Salı, Nisan 15

yürek burgusu

Camdan baktım. Rüzgarı, önce sokak lambasının yanındaki ağacın yapraklarında gördüm. Rüzgar gelmiş, dedim. Bu güzel. Sabah 3.00’te uyanmıştım. Issızdı. Başıboş kediler dolaşıyordu. Sonra çöpten, kağıt, plastik toplayanlar geçti, arkalarından çektikleri kocaman arabalarıyla. Onlara hayranım. Onlara hayranım, dedim. Çünkü, şehrin hayaletleridir onlar. Kararlılar. Kendi zaman ölçüleri var. Gözlerinize bakmazlar. Hayaletlerin en korkunç yanı, onlarla göz göze gelmektir, belki. Henry James’in Yürek Burgusu hikayesinde, iki küçük çocuğun eğitimini üstlenmiş genç öğretmen hanım, iki hayaletle göz göze gelir. Bunu hatırladım. Kitap, ayrıntılarla titizlikle yüklü, çok hassas bu hanımın, hayaletleri gerçekten görüp görmediği üzerine kurulu. Onun karakterine odaklanmış bu hikaye, önce hafif ve basit başlıyor. Sonra sonra kitap elle tutulamayacak kadar ağırlaşıyor, karışıyor. Üzerinde çok yorum yapılmış, hala da yorumlanan bir hikaye.

Hayaletlerle göz göze gelmek de, canım, ölümün bile huzur vermediğini düşündürttüğü için korkunçtur, belki. Belki de, ölmüş birinin bakışı, hayatımızın zavallılığını hissettirir. Şu ince ince yaptığımız planları, hayalleri, vesveseleri, dırdırları, şu, çayı şekersiz içsem, kilo verir miyimleri, her şeyi korkunç ama alaycı o bakışı altında anlamsızlaştırır.

Bizim öğretmen hanım, hayaletlere pabuç bırakacak biri değil. Çünkü, ölesiye bir övgünün peşinde. Çocukların hamisi amcalarının aldırışsız ilgisizliğinin duvarında bir parçacık pencere açma niyetinde. Amcanın bir bakışını kazanabilmek, öğretmen hanımın, çocukları ilgisiyle sıkmasına, boğmasına nihayetinde öldürmesine neden olacak. Özverisindeki bunaltıcılığındaki neden belki bu. Çocukları her şeyleriyle ve üstlerinden eksik etmedikleri bakışlarıyla da bunaltan ruh hastası anneler gibi. Belki de değil; hayaletleri gerçekten gördü ve masum çocukları o ahlaksız hayaletlerin kötü etkisinden kurtarmak için saygımızı kazanacak kadar çabaladı. Bir tür delilik krizi geçirdi belki öğretmen hanım. Tüm hayatının akli varoluşunun sınırı oraya kadardı. O deliliği ortaya çıkaran ortam işte o zaman oluştu. Ya da belki de tümden iyilik ve kötülüğün çatışması söz konusu. Hikayenin bir sürü sorusu var, sormak isterseniz.

Delilik de ayrı bir mevzu. Benim çocukluğumda deliliğin sevimli bir hali vardı. Her kasabanın bir delisi vardır ya bizim iki taneydi. Biri, Deli Yavuz. Sanki bir anda, vahşi bir köpek gibi peydah oluverirdi sokakta. Siyah, dalgalı tüylü bir köpek gibiydi. Akı kızarmış simsiyah gözleri ve hatta kırmızı dili, siyah karmakarışık sakalı, saçı, kat kat koyu renk giysileriyle, bir hışımla yürürdü. Onunla göz göze gelmek istemezdiniz. Bir kötülüğünü görmedim, ama kötülük fikri hakkında çocuk zihnimizin sınırlarını zorlardı, diyeyim.

Diğeri, Öpücüklü Kadın’dı. Yumuk yumuk bir yüzü vardı. Açık renkti. Göz göze gelirseniz, tutar sizi öperdi. Beni birkaç kere öpmüştü. Bunda korkulacak bir şey olmasa da, bir delinin sevgisi de nefreti kadar korkutucu gelirdi. Bir delinin sevgisini sunacağı kişi olarak seçilmiş olmak, karışık bir duygu.


Şehrin delilerini görmedim. Şehir, cinneti sessiz sedasız evinizde yaşayamıyorsanız, toplayıp tımarhaneye kapatıyor. Kendisi, sayılamayacak kadar çok başka tehlikeler üretmiş durumda.

