:) ben aslında sorarken "ne kadar"ı zamansal olarak düşünmemiştim. yorumları okuyunca hoş oldu. aslında doğrusu da böyle. yani ağladığını, ağlama isteğini, ağlamaklı bir hali gizleyebilir misin? gizlesen, gizlesen ne kadar gizlersin, diye sormuştum.
benim ağlamaklı hallerim gerçi içimden yüzüme yansıyıverir. ama bazen de durup dururken, ağlayıveririm. bir şeye gülerken bir bakmışsın gülme sesim ağlama sesimle devam ediyor. bazen öyle oluyor. çok yorulduğumu, bir şey için çok sıkıldığımı, artık bir saniye o şeye tahammül edemeyeceğimi öyle anlıyorum. görünürde, insan katlanıp gidiyor, zor değil, diyor. ama insan hiç farkına varmadan zorlandığını o zaman anlıyor. insan mekanizması öyle tuhaf ki, öyle şaşırtıcı, öyle hassas, öyle dayanıklı, öyle dayanıksız ki ona hayran kalıyorum işte bu zamanlarda. insan, işte öyle durup dururken ağlamaya başladığında öyle şaşırıyor ki, bir yabancının faltaşı gibi açılmış gözüyle bakmaya başlıyor kendine iyice. neyin var, diye soruyor, kendine ciddi ciddi. oysa söylenecek yok bir şey. yok. işte insanın ağlamasının gizli bir yuvası var içinde, bazen devreye giriyor ve kendine dikkat etmen gerektiğini söylüyor. her şey yolundayken, hiç sorun yokken, ortaya çıkıp,uyarır bir tonla, kendine dikkat etmelisin, diyor.
bazen de biliyorsun geleceğini, ocaktaki süt gibi tedirgin, bekliyorsun. taştı taşacak. ocağın altını kısıyorsun, kepçeyle karıştırıp sakinleştiriyorsun, geçiyor. gizliyorsun. her masum, beyaz, sıradan süt, içinde müthiş bir taşkınlığı, hırçınlığı, kabul etmemeyi taşıyor, şaşıyorsun.
ekmekçikız, sen öyle misin? yani ömürboyu saklar mısın bir gözyaşını? bunu yapabilir misin? bana sanki yapmazsın, yüzleşir, hesaplaşırsın gibi geliyordu.
aysin, ne kadar sağlam, katı, gururlusunuz. gerçekten.
karşınızdaki/yanınızdaki/canınızdaki ne kadar görmezden gelirse, o kadar gizli ağlayabilirsiniz. bu giz, diğerlerinin iz sürmesine bağlı sanki biraz. bazen alenen ağlarsınız da somut yaşlarla yine de nasılsa gizli kalır. bazen de yüzünüzdeki tebessümde, yüksek perdeden bir kahkahada dahi gözyaşı bulan mahir izciler vardır :)
sesli (hüngür hüngür, hönküre hönküre) ağlamanın bir muhatabı varsa, onun için iyi bir şey. bu bence da taşır. içtenliğinden şüphe edilmez ve konu hala kalbi filan ilgilendirmekte, hala duygusal düzlemdedir. güzel, umut var.
ancak, eğer sadece bir damla gözyaşı dökülmüş dökülmemişse ve susulmuşsa ekmekçikız, bundan korkmak lazım işte. artık mesele kalp düzleminden çıkmış, akıl fikir düzleminde konuşulması gereken bir hal almıştır. bir soğukkanlılık, bir sağduyu, bir hesap kitap vardı artık. bakışların ucunda, aldırmazlık, umursamazlık pıritısı sallanır durur. bundan korkmak gerekir.
ve Journey to Orient'in dediği gibi ağlamak, gönüllü için bir meseledir. sizin ağlamınızın içerdiği meseleye gönüllü yoksa ortada, ister gizli ağla ister hüngür hüngür. işte bu da dehşet veren yalnızlığınızın resmi olur.
tavşan'cığım, ne yazıyorsam kendimden biliyorum. içtenliği şüphe götürmez. övgülere ise her zaman kapım açık biliyorsun:P
Ah Nasil da Nazim'in Tecritteki Adamin Karisina Mektuplarini okuyasim geldi simdi. Siirin bir yerinde der: Aglamak ruzgarda titreye titreye/aglamak hic kimseden hicbirsey beklemeksizin/ aglamak sade kendi kendine /sade kendi icin...
