Salı, Nisan 15

gerçi biliyorum, sözlerin sarf edilmesinden başka bir şey olmadığını, hayatın.

Yazar olmak zor iş. İyi yazar olmak daha da zor; kendinizi tanımanız, filan gerekiyor. Oysa, çoğu insan gerçek kendisiyle karşılaşsa epeyce şaşırır. Ben, siz, hep öyle. Sansürcü başı kesiliriz kendi ruhumuza karşı, başka cellatlara gerek bile yoktur. Bir de poz kesmeye başlayıp, kendimizde olmayan hasletlere sahipmişiz gibi davrandık mı, al başına arap saçını. Bazen biriyle karşılaşırız, o, bakar bize ve anlar. Ne kadar güzel de olsa, yalan olduğu için dandik, görünen o resme hiç aldırmayıp, alttaki ruhumuza dokunur. Heyecanımız, dandik de olsa sahici kendimizin hatırlatılmasındandır. Bazı iyi insanlar ve bazı iyi yazarlar bunu yapma özelliğine sahip.

Faruk Duman’ın Av Dönüşleri güzeldi, evet, gerçekten güzeldi de, Nar kitabı, artık bir şiir olmuş iyice. Şiir gibi öykü, övgüsünü hiç sevmesem de, çok sevdiğim şiirin, öyküyü mahzunlaştırdığını düşünsem de, böyle bu. Şiir mi, yoksa öykü mü okudunuz, bilemiyorsunuz Nar Kitabı’nda. Yalan mı söylüyorum, işte, bakın:

“İnsanın gözleri neden büyür. Bunu ben teyzemde gördüydüm ilk. Böyle zamanlarda teyzem, odanın bir köşesinde kıvrılıp sanki uyurdu. Ya da uyumazdı, odanın içinde başka bir oda vardı ya, girerdi, o gizli odada onu kimse görmezdi, sessiz ne varsa konuşurdu. Otururdu sedirin üstünde, kollarını kucağında toplar, düşünürdü. Gözleri böyle büyürdü. Farkına mı varmazdı. Annem korkardı ondan. İsmail de korkardı, başkaları da. Artık o iri gözlerden mi korkarlardı. Çok geçmezdi gerçi, teyzemin yüzü, akıl almazdı, kırışıklıklar belirirdi. Kararıp uzak, bir daha asla dönülemeyecek yerlerin kasvetiyle kapanırdı. Bir keresinde teyzemi o uzak yerlerde görmüştüm ben. Yazdı. O sıcak öğle sonlarında çocukların da canları sıkılırdı. Teuzem, daha öğrenmemişti, belliydi. Saçlarını boyardı gün boyu, elleri etekliğinde. Zamanla nasıl da uzaklaşıyor her şey. Akşamüzerleri, guguk kuşlarının seslerine karışan o uzak, kasvetli ıslıklar hele. Teyzem işte oturur, gizli o odanın içinde, kollarını kucağında toplar, dinlerdi. Parmak uçları usul usul titrerdi. Sırtından belli belirsiz ürpertiler geçerdi. Üşüdüğümü düşünüyorlar, derdi belki, omuzları sarsılırdı, bir ağacın sırtından yere düşerdi. Annem, daldın yine, bile demezdi ona. Nen var da. Selma da. Misafir gelecek de. Teyzemin üşümediğini bilirdi çünkü. Odalardan odalara geçtikçe, kapı aralıklarında bir hayal olurdu, annemdi, İsmail’in de sinirleri tepesinde idiyse eğer. Ev nasıl üşürdü o zaman, evi sis basardı. Kapılar aralanırdı. Gözleri büyümüş o teyzemdi, dururdu orada, bir de İsmail’di, uzanmış tavanı izlerdi. Biz bir köşede sinmiş olurduk, annemse hep hayaldi, herkesti, evdi, dolanıp dururdu kendi odaları içinde.”

Nar kitabı
Faruk Duman
Can Yayınları

Hiç yorum yok: