Pazartesi, Şubat 23

en sevdiğim sensin...

Bir gün sevgili Bekir Bey’le parkın birinde piknik yapıyorduk da, dediği yaklaşık olarak şöyleydi: “Bana bir soru sorulduğunda vereceğim cevabın doğruluğu ve karşımdakinin algısı ile benim algımın örtüşmesi konusunda büyük endişe yaşarım. Bu nedenle anlatmaya en başından başlarım. Soruya cevap veren bu adam, şurada doğmuştur, ailesinin yapısı şöyledir, şu eğitimlerden geçmiştir, soru konusunda şöyle deneyimleri vardır. Şu konularda yanılma eğilimi içindedir.

Soruyu, bütün bu açıklamalardan sonra cevaplamak isterim ki tanıtılan adamın verdiği cevap, cevabın doğruluğu, böyle bir cevap verilmesinin gerekçeleri iyice anlaşılsın. İşte sen de aynen böylesin, Peri.”

(Yeryüzünün bütün kimsesiz canlılarının kimsesi olan Sevgili Bekir Bey, gerçek ismimi öğrendikten sonra da bana Peri demeyi sürdürdü. Bunun nedeni benim periliğimden ziyade, tanıştığımız koşullara sadakatindendi büyük olasılıkla.)

Evet, ben de öyleyim. Ve kendini yazarak açıklayabilenlerdenim. Buraya, her şey iyice anlaşılsın diye yazıp durdum. Bir perinin dünyayla olan ilişkisinde en doğrudan duygusu olan endişeyle yazdım çoğu kez de. Peki, bir perinin vedasındaki duygu nedir? Bir perinin vedasının ölümden başka hiç bir gerekçesi olamaz.

Bu ölüş, başka bir yerde, başka bir isimle bir dirilişi de içerir mi, emin değilim. Şundan eminim, buradan bir perinin vedasıyla ayrılıyorum.

Aşağıda, buradan çok uzakta, sıcak bir günde, nehir kıyısında bir evde doğuşun merhabası var. Sevilen şeylerle ilgili sorular sorup durmuşum merhaba derken ve sonrasında da pek nefret olmamış yazılarda. Şimdi de yok.




Adil olmak kaygısı yüzünden mi, yoksa ilk sırada yer alan ile beğenim ölçümlendirilecek diye korkumdan mı nedir, en çok sevdiklerim sıralamam yoktur. En sevdiğim yazar, film, renk, şehir vs. sorulduğunda düştüğüm panik duygusunu anlatamam. Açıklamalar, ama'lar, aksi yönde şerhlerle bu en sıradan soru ile basit bir iletişim köprüsü uzattığını sanan sohbet arkadaşımı yıldırırım. Hakikati, yalnızca hakikati arayan cevval bir dedektif kesilmişken, en sevdiğim renk için kırmızı mı dedim mesela, "ama," derim "hiç giymem kırmızıyı. Yaşam alanımda da olmasın isterim, beni sinirlendirir. Öyle ki çevremde olan kırmızının tonlarına göre günün agresyon frekansı da belli olur. Lakin çabuk sinirlenen biri olduğum için de adil olan benim kırmızıyı sevmemdir." Sohbetime dost yeşiller, mahzun sarılar, lacivertler, beyazlar ve tabii siyahları gücendirmiş olmanın endişesi ile son verirken ortamdaki genel mutsuzluğu da gelin siz takdir edin:))








En sevdiğim meyvenin ne olduğu sorusu bunun dışında tabii. Elma, diyiveririm saniyesinde. Açıklama filan da yapmam. Ne onun varoluş efsanesindeki seksapel rolü, ne vitamin değeri, ne en usta ahçıların elinden çıkan tatlılara fark atan lezzeti... Suskunluğumun romantik hikayesi şudur: Çocukluğumla ilgili hiç bir görüntü ya da bilgi kırıntısını hatırlamayan annem sadece elmayı çok sevdiğimi düşünür nedense. Seyrek ziyaretlerimde beni gördüğü an elma ikram etmesi gerektiği fikri de belirir bulanık zihninde. Annem beni tümden unutmasın diye ben elmayı sevmezlik edemem. Ben en çok elmayı severim.


Size bu değerli bilgiyle merhaba demek istedim:) Siz de en sevdiğiniz şeyleri bir düşünün bakalım; nesneler, şehirler, kitaplar, onlarla içlidışlılığımızı tayin eden anılarla sevilesi, değil mi?


Hoşçakalın.