Siirin tumunu benden dinlemek icin buraya gidebilirsiniz...
Yazdıklarınız üstüne Orient'in alıntısı fevkalade güzel olmuş. İlave olarak diyorum ki, bu bakıştan ve yalnızlığı tanımlayıştan, yani buradan yola çıkılabilirse bir Ermeni meselesi için bile bir dil ve ruh oluşturmak mümkün, yeni bir başlangıç için.
Bu Orhan Veli ve Aşık Veysel'in sözlerinde de bir yalnızlık var. Yani belki gönüllüsü yok, olmadı, olmayacak. Belki de hiç olmayacak. Ya bir de hiç olAmayacaksa. Neden olamayacak? Nasıl olamayacak. Hiç mi olamayacak. Bir yanıyla olanlar/olmayanlar, diğer yanıyla olmayanlar/olamayanlar.
Bütün meseleye analitik bir bakış açısıyla baktığımızda (neden çünkü analitik iyidir, fevkaladedir) "yalnızlık" yanında anılması gereken en önemli kavram, hatta belki de onun bile önünde; çaresizlik. Bir halk da ağlar, kanar. Bu açıdan baktıkta da işin içine "gönüllüsü" yanında "muhattabı" kavramı da giriyor. Ve çaresizlik ve yalnızlık belki de etrafında çare olabileceklerin, yalnızlığını azaltabileceklerin bulunmayışıdır belki de. Belki de böyledir bu...
Belki bir anne de gizli gizli ağlar mesela, siz(ler) gibi, çocuğu için ve çocuğu bilmesin diye.
Belki de Eleştirel Günlük'ün ilk cümlesinde sezdirdiği gibi ağlamak bazan bir "ayıp" da olabilir. Bir iyi peşinde umutsuzluğu ve hüznü dayatmamak için, başka türlü bir yarın için.
Yine analitik bir yaklaşımla denilebilir ki; o çaresizlik ve yalnızlık duygusuna nereye kadar katlanılabilir... Dayanabilmenin ötesinde ve bununla da ilgili olarak nereye kadar katlanmak anlamlıdır... Bu anlamı yıktığında yerine hangi anlamı düşürmenin kaygısı vardır...
Yani sevgili Endişeli peri,
Dostum Panço'yla da konuştum. O da övgülerini sunuyor ...
eleştirel günlük, evet güzel oldu bu dizeler. ben youtube'a girdim, ama bekle allah bekle bir türlü açılmadı sesiniz. vazgeçtim. siz ezbere mi okudunuz onca şiiri? bravo valla.
kendi kendine ve kendin için ağlamak sözleri hoş da, bana sanki içinde kendine acıma hali var gibi geldi. kendimiz için en çok kendimize acıdığımız zaman ağlamaz mıyız? o da pek nahoş bir şeydir. kesinlikle yalnız yapılması ve hiç bahsedilmemesi icab eder bence.
