Annemi çok düşünüyorum bu aralar. Onu hatırladığım zamanlar, onu son gördüğüm, hafızası bulanık iyice yaşlanmış hali değil de, biraz daha genç zamanları. Benim çocuk olduğum zamanlar, ki o zamanlar bir seyirciydim dünyaya ve en çok da öleceğinden çok korktuğum anneme.
Annemi özlediğim zamanlarda, annemi seyrettiğim hayalde büyük bir sessizlik var. Çünkü annem abdest alıyor o sahnede. Güneş ışınları annemin suyu akıtan ellerinde parlıyor. Annem benden ve dünyevi olan her şeyden uzaklaşmış, bilinci tümden niyet ettiği eylemle ilgili. Annemle ilgili tüm resimlerde böyle bu; bana bakmıyor ve aklı tümden ve tutkuyla başka bir işe yoğunlaşmış. Rüyalarımdaki annem de ve hep böyle.
Abdest alan annemin sahnesinde yaz. Kuş ve böcek sesleri ve belki motor sesleri bu sahnenin çok uzağından duyuluyor, yakında ise su sesi ve annemin fısıltıları var. Annem onu seyreden benim ayırdımda değil. Tümden bedeniyle ve bedenini sunacağı ibadetin ayrıntılarıyla ilgili ve bu onu dünyadan koparmış, başka bir alemle ilişkilendirmiş. Bu uzaksılık beni ürkütüyor ve o an umutsuzca başındaki tülbenti koklamak istiyorum. Annemin varlığının özü o tülbente geçmiş gibi. Annem suyla törenine devam ediyor. Baş parmağı ile kulağının arkasını, sonra üç parmağının tersiyle boynunu ıslatıyor. Sanki o su benim ensemden akıyor. Titriyorum. Dirseklerinden akan su bir ışık yalımı ile parlıyor. Annem iyi ki zayıf, çünkü ayaklarını yıkarken zorlanmıyor ve çirkin durmuyor bu.
Annem uzaklaşıyor, iç içe odalardan geçiyor ve gölgeli bir köşede seccadesini dikkatle yerleştiriyor. Aralık kapıdan, onu ta uzaktan seyretmeye devam ediyorum. Artık su sesi yok ve fısıltıları da duyulmuyor. Annemin eğilip kalkan bedeni ve kuş, böcek sesleri var. Annem oturmuş, son duasını ediyor. Ben bu duanın içindeyim, annemin aklındayım şimdi. İki elini yukardan aşağıya yüzünden geçiriyor. Bitiyor. Birkaç saniye daha öylece oturuyor. Sessizlik.
Ben, elimdeki kitaba dönüyorum. Raskolnikov, içerde. Arkasında kanayan iki ceset. Sıtmalı bedeni titrerken, kulağını kapıya dayamış, dışarıda, uzaklaşan ayak seslerini dinliyor. Sessizlik.
(işte yıllar sonra yine elimde aynı kitap. hayat ne tuhaf)
24 yorum:
Annelerle ilgili yazmaya elim varmadi; zor konu; anne oracikta olsa bile zor. Ama dikkatimi ceken iki sey oldu; bir hey demek istedim: saclarini mi kestirdin? ve ben de Suc ve Ceza'yi okuyorum; ama ilk defa, ve gittikce ilgimi cekiyor (ve/gerci zaten 3/4'unu gectim bile).
Bir yalım penceremden içeri
Bir yanım penceremden dışarı
Bir yarım ellerimden içeri
Bir yarım hatıramdan dışarı
Çünkü ellerin su gibidir hatıralarda
Işık olur akarlar gözler aşırı
Çünkü en aydınlığından hatırlarız sevdiklerimizi
Ve hayatla barışır
Gönlümüz
Susar ilişir
Yastık gibi bir göğse
Anne deriz
Bırakma bırakma beni
Çünkü ellerindir varoluşun sırdaşı
Bir yalım penceremden dışarı
Biryanım penceremden içeri
Ellerindir ellerimden içeri
Hiçbir yanın hatıramdan dışarı
tavşan,
(her seferinde gülümsüyorum tavşan derken:)
*anne hakkında yazmak benim için de çok ama çok zor bir mesele.
*saçlarımı kestirdim mi? hayır. düşünüyor muyum? evet. ama nedense bu benim için çok ama çok zor bir karar.bir de yakışmıyor bana kısa saç. eh, hep topladığıma göre, kestirmek daha mantıklı değil mi? evet ama mantık pek sevdiğim bir konu değil.
* yıldızların etkisinden galiba diyorum, suç ve ceza'yı aynı zamanda okuma programına almak. ama evrenin,tüm zamanlarında suç ve ceza'yı okumuş tüm insanlarını ruh kardeşi ilan ediyorum, hemen şurada.