Bir sabah erken saatte uyanıp sokağa baktığınızda, şehrin üstündeki gökyüzünü, rüzgarını, sessizliğini ve hayaletlerini görüp bu masumiyete şaşırıyorsunuz.

Sabah bunlardı. Camı kapat, dedim.



Henry James
Yürek Burgusu
Çev. Necla Aytür
Adam Yayınları

* Henry James hakkında, Ormandaki Canavar ve Daisy Miller'dan sonra yine konuşuruz belki.

9 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Bir-iki ay önce, Henry James'in Washington Meydanı'nı okumuştum.
Ne kadar zarif ve duygulu, aynı zamanda da gerçekçi bir romandı.

Henry James üzerine anlatacaklarını bekliyorum, Peri.
:))

Adsız dedi ki...

Peri Hanim, gecenlerde ben de Henry James uzerine yazayim diye dusunmustum, cok begenirim Henry James'i. Mesafeli muglakligiyla okuyucuyla yuz goz olmadan zihnini epey mesgul edisini, gerceklik algilarinizin dengesini sanki cok normal birsey yapiyormuscasina sogukkanli bir bicimde alt ust edisini severim. Bu yaklasimi sebebiyle Amerikalidan cok Ingiliz gibi gelir bana hep.
Daisy Miller uzerine ne diyeceginizi ben de merakla bekliyorum. Sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

ekmekçikız,
washington meydanı'nı çok gençken, kasabamızda, bir yaz vakti okumuştum. şimdi hayretler içindeyim; ne ilginç bir karışımı varmış o zamanlar elimize geçen kitapların, diye.

konusunu şöyle böyle hatırlıyorum kitabın. çirkince ama sadeliği ile hoş bir kızın, baskıcı babasının tüm yönlendirmesine, etkisine ramen, yakışıklı, serseri bir adama gönül vermesi, kalbimi hem heyecandan hem de olabileceklerin korkusundan titretmişti. kahramanlarını kadınlardan seçmesi, kadın zihnini çözümleme uğraşı ne ilginç, değil mi?

burada, o kitap kaybolmuş. adana'daki kolilerde var mı hatırlamıyorum şimdi. yeniden okumak lazım ve kitaptan uyarlanmış filmleri de tekrar
izlemek.

passive apathetic,
hoşgeldiniz. henry james, öyle de olsa amerika'yı, amerikan ahlakını yüceltir. doğrusu ya, yıllar önce ki washington meydanı okumasından sonra, sadece kitaplarından uyarlanmış filmleriyle ilişkimiz devam etti. bu sefer karışık bir okuma takip ediyorum. yakında daisy miller'ı okurum, konuşuruz.

sevgiler.

neo dedi ki...

periciğim,

benim için epey telaşlı geçen nisanın sonlarına yaklaştıkça işleri daha az umursar oldum, hala çok iş var ama zaman azaldığından mı nedir, bi rahatlık geldi üzerime.

büyük bir mahcubiyet içinde itiraf ediyorum ki henry james okumadım hiç. adını duydum sık sık ama fırsat olmadı. böyle hiç okumadığım kitaplardan övgüyle bahsedilince hem bu zamana kadar nasıl kaçırmışım diye hayıflanıyor hem de yaşasın güzel bir şeyler okuyacağım diye seviniyorum. hani lost'ta desmond diye bir karakter var ya (adanın en romantik erkeği:), onun ölmeden önce mutlaka okuyacağım diye yanında gezdirdiği bir kitabı vardı (charles dickens-mutual friend), tekneyle açılırken yanına almış, fırtına çıktığında naylonlara sarıp yağmurluğunun içine saklamıştı. henüz okumadığım kitaplar konusu açılınca o aklıma geldi, öyle bir kitap seçmem gerekse ne olurdu diye düşündüm. bir kere, başka kitaplarını okuyup çok sevdigin biri olmalı. bütün kitaplarını okuyup, birini bırakacaksın. orhan pamuk'un yeni çıkacak romanı mesela, ölmeden önce mutlaka okuyacağım diye yıllarca saklanabilir ama, yok yok dayanamam okurum ben.

eskişehir'de çocukluğumda vardı anlattığına benzer deliler, birinin elinde boş bir makara olurdu hep ve görünmeyen bir ipi sarar dururdu. bir de ayazın dondurduğu soğuk günlerde, güneşe soba muamelesi yapıp göğe çevirdiği ellerini ovuşturarak ısınmaya çalışan birini hatırlıyorum.

sevgiler

celerone dedi ki...