Ben bazen çok alakasız bir şey karşısında bile aniden ağlayabiliyorum..O tedirginliği çok iyi anlarım..Sinyallerini verir zaten..İçten içe kırılırsın bazen,söylesen de,bağırsan da çağırsan da faydasızdır,öyle incinir ki için ,çocukluk haline dönersin ve yatağın altına girip kimseyi görmemek,kendinle olmak ve ağlamak istersin..Bir birikim meselesi herhalde..Şu günlerde benzer şeyler yaşıyorum.Eşimden ayrılmak üzereyim,ilk günler çok ağladım,gurur murur hak getire,nerdeyse yalvardım,gitti ama şimdi garip bir şekilde bir damla bile dökülmüyor gözümden..Bitmiş damlalar..antidepresanların etkisi olabilir mi acaba..
redrabbit, canım, öyle çok şey demek istedim ve öyle susup kalakaldım ki şimdi.
keşke yanımda olsan da sarılsam sana. keşke bu gözyaşlarının filan hepsinin biteceğini, artık acı çekmeyeceğini, o günleri gülümseyerek hatırlayacağın bir zamanın geleceğini, bu klişe sözlerin gerçekten doğru olduğunu söylesem.
canım, özür de dilemek istedim. anlamadığım için üzüntünü. sen bana eğer çok bunalırsan mektup da yaz olur mu? istersen. ben iyi öğüt verebilen, yol gösteren biri değilim ama arkadaşlarımın acıları ile dertlenebiliyorum sadece. bu da iş görür, birlikte ağlarız.
Bakınız mesela aşağıdaki şiirde de bir sessiz ağlayış yok mu. (bu şiirin youtube'da Yılmaz Güney'li bir videosu var. Herkesin seyretmesini mutlak isterim)
... Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz ...
Ve ayrıca diyorum ki; ağlamayı yaratan/gerektiren koşulların (herhangi bir sebepten) hiç bir zaman bitmeyeceğini düşünür ve bilirseniz, yani bir sonraki aşama yok ise, yani çare yok ise ve orada kalmanız gerekiyorsa, işte en kötüsü o olsa gerek.
Ve yine ayrıca diyorum ki; arada böyle gerilla tarzı vurkaçlarla gelebilim belki, gülerken de. Hem teşekkür ne demek, biz bahtiyar olduk bu vesileyle. Dostum Panço'yla bu teşekkür meselesini konuştuk. O da benimle aynı kanıda.
Yani diyorum ki; Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...(Ahmet Telli)
Ben yazdıklarımı sizin yazdıklarınızı görmeden yazdım. Yani sizin acınızı ve sıkıntınızı yoksayarak değil. Ama endişeli Peri'ye yazılanları onaylamak ve anlamlandırmak için süre gerekiyor. İnternet koşullarından bunlar böyle oluyor, başka bir şeyden değil. Yanlış anlamayasızınız.
Endişeli Peri, bu haliyle, bütün misafirlerine çörek yapmaya ve ağırlamaya çalışıyor kanımca. Kimseyi eksiltmemeye ve azaltmamaya çalışıyor;Her yere yetişmeye çalışacak gibi ve kadar endişeli. Endişeli olduğu kadar telaşlı, yetebilmek için. Bakın size de yetişmeye çalışıyor, kendince.
Ben bu halini çok sevdim endişeli'nin.. İyi bir arkadaş. Hem de kardeş. Olmaya çalışan.
Endişeli Peri iyi bir kadındır. Ben öyle düşünüyorum. Bir anlık düşünceyle değil. İyilikli bir kadındır.
Koray, Redrabbit’in yorumuyla kederlenip, sizin yorumunuzla neşelenince, kendimi, haber sunan ve işi nedeniyle bir şahsiyetsizliği taşıyan haber spikerleri gibi hissetmiştim. Yüz ifadesini,bir ölüm haberinden, festival haberine saniyesinde değiştirebilen haber spikerleri gibi. Yorumlara cevap verip mutfağa çay almaya gittiğimde yaptığım bu şahsiyetsizlik üstüne düşünüp epeyce de kızmıştım kendime.
Aynı şeyleri düşünmüşüz. Ve beni haketmediğim kadar iyi savunmuşsunuz. Gerçekten çok incesiniz. Teşekkür ederim.