:)
öpüyorum çok ve sevgiler.
Aysin, teşekkür ederim tüm güzel sözlerin için:))
(yorumlar mail'e geliyor)
afşar bey,
valla ne diyeceğimi bilemiyorum.
1) alttaki yoruma bir şekilde neden olduğum için özür dilerim. Valla çok utandım. Oluyor bu alemde böyle şeyler.
2) şiiriniz için teşekkür ederim gerçekten. dilinize sağlık.
Peri aslinda yazdigim yorumlarin ikiside yanlislikla silindi..Birini sileyim derken ikisinide silmisim sonrasi malum..
Sevgiler..
Pericim,
Anne hakkında yazmak benim için inanamayacağın kadar zor. Bazen düşünmek bile öyle. Ne yazık ki. Bir türlü halledemediğim, halledebileceğime de inanmadığım bir sürü meselemiz var. Bazen içimden yükselen öfkeye dehşetli şaşırıyorum inan; sebepsiz gibi görünen ama kabarıveren öfkeye.
Hay allah, çok hüzünlendim şimdi. Belki de yazmak lazım anneyi...
marruu
Anneler..varlıkları ayrı bir dert,yoklukları ayrı..Galiba bir süre sonra yaptıkları,dedikleriyle falan değil de aklımıza,ruhumuza işleyen -çok da alakasız olabilir- görüntüleriyle canlanıyorlar gözümüzde..Bu arada benim annem hala yaşıyor ama aynı şeyleri ananem için düşünürüm sık sık...Bizi nasıl hatırlayacaklar acaba,tabi hatırlayacak insan olursa..
miso'cuğum, hoşgeldin! yahu ne oldu da artık vakti ayarlayıp şu bilgisayarın başına geçemiyorum bilmem. gelip, senin barcelona maceranı okuyacağım daha.
ne demek istediğini anlıyorum. şu annelik mevzusunda, boğazımızda düğüm olmadan, ruhumuzun en mahrem köşelerinin en arızalı meleselesi değilmiş gibi, yahu sıradan bir meseleymiş gibi konuşmak, konuşmak, mevzuyu tıngır mıngır bir hale getirmek gerek belki de. mümkün mü? biraz zor.
ben çok yorgunum şu an yahu. miso'cuğum benim. o öfke çok tanıdık ama anneyle yüzleşmek, o meseleyle yüzleşmek ne faydasız görünüyor. hele böyle yorgunken. belki öfkeye neden olan da bu. sen hüzünlenme şimdi. ben de bir çay alıp oturayım artık.
öpüyorum çok ve sevgiler.
redrabbit( rabbit sözcüğünün, tavşan gibi yumuşak, beyaz bir varlığı anımsatmaması ne tuhaf. üstelik siz bir de kırmızısınız. hay allah. böyle oluyor bende redrabbit, sözcükler renkleriyle de yerleşiyor zihnime. rusça çalışırken biraz da bundan zorlanıyorum. nasıl anlatsam, mesela "вторник" sözcüğü nereden baksan koyu renk bir sözcük ya yazarken, gel gör ki onu okurken "vtornik" diye okuyorsun, eh bu da enikonu açık renk bir sözcük. вторник, salı demek bu arada. neyse redrabbit. benim annem ölmedi. yaşıyor çok şükür. ama neredeyse doğduğum günden beri onunla ilgili fikrim, onun ölümüyle düşeceğim dehşet duygusuyla şekillenmiş durumda.bu, öyle sanıyorum ki, olağan bir durum. yani arçil de, diyelim ki insanın ölümlü olduğu fikriyle tebelleş olduğunda bu fikrin öznesi ben olacağım. hastalıklı bir şey. geçen gün trt 2 de bir adamla röportaj yapıyorlardı, tanıdık biri değil. adam annesi öldüğünde bu fikre 3 ayda alışmasına rağmen, yıllar önce kaybettiği oğlunun öldüğü fikrine hala alışamadığını söyledi. o sağduyulu, serinkanlı röportaj, oradakiler ve biz seyirciler dahil çok hüzünlü oldu.
şimdi kapatalım şu ölüm mevzusunu. çok can sıkıcı. çay demlenmiştir, ben kalkayım. bir de börek alayım yanına. bugün yine şu saate kadar hiç bir şey yememişim. tez zamanda yemek düzeni ile ilgili diktatör kesilmem gerek başıma.
sevgiler.
O kitap okuma, bir yandan da anneyi seyretme sahnesi var ya. Ona benzer sahneler ne kadar çok var çocukluk anılarımda.