Sevgili Peri,

Bu akşam karanlık ara sokaklardan eve dönerken arabanın farları o dediğin kocaman arabalardan birini aydınlattı. O kadar büyüktü ve o kadar yüklüydü ki, arabayı çekeni göremedim.

"Tanrım" dedim içimden "Nasıl bir hayat bu? Nasıl bir hayat!"

Adsız dedi ki...

endişeli peri'nin mekanı burasıymış demek ki? halit bey de buralarda mıdır acap? henry james'i tanımamı sağladığınız için teşekkürler. duyarlı , içe işleyen, görmezden gelinmeyecek bir adam. tekrarteşekkürler.

endiseliperi dedi ki...

afşar bey, bu ne güzel sürpriz, hoşgeldiniz!

halid ortalıkta görünmüyor, ama ben onun bir hayalet gibi dolaştığına eminim:)neden ortalıkta olmadığını da anlıyorum. size de anlatmak isterdim ama çok uzun sürer şimdi. eminim yazın, bir gece vakti, bir kitabı okurken, okuduğu şeyden çok heyecanlanacak ve blog dünyasında olan abuk sabuk şeyler yüzünden hissettiği küskünlüğü unutup, yazmak isteyecek. onun o çok duyarlı, zeki, komik, doğru düşünmek ve davranmak konusunda olağanüstü hassas, o çok "havalı" okuma listesi ve cümlelerinin yanında ahmedinejad'ı hoş bulma nedenleri ile alçakgönüllü, şefkatli hallerini ben de çok özledim. onu ne kadar kızdırsanız da, size bir kardeşin abisine içerlenişi kadar çıkışırdı, değil mi? çok sevimli biri gerçekten de.

henry james'i tanımanızı sağladıysam ne mutlu bana! kesinlikle çok önemli bir yazar.

uğradığınız için ben teşekkür ederim.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

neolitik hanım'cığım,
oysa, sanki çok seversin henry james'i. evet biraz serin bir havası var ama kadınların gizli, derin, karmaşık ruh hallerini anlatmakta üstüne yoktur.

desmond gibi bir kitap seçmem gerekseydi kendime... hiç bilemiyorum... sanki karamazof kardeşler'i tekrar okumaktan yana kullanırdım tercihimi.

öpüyorum seni. sevgilerimle.

endiseliperi dedi ki...

celerone,
insan aslında kendi yaşamının bir bölümüne bakacak olsa, "tanrım, nasıl bir hayat bu!"diye kederlenebilir. insanın "alışma" konusundaki olağanüstü ve çok yararlı becerisi, onu hayatta tutacak gücü de veriyor. zorlu ekonomik koşullarda yaşamayı zorunlu kılan ülkemizde, ekmeğini kazanabilme becerisini geliştirmeyi ben çok takdir ediyorum. bu bağlamda, evet, yapılabilecek başka bir şey kaşmamışsa, çöpten kağıt toplamak da bir iş. kirli, yorucu, hiç bir sosyal hak tanımayan bir iş, ama bir iş işte ve yaşamı sürdürmeyi sağlıyor.

cumartesi sinemadan çıktıktan sonra yürüyorduk. tuhaf bir şey hissettim, arkadan, yokuştan aşağı üstüme doğru son hız gelen o koca el arabasını şöyle bi farkedip yana çekildim. ne durakladı, ne baktı, sanki titizlikle ayarlamıştı da bana çarpmayacağını. öyle devam etti yolun sonuna kadar ve orada, şansına yeşil ışık yandı ve o hiç durmadan bir kavis çizip caddeden karşıya geçti. orada, yolun izin verdiği şekilde yoluna devam etti. benim hayran olduğum şey, çalışırken gösterdikleri bu disiplin, bakışlarında bile tasarruflu oluşları, geyiğe müsaade etmeyişleri, sert ve kararlı tutumları. senden ne acıma, ne yardım, ne işbirliği bekliyor oluşları. böyle profesyonel bir yaklaşım az bulunur.

abarttım mı?:)))

öpüyorum çok. sevgiler.