İyilik meselesine gelince, hele hele şu aralar Prens Mişkin'i okurken kafamı epey kurcalayan bu mesele hakkında sözleriniz beni hakkında uzun uzun konuşmaya kışkırtıyor. İlk fırsatta, daha geniş bir alanda bunun hakkında konuşalım, olmaz mı?
afşar bey, durumum da işte tam güzel şiirinizde anlattığınız gibi. içinde sevinç bulduğum anların tekrarından başka istediğim bir şey yok, artık. hele hele bu kadar yaşayınca "yeni" bir şey olamayacağını, olsa olsa bir tekrarı sürdürüp duracağını anlıyor insan. gelin görün ki bir çocuk ruhuna sahibim bir yandan da ve şaşırıp duruyorum her tekrarda.
valla geliyorum size de, yorum bırakmıyorum:)eh, yavaş yavaş, bakalım.
Bazen babam ya da annem geliyor aklıma, apansız. Çok şükür hayattalr ama sanki çok az zaman geçirmişim gibi dertlenip ağlamaya başlıyorum.Kimse görmeden ve kimseye göstermemeye çalışarak.Bundan utandığım için değil, böyle bir dolu şeye sebepsiz ağladığım için sadece...
sizleri üzdüğüm için ben de üzüldüm şimdi..Çok teşekkür ederim..Endişeli Peri bir soruyla bizi nerden nereye getirdi bakar mısınız?Ben de böyle olmasını seviyorum zaten..
Dün akşam yazdım yazdım olmasına da gönderebildiğimden emin değildim. Sonra içime kurt düştü "çok mu abartıp yoktan yere sorun mu çıkarıyorum" diye. Bir de iyi kadındır gibi şeyler de var ya, hani sözüm maksadını mı aştı acaba diye, şık olmadı diye. Hatta sabah kusura bakmayın, isterseniz onay vermeyin diye yazmayı bile düşündüm.
Neyse ki herşey tam olmasını istediğim gibi gelişmiş. Redrabbit ve sizin açınızdan yani.
Bu durum aslında biraz da bu "gizli gizli ağlamak" meselesinden de kaynaklanıyor. Böyle bir konu olunca, herkes -doğal olarak- kendi ağlayışına odaklanıyor ve konu özele ve tekile doğru kayabiliyor. Yani başka bir konuda herhalde bu raddede savrulmalar yaşanmayacaktır, yaşanmamaktadır. Yani Redrabbit, bütün mesele konunun ruhundan kaynaklanıyor kanısındayım, üzülmeyin.
İyilik meselesiyle ilgili olarak da elbette diyorum. Mesela kafanızdakileri derleyip toparladığınızda, yani yazıya geçirdiğinizde belki blog a bir konu başlığı açarsınız bu konuda olduğu gibi. Aklıma böyle bir şey geliyor.
Ancak ben blogları sürekli takip etmiyorum. Yeni girişler olduğunda da haberim olamıyor sonuç olarak. O yüzden barbayakamoz@yahoo.com adresine haber bırakabilirsiniz. Hatta şimdiden meselenin içeriğiyle ilgili bir kaç şey de söylerseniz, belki panço'yla birlikte ilave veya başka bir bakış açısıyla yardımcı olabiliriz.
arjantin, benim nelere ağladığımı görseniz şaşarsınız. sizin ki oldukça makul ve yerinde bir ağlama sebebi sayılır. mesela monk, başlangıç jeneriğinde kalabalık ve uzak şehre bir yokuş caddenin sonundan bakıp yürüyor ve ayağı takılır gibi oluyor ya (takılmıyor bile ama sarsak işte), gözyaşları içinde olmama ramak kalıyor. düşünün siz.
ama canım ağlamayalım. hadi hadi, hem bahar geldi ve rüzgar ne güzel, ne güzel:)
- Köşede oturan ne içiyor, diye sordum Kadir'e. - Votka-energy, abi. - Yalnız mı geldi? - Evet. - İyi, ver bakalım iki tane - İşin zor abi; kız zırıl zırıl. - Evet, hiç bulaşmamak lazım ya... - Bol şanslar! - Sağol cigerim!
