Ataerkil toplumları en iyi anlatan sözlerden biri ‘su küçüğün söz büyüğün’ der... Suyun küçüğe ait olması, onun sabretmesini henüz bilmeyen yapısından gelir ama aynı zamanda büyüğün şefkatine, kollayıcı ve koruyucu özelliğine de gönderme yapar. Küçük suyu içerken, büyüğün ona sevecenlikle baktığını hayal ederiz. Öte yandan söz konusu sevecenlik, büyüğü kendi gözünde yüceltir, onun ‘iyi’ olduğunu kanıtlar... Bu özgüven sayesinde tümcenin ikinci kısmına daha rahat geçeriz. ‘Söz büyüğün’ derken, küçüğe ait bunu dengeleyecek artık hiçbir nitelik kalmamıştır. Sözün sınırını biçmek, etkisini tartmak, içeriğini değerlendirmek küçüğe düşmez... Küçük sözün altında ezilir, bir sonraki suyu içmek uğruna kendi sözünü yutar. Ama bu da yetmez, o su için müteşekkir kalması da istenir, çünkü suyun asıl sahibi sözü elinde tutandır...
***
Cemaatçi solun düzeyi
(...)
Söz konusu bakış solculuğun evrenselliğini, eşitlikçi anlayışını ve ahlaki kaygılarını bir anda ikincil kılabiliyor. Artık önemli olan emperyalizm ve onun işbirlikçileri... Evrensellik, eşitlikçilik ve ahlak solun bizatihi ilkesel temeli olmaktan çıkıp, geçmişte dönemin getirdiği geçici bir zorunluluğa dönüşüyorlar. Diğer taraftan solculuk kemalizm gibi istenildiği gibi oynanabilen ‘gevşek’ bir ideolojik tutum değil. Bu konuda yapılmış olan kuramsal ve entelektüel tartışmaları bir hamlede kenara atamazsınız... Dolayısıyla da evrenselliği, eşitliği ve ahlakı bir biçimde yeniden tanımlamanız ama bu tanımlamanın sizin şu andaki tutumunuzla çelişki yaratmaması lazım. Böylece bu kavramları kategorik kutsallıklar haline getiriyorsunuz. Evrensellik artık yaşamakta olan somut insanları değil, neredeyse dinsel bir dogmayı ima ediyor. Eşitlikçilik içinde yaşadığınız toplumun kimlikleri içinde değil, makbul ve steril bir kimlik dünyasında aranıyor. Ahlak ise, ötekine ne yaptığınızla değil, olaylar karşısında tekrarladığınız ‘ilkesel’ klişelerle ölçülüyor.