Yazın nasıl geçtiğini anlamadım, ama ne güzel bir sonbahar var şimdi.
Yaz demek benim için biraz da karpuz demektir. Kokusunu duyduğum anda, mevsim hep yaz olur. Uzun, sıcak günlerin gölgeli odalarında dolaşıyormuş gibi hissederim. Bora ile yeni yeni birlikte olurken benim karpuz kokusuna olan bu anormal düşkünlüğümü anlamış, karpuz kokulu banyo jeli hediye etmişti:) O yılın bütün kışı da yaz gibi geçmişti. Bizim evde, Adana’da karpuz çok kesilirdi, ama yine de her seferinde bir tören havası olurdu. Ablam, hani Bursa’da olan, kocaman karpuzu tepsiye özenle yerleştirir, kapağını özenle, yusyuvarlak keserken çocuk ben heyecanla beklerdim. Sanki büyücü falımıza bakıyor da geleceğimizi söyleyecekmiş gibi. Kırmızıysa rahatlardık. Rahatlardık ama ablam öyle derhal ikiye bölmezdi. Sol avucu ile kapağın üstünden karpuzu kontrol edip dört, beş, altı dilime bölerdi. Kapaktaki elini çektiği anda, karpuz birbirinin eşi, kıpkırmızı dilimlerle saçılıverirdi. Bora kapak kesmez. Biraz da eğri büğrü bir şekilde ikiye bölüverir. Karpuzu onun kesmesini türlü bahanelerle engellerim. Kapağı özenle keserim, ama sonrasında ablamın maharetine bir türlü ulaşamam. Yampiri dilimleri hızla üçgenlere bölerim. Biz çocukken kocaman dilimleri alır, kollarımızı balkon korkuluğunun üstünden geçirir aşağıdaki avluya damlata damlata bir güzel yerdik. Üstümüz kirlenmez miydi, kirlenirdi de aldırış mı edilmezdi, hatırlamıyorum. Sol avuç içimde çocukluğumdan kalan büyük yara izi de kendi başıma kocaman ama buzdolabının bir rafını kaplayacak kadar kocaman bir yarım karpuzu çıkartıp kendime bir dilim kesmek istediğimde olmuştu.
Bu yaz yine karpuz kesiyordum mutfakta da Bora pür dikkat beni izliyordu. “sanki” dedi “yasak bir şey yapıyormuşuz gibi. Ne tuhaf meyve. Dokunulması yasakmış gibi.”:) gerçekten de öyle. İnce, zayıf bir dalın ucunda gittikçe büyümesi, büyümesi; o yemyeşil kabuğu ve o kıpkırmızı içi sonra. Ve ah kokusu elbette. Bora bir şekilde karpuzu benim yerel kültürümle özdeşleştiriyor elbette. O nedenle karpuzla beni yanyana düşünüyor. Sonra mesela o hiç sevmez ama benim kısıra olan düşkünlüğümü sevimli bulur, kısır yapmamı teşvik eder. Ben kısır yerken egzotik bir sevgilisi varmış gibi bakar. Hurma mevsimi mi geldi, diyelim, bana hemen haber verir. Ona, hurmanın içindeki çekirdeği dilimle kılıfından çıkarmanın, o turuncu ıslaklığın içinde, kılıfından çıkan çekirdeğin kupkuru dokusunu hissetmenin çok zevkli olduğunu söylerim, çok şaşırır, bir lokmacık olsun yemez ama.
Nerden geldi aklıma bilmiyorum. Annemi aradım da bugün, ondan galiba. Dün gece rüyamda görmüştüm. Kucağımda uyuyormuş, onu elimden derin bir suya düşürecektim neredeyse. Kayalıklara tutunarak güç bela çıkardım ikimizi de sudan. Pek telefonla aramıyorum. Benimle birlikte yitik hafızasında acı dolu karanlık bir boşluk beliriyor ölen kardeşim yüzünden. Hafıza sorunu yaşıyor bir hastalık nedeniyle. İsmimi söylemem ve onun sevdiği gibi gülmem gerekiyor. Ben ne zaman gülersem o zaman idrak ediyor ben olduğumu. Arayınca babam çıktı telefona. Telaşlıydı sesi, “elimi kestim de annen sarıyor parmağımı,” dedi. Annem aldı telefonu. Rüyamdan bahsetmedim. Çünkü orada, Adana’da rüyaların gerçeklerden daha özel bir geçerliliği var. Sesi iyiydi. Karpuz kokusunu hatırladım annem konuşurken.