu esnaflığı 3-4 yıldır yapıyor. Bu da ani gelişimin bir sonucu. Ha! bilinçli esnaf yokmu? Var ancak yeterli yeterli değil.
Açıkçası benim sürekli olarak Uzungöl'de savunduğum konu esnafın bilinçlendirilip müşteri memnuniyeti konusunda eğitilmeleri ve hizmet kalitesini arttırmalarıdır. Bunu gerçekleştirmek için bir takım girişimler var ancak zaman alacak gibi görünüyor. Bu amaçla da geçen yıl Uzungöl Turizmciler Derneği kuruldu. Kalifiye eleman ve bilinçli esnaf için birtakım çalışmalar yapılıyor.İnşallah bu proje hayata geçer ve yakın zamanda daha kaliteli ve iyi hizmet sunulur.
Arap turistlere gelince , Arap turisler Temmuz ve Ağustos aylarını tercih ettiği için 2 ay boyunca Uzungöl Arap istilasına uğruyor. Size tavsiyem ya Eylül, Ekim ya da Mayıs, Haziran aylarında Uzungöl'ü gezin ve tadına varın. Ha bu arada kışın güzelliği de bambaşka.
İşte Uzungöl'ün bilinçli bir esnafının görüntüleri: :) http://www.youtube.com/watch?v=SaPikN48pmY
http://www.youtube.com/watch?v=rH3DX-ei8Q0&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=EL2wsjWul-I&feature=related
Ayrıca sizin yazınızı Uzungöl Turizmciler Derneği'ne ve Uzungöl Kültür Yardımlaşma Derneği'ne örnek olarak sunacağım teşekkürler. :)
kemal bey, uzun uzun yazmaktı amacım ama, düşündüm ki, siz de her şeyin farkındasınızdır. bu kadar güzel yerlerin bu denli hoyratça kullanılması hem üzüyor hem çok da kızdırıyor bizi. umarım derneğin çalışmaları faydalı olur ve uzungöl esnafı daha bilinçli, daha uzun vadeli,daha doğayı kollayıcı davranmaya başlar. sonra,turistle ilişkilerinde daha insancıl, daha az ticari bir iletişim biçimini geliştirirler.
tekrar gelmeyi çok isterim (bora'yı ikna etmem gerekir bunun için. o, gerçekten çok üzüldü uzungöl'ün haline ve "bir daha uğramam kesinlikle" dedi).
mail adresim endiseliperi@yahoo.com
eğer faydası olacaksa, önerilerimle katkıda bulunmayı isterim.
size kolay gelsin kemal bey.
Yorum Gönder