Pazar, Mayıs 4

günlük: yağmurda ağva

bora bakmış ki yağmur yağıyor, yollara düştük yine bunun üzerine:) yağmur, yağmurda orman, yağmurda kasaba hep sevdiği şeyler. dün gece yağmur yağınca yaptığı kısa gezinti, sabah da yağmurla uyanınca biraz olsun neşelendi. yoksa hep sıkıntılı, hep üzgün bugünlerde. aklı hep bir şeylerle meşgul. olanlarla, olması gerekenler arasındaki sıkıntılar onu bunaltıyor. kadıköy çarşısına gidip güzel ekmekler, organik domates, salatalık, şık kutusunda kocaman tereyağı, sucuk alıp geldi. öncesinde çayı da demlemiş.


ben de masayı ufak ufak hazırlamaya başlamıştım. masa dedim de, dün ikea'dan masa ve dört sandalye aldık, çizgi roman kitaplığının önüne koyduk. öyle ha deyince olmuyor ikea'dan bir şey alınca. küçük küçük parçaları yap boz gibi birleştirmek gerekiyor. bayağı uğraştık, bir ara bora gömleğini filan çıkarıp atletle kaldı, dişlerinin arasında vidalar filan, çok yakıştı. keşke marangoz olsaydı içimizden biri. ya da terzi. ya da saat tamircisi olsaydı mesela bora da, küçük, loş dükkanına sefertasında taze fasulye götürseydim. bora geçen gün dedi ki, ilerde küçük bir kitapçı dükkanımız olsa keşke. ben gelecekteki kendimi görmekten bunca uzaklaşmışken öyle hoşuma gitti ki bu hayal. hiç sıkılır mıyım acaba, bir müşteriye aldığı kitabı açıklamaktan, onu okuyorsa, önce şunu, sonra da bunu okuması gerektiğini söylemekten, ya da efendim, o kitabı yazın okuyun, o kitap sanki yazın okunur da, şu kitabı okumak çok zevkli olur, çünkü çok nefis bir yağmur tasviri var bu kitapta, demekten. belki sinir bozucu bulurdu beni müşteriler. bir gelen bir daha gelmezdi:)



kahvaltımızı yapıp, arçil'i de dersaneye bırakınca çıktık yola. gri gökyüzü kurşuni bulutlarla çok dramatikti. biz ne zaman şile-ağva taraflarına gitsek queen dinliyoruz. bir ara john lennon'da dinledik: i am losing you.





burç fm diye bir radyo rastgeldi bir ara, prof. ümit meriç, sert, kesin, tutkulu ama mübalağaya kaçan ağdalı sözcüklerle istanbul'u anlattı. kadın sesiyle bunca mübalağa, bunca tutku, bunca sözcük hoş da, bir erkek sesi olsaydı sıkıcı olurdu. taşralılıktan mı nedir, çok konuşan, konuşmaması gereken yerde erkekçe susmak varken konuşan erkeklerden pek hoşlanmam. küçük bir dükkanı olan bir saatçi asla çok konuşmaz. bora da çok konuşmaz. saat tamircisi olmak yakışırdı ona. büyük bir reklam ajansında metin yazarıydım bir ara, oturmuş geyik yapıyorduk galiba. çok sevdiğim bir iş arkadaşı, saat tamircisiydi babam, dedi. bu cümle o yüksek volümlü, kahkaha dolu sözcükleri üfler gibi dağıttı sanki. sessiz, sakin, öyle hoş, asılı kalakaldı havada. geyik sulu sepken devam etti sonra. bir kaç gün sonra sordum babasını tekrar, ama o da anlamıştı, iş yerindeki kompartıman bizim hayatımızın lokomotifine çok uzaktır.



dağıttım sohbeti. teke köyüne yaklaşırken iri yağmur taneleri düşmeye başladı ön cama. köy kahvesinde durup çay içelim, dedik. kahvenin sahibi, kahveden, biz tepedeyken yağan yağmuru izlemiş, yağmur bizimle gelmiş köye. çay kötüydü, kahvenin sahibi de çok tüccar dilli bir adam. arsa filan da satıyormuş; ilgilenirsek, elinde şahane arsalar varmış, filan.

arabaya binip, arsayı görmeye gittik. yağmurun altında, çıkıp yürüdük biraz. ormanın kenarındaydı arsa, fena değildi. ama bora, oturma odasından göreceğim büyük bir ağacı olsun hiç değilse, uzaktaki ağacı ben ne yapayım, dedi. hem arsayı da dar buldu. o istiyor ki, mümkünse kare olsun.


kahveci bize telefonunu verdi, bizimkileri de aldı, çok sık araşalım, dedi. ağva'ya devam ettik. ırmak kıyısından deniz fenerine yürüdük. pek insan yoktu ve insan o zaman ağva'nın ne güzel bir yer olduğunu anlıyor. yazın, kalabalıkta gittiğimiz zamanlarda pek hoşuma gitmez ağva.

ırmak kıyısındaki çay bahçesinde çay içtik. daha iyiydi. dönüşte bir kamp yeri gördük; çadır kurulabiliyormuş. bahçesinde yeşil, büyük ahşap masalar, sıralar ve büyük ağaçlar vardı. çocuklarla gelsek, çadırda kalsak hoşlarına gider, diye düşünüp kartlarını aldık.



ağva'ya her gidişimizde yaptığımız gibi yemeği gizli bahçe'de yedik. garson çocuk acar bir şeydi. daha yemekler bitmeden tabakları toplama telaşındaydı. yağmur varken kurbağalar hiç ötmüyor da azıcık kesilsin başlıyorlardı vıraklamaya.

kalkıp döndük sonra. arabada beni iyice uyku bastırdı. eve geldiğimizde arçil dersaneden, atakan annesinden dönmüştü. bora uyurken çamaşırları astım. fotoğrafları yükledim.

bora uyanınca işe gitti. ben de bunları yazdım. conrad mı okusam, gazete mi, kubrick mi izlesem, sıradan bir vizyon filmi mi karar veremedim.



yağmur yarın da devam edecekmiş.

not: fotoğrafların üstündeki tarih yanlış, farkedeceğiniz üzere.

8 yorum:

Öykücü dedi ki...

Gezi ve günlük hayat yazılarına bayılıyorum Peri.Kitap ve film yorumlarını da seviyorum ama bu yazıların yeri ayrı.Hatta kitaplardan bahsettiğin yazılarda acaba bugünlerde neler yapıyor diye meraklanıyorum:))

"Bora uyurken çamaşır astım, kitap okudum,portakallı kek yaptım,Arçil'i çalıştırdım,filan yerden filan aldım,Bora bunu aldı filan" yazdıkça kendimi karmaşadan uzak,sakin,sıcak,kesinlikle huzur dolu ve biraz da gerçeküstü bir dünyadaymışım gibi hissediyorum.

Resimlerde(özellikle profilden göründüğün resimde)çok güzelsin.Bora Abiyle de çok yakışıyorsunuz.Yağmur altı gezginleri:))

Sevgiler..

endiseliperi dedi ki...

sevgili öykü'cüğüm, teşekkür ederim, tatlı sözlerin için. demek güzel çıkmışım:)) tamam tamam, o konuda çok konuşmak ister bir halim var ama geçelim şimdi.

hayatımız bu yıl çok daha sakin geçti çocukların sınav zımbırtısı yüzünden. epeyce bir sıkıldık.

haziran'dan sonra daha rahat oluruz inşallah. tatil yapmayı nasıl özledim anlatamam. şöyle sakin, yeşil bir yer istiyorum. bir pansiyon olsun, pansiyonda da bizden başka kimse olmasın. güzel yemekler pişsin, sürekli servis yapılsın istiyorum sonra. öyle kent görüntüsü filan istemiyorum uzunca bir süre. trafik, internet, telefon, hiç bir şey olmasın. balık tutalım, yürüyüş yapalım, kitap okuyalım... ah, elbette çocuklar çok sıkılır bu tatilden.

böyle işte. ben iyice esnemeye başladım. yatakta biraz okuyup uyuyacağım öykü'cüğüm.
iyi geceler, sevgiler sana.

Justin Biebery dedi ki...

Ne güzel anlatıyorsun Endişeli Peri. Huzurlu, sakin, hülyalı bir ses tonu yankılanıyor kafamın içinde, yazdıklarını okurken. Yağmuru ben de çok severim, yağmur yağdığında kendimi dışarı atmadan duramam buralarda, herkes tam tersini yaparken. O yüzden beni biraz tuhaf buluyorlar sanırım:) Bugün de aynı şeyi yaptım, bir dolu güzel fotoğraf çektim ama henüz yüklemedim bilgisayara, belki sonra. Bu kadar uzun ve yağmurlu bir kıştan sonra sanki güneşli günleri özler gibi oldum bu aralar bir de. Çelişki gibi görünüyor belki ama yok öyle değil. Bir gün yağmur, bir gün güneş, bir gün kar sonra yine bir gün yağmur olsun istiyorum belki de:))

Tam, fotoların üzerindeki tarihlere takılmışken notunu görmek gülümsememe neden oldu.