Birinin iyi yazdığını nasıl anlıyorum biliyor musun Peri? Ben de fena halde yazı yazma isteği uyandırmasından.
Seni okuyunca hiç kalkmadan yazmak istedim.
Sevgiler,
celerone, sen hiç kalkmadan yaz. öylesine ilgiyle, merakla okurum. çok teşekkür ederim sözlerin için, nasıl hoşuma gidiyor, biliyorsun işte.
suç ve ceza'da svidrigaylov adında bir kararkter var. dün gece raskolnikov'la konuşuyorlardı da ona şöyle diyordu:" sonunda kadın yüreğini esir almakta en etkili, en sağlam şeye (hiçbir zaman hiç kimseyi yarı yolda bırakmayan, ayrımsız her kadını kesinlikle etkileyen şeye)başvurmuştum: pohpohlama.
ben elbette içtenliğinden hiç şüphe etmiyorum övgünde ve yazmak konusunda esin vermenin duyabileceğim en güzel övgülerden biri olduğunu söylemek isterim.
sevgiler.
celeronea katılmamak mümkün değil...
çünkü bir havai fişek havasından
bir huzurlu sönüşe
ve sonra bir başka seirn sabaha dönüşe doğru
geriliyor rüyalardan tüm sözler
yazdırıyor aklımıza tüm imgeleri
yaşlar dolusu yazarın
ıslak ve parlak
gözler.
ooo afşar bey, bir yazıya iki şiir, bu ne cömertlik! beni şımartıyorsunuz:)
ben raskolnikov'la basık ve karanlık bir tavanarasındaydım ne zamandır ve onun insan ruhuna yaptığı hallaç pamuğu muamelesinden yorgun düşmüştüm. Carr'ın kitabı ile tavanarasından sokağa çıkıp buz gibi bir soğukkanlılık ve sağduyu ile tavanarasına bakıyorum şimdi.
ve işte bir de, kısa şubatın içinde zonklayan soğuk havalar, fırında kızaran poaçalar, rusça ders kitabından ezberlenmiş kelimeler, kulağımda rus radyosunun hala çok gizemli cümleleri...
hayat böyle. fena değil. hiç fena değil.
teşekkürler ve sevgiler.
Silmarillion'a yeniden başladım, galiba Tolkien'e haksızlık etmişim...
Dükkâna epeydir uğramadınız?
Bize debekleriz efem... Sağlıcakla..
sardunya yazmış seni merak ettim uğradım Sardunya benim en özelim caaanım onun beğendikleri benim için en birinci referans...
ama bu anlatım...
sanki tavan arasında koliden bir kitap bulmuşum da arka kapak okumuşum gibi...
romanın içini merak ediyorum şimdi o yüzden de çok sık uğramak icap eyler...
sevgiler...
afşar bey,
benim tolkien'le pek aram yoktur. arçil küçükken bir hikaye kitabını okumuş ve arçil'le o hikayede geçen evlerle hobbitlerin resmini çizmeye çalışmıştık. hobbitler'in evlerine, tabaklarına ve yemeklerine hayranım:)
sonra çizgi roman şeklinde çıktı hobbitler ve onu okudum. aslında en çok hoşuma giden kitabı, Noel Baba'dan Mektuplar. Bir yılbaşı günü Bora hediye etmişti. Çok ama çok sevimli bir kitap. Tolkien'in, çocukları için, her aralık ayında, Noel Baba imzasıyla yazdığı mektuplardan oluşuyor. Yazılar çok güzel bir el yazısıyla yazılmış ve yaşlı Noel Baba süsü vermek için de biraz eğri büğrü, titrek yazılar:) resim de çizmiş, çok güzeller gerçekten. Kutup ayısı da yazmış bazen. çok nefis bir kitap. Leyla Roksan Çağlar çevirmiş de, hani kitap ilk çıktığında çevirmen bir yeri kasıtlı olarak çevirmediği için bayağı bir sansasyon olmuştu edebiyat dünyasında.
Tolkien okumak için yanıp tutuşmam. ama bana bakmayın, ben Ursula K.Le Guin de okuyamam. toplasan ancak bir-iki kitabını okumuşumdur.
ya afşar bey, eskisi gibi buralara pek takılamıyorum. şu an da bile hızlı hızlı yazıyorum ki, yapacağım tonlarca işin programı aksamasın. hem fotoğraf makinasını tamir ettiremedim, tamir ettirip evin, bizim, çocukların fotoğraflarını da koymak istiyorum. çünkü bizim bütün fotoğraflar silindi bilgisayardan geçenlerde. siteye ne koymuşsam onlar var elimizde. bu nedenle her ihtimale karşı burayı bir fotoğraf arşivi gibi de kullanıyorum.
böyle işte.
funda hoşgeldiniz:)
sardunya, evet çok özel bir insan.seviyorum ben de onu çok.
umarım romanın kapağı, içeriği konusunda düş kırıklığına uğratmaz sizi.
ben eskisi kadar istikrarlı yazamıyorum bu aralar ama arşive göz gezdirebilirsiniz.
her zaman beklerim.