Umarım huzurlu, sakin bir tatil yaparsınız önümüzdeki yaz...

Selamlar...

SERAP dedi ki...

Belki haberiniz vardır ama tatil planlarınız için aşağıdaki linkler yardımcı olabilir.

http://www.yakabagh.com/index.asp?gstr=22

http://www.pastoralvadi.com/

yada uzungöl taraflarında bir tatil iyi olur.

neo dedi ki...

ne güzel bir yağmur gezmesi, ne güzel fotoğraflar!

benim de bir kitapçı hayalim vardi eskiden, aslında çok eski sevgilimle kurduğumuz bir hayaldi, adı da çıngıraklı kitapçı'ydı. kapısına asılı minik çıngırak

içeri geleni haber verecek, o sırada kimbilir hangi kitaba dalmış olan beni gerçek dünyaya döndürecekti. bir kedisi, kışın üzerinde çayın hep fokurdadığı

minik bir sobası olacaktı. bir de yalnızca arkadaşların ve hatırlı müşterilerin davet edileceği, nadir bulunan kitapların olduğu bir asma kat düşünmüştük.
bence sen şahane bir kitapçı olursun, bir gelen bi daha gelir, müdavimi olur dükkanın :)

elektra dedi ki...

peri peri, masal gibisin:)

sevgiler...

müzi dedi ki...

peri, senin bir kitapci dukkani hayalin yok muydu yani daha once? su okuduklarimdan sana en cok yakistirdigim meslek bu olurdu. ne de guzel olurdu senin dekore ettigin kitapci dukkani...

endiseliperi dedi ki...

fatma,
kelimeler anlamlarını taşımaz bazen. sakin miyim? huzurlu? her ne kadar öyle yazsam, öyle fotoğraf versem de beni tanıyan birisi çoğu kez başka şeyler söyler. aklım karmakarışık, minicik minicik şeyler üzerinde obsesif bir şekilde düşünen biriyim çoğu kez.

yağmur, düşünüce ne kadar harika bir doğa olayıdır. yukardan sicim gibi suların akması, mucize bu! dedirtir insana. yağmur, yine de benim değil bora'nındır. onun yağmura olan ilgisi daha dürüst ve dolaysızdır. bana, hadi senin hakkında düşünelim biraz desen, her şey dolaylı, bulanık, karışıktır.

bugün güneşli bir hava var ve iyi hissediyorum. bahar güneşini sevmek de kendin hakkında pek bir şey söylememeye eştir neredeyse:)


selamlar, sevgiler.

ah serap, ah!
bora, ders çalışma konusunda yeterli gayreti göstermeyen çocuklar için bu yaz pek parlak şeyler düşünmüyor. verdiğin linkler için teşekkür ederim. onları inceliyorum şimdi.

sevgiler.

neolitik hanım,
soba, çay ve kedi benim kitapçı hayalimi de süslüyor. ben faulkner'ın sartoris kitabını okuduğumda, eğer bir dükkanım olursa adını sartoris koyacağım, demiştim:) çok mu afili?:)

asma kat olsun tabii. bizim dükkanda da olsun. bora demişti ki, dükkanımız olursa ben de ufak tefek çeviri yaparım orada. işte bora'yı oraya alabilirim.

teşekkür ederim. kendimi hiç bir şeyin iyisi olmamaya yakın hissederken çok iyi geldi sözlerin.

sevgiler.

elektra,
sen öyle deyince tekrar baktım fotoğraflara. hımm... belki mavi yüzündendir, ha?

teşekkür ederim. öpüyorum çok.

müzi,
hayır yoktu galiba. meslek olarak kendim hakkında lise zamanlarında bir ceza avukatı olarak çok hayal etmiştim. sonra bir yazar olarak da hayal ettim. ama bir dükkanım olsa diye pek hayal kurmadım galiba. belki de bir kitapçı dükkanımız olur, belki çok güzel olur:)

teşekkür ederim.

sevgiler.