Peri, Celerone'un yorumuna yanit verirken Suc ve Ceza'dan alintiladigin kisim beni bitirmisti; cok dogru gelmisti ve bu yuzden cok aci. Ve oyle kisacik geciyor kitapta, toplasan bir-iki paragraf. Bir de kadinlari cozememekten sikayet eder erkeklerin bircogu.
Saclarinla ilgili de sunu diyeyim; saclar senin istedigini yaparsin;) Ve ben, arada kestirme sevdasi gelse de, uzun sac seviyorum, upuzun.
şimdi boşver dostoyevski'yi, saçlara gelelim:p
bin yıldır böyle düz, uzun saçlarım. ara sıra elime makas alıp kahkül kesiyorum ama sonra çabuk uzasın diye bekliyorum. belki, tanımlarken hep, uzun saçlı japon, dendiği için ve sanki güzelmiş gibi müthiş bağlandığım bu tanımı bozmamak için. berbere gitmeyi de hiç sevmiyorum. hiiç. belki o yüzden. şimdi uzun, bıraktım uzasın daha, yazın belime gelecek. sonra onu başımın tam tepesinde yusyuvarlak toplayacağım sıcak yüzünden ve evet gerçekten japon olacağım.
bıy bıy bıy.. böyleyken böyle işte. yorgunum yine tavşan. tina'nın yerlere saçılmış tüylerini süpürüp sildim az önce. arkada, matematik hocası ile dersi var atakan'ın. ev sessiz. karnım acıktı. dolap yemek dolu ama bir dilim ekmekle, peynir ve ceviz yiyeceğim sanırım. sonra tina'nın yanına gidip biraz okurum.
sevgiler tavşan'cığım.
Disari cikiyor musun? Yuzyuze gorusuyor musun arkadaslarinla ev ahalisi disinda?
Beni de uzun sacla ozdeslestirdi insanlar; sevdigimden ve uzun sureler oyle oldugundan. Ve evet belki bu yuzden biraz da, pek kestirememem.
Bir de lisede South Pasific muzikalinde yerli bir kadini oynamistim ve saclarimi oyle tepeden topuz yapiyordum "rol icabi"; onu hatirladim "tepede yusyuvarlak toplayacagim"i okuyunca:)
ben bir de sarilirim sana:)
tavşan,
* bıraktım ben o işleri. zamanım da yok doğrusu. sıradan, düzayak konuşmalar için yorgunum. konuşmak deyince ben, karşındakinin ruhuna girmeyi, onun tüm tarihini, evrildiği tüm halleri, öğrendiği ve sevdiği tüm sözcükleri, okuduğu tüm kitapları, izlediği filmlerde ürperdiği, irkildiği, huzura erdiği tüm anları, bakışını, gözünün dalışını, iç çekişini, sesinin tonlarını hepsini istiyorum. gerçek, tam bir konuşma anı bir mucizeyle haşırneşir oluyormuşsun, uğraşın buymuş gibidir. tam da istediğin biriyle, tam da istediğin bir konuşmayı gerçekleştirmek müthiş bir şeydir.
hem yorgun, hem yaşlı hem de neşesizim bunun için. ,
diğer türlü, yani daha düzayak konuşmalar da bir istikrarı, bir düzeni, disiplini filan gerektiriyor. bu da şu aralar zor.
bora için de yaklaşık böyledir konuşmak. onun lüzumsuz konuşmaya, mesela geyik yapmaya karşı tahammülü hiç yoktur. kendine de başkasına da izin vermez. dere sesi dinlerim, der, daha iyi.
*aa, demek bir müzikalde oynadın! ne hoş! keşke bir fotoğrafını görsem öyle.
not: tavşan, şimdi yukarda konuşma yazısı, zor konuşan biri olduğum izlenimi vermiş olabilir. konuşma konusunda meselem var ve bu mesele hakkında saatlerce konuşabilirim. yani, tam anlatamadım sanırım derdimi. en azından en uç noktadan başladım anlatmaya ki, merkezdeki ılımlı noktasında daha iç açıcı ve renkli bu mesele.
neyse, neyse.
ben de sana sarılırım, tavşan'cığım:)
Yorum Gönder