Kadir, çocukluk arkadaşım; buranın en kıdemli barmeni...
Elimde içkiler, yanına vardım. Başı önde, ağlama krizi henüz geçmiş, yeni krizi bekliyor gibiydi. Beni farkedene kadar elimde votkalar, yüzümde 'yanına oturmama müsade edersen çok eğlenirsin' ifadesi bekledim. Tam seslenmek üzereydim ki, beni farketti. Başını kaldırıp önce elimdekilere, sonra yüzüme baktı. Bir şey demesine fırsat vermeden atıldım:
- Derler ki barda ağlayan kadına ilişmemek lazım.
Elindeki kağıt mendille önce göz yaşlarını, sonra burnunu sildi.
- Kimmiş onlar? - Mahalleliler... - Doğru demişler... - Bence de, kolay lokma gibi görünürler ama başbelası olma ihtimalleri çok yüksek. - E, madem öyle; senin ne işin var burada. - Benim arkadaşa, senin içkiye ihtiyacın var gibi. Bir içimlik bir ilişkiden kime zarar gelir...
Kaşlarını "acaba?" dercesine kaldırınca, o kaşların tekrar yerine konmasına fırsat vermeden oturdum karşısına.
- Üzgünüm, daha fazla dikilemeyecektim yanı başında... - Demek ağlayan kadınlar başbelasıdır... - Evet öyledir; ama onun da alt kategorileri vardır. - Öyle mi? - Tabii ya. Barda ağlayan kızlar ve masada ağlayan kızlar. - Ne farkları var. - Barda ağlayan kızlarla konuşacak bir şey bulamazsın genelde. Söz meclisten dışarı, pek salak olurlar. Salaklıkları oranında vücutları güzel olur. Bar kızı dedikleri bunlardır... - Hmm, peki ya benim grubum? - Senin grubun ise, gizli cevherler grubudur. Konuşmaları da, sevişmeleri de pek keyiflidir. - Her şey bu kadar kesin yani; yanılma payın yok mu? - Var elbette...Öncelikle istisnalar hep vardır... - Tabi, istisnalar. Zaten istisna ile kaide arasındaki bu ilişki de olmasa.. - Orası öyle.. Bunun yanında içeri girdiğinde yanında erkek olup olmadığı da önemli. - Ya ne demezsin, hıçkırarak mı, sessiz sedasız mı ağladığı da önemlidir şimdi. Ya desene şuna, her fırsatı değerlendiriyorum diye... - Vallahi, ne yalan söyleyeyim, açgözlülük; aynen öyle...
bir kadın tanıdım, içli içli ağlar bir kadın tanıdım, içerken ağlar bir kadın tanıdım, içine ağlar
30 yorum:
Sonuna kadar!
Bir kere gizlemişseniz sonuna kadar gizleyebilirsiniz.
Bir de bu müzik en sevdiklerimdendir. Bir zamanlar döne döne baştan sona dinlerdim tüm albümü.
:)
Her zaman..
:) ben aslında sorarken "ne kadar"ı zamansal olarak düşünmemiştim. yorumları okuyunca hoş oldu. aslında doğrusu da böyle. yani ağladığını, ağlama isteğini, ağlamaklı bir hali gizleyebilir misin? gizlesen, gizlesen ne kadar gizlersin, diye sormuştum.
benim ağlamaklı hallerim gerçi içimden yüzüme yansıyıverir. ama bazen de durup dururken, ağlayıveririm. bir şeye gülerken bir bakmışsın gülme sesim ağlama sesimle devam ediyor. bazen öyle oluyor. çok yorulduğumu, bir şey için çok sıkıldığımı, artık bir saniye o şeye tahammül edemeyeceğimi öyle anlıyorum. görünürde, insan katlanıp gidiyor, zor değil, diyor. ama insan hiç farkına varmadan zorlandığını o zaman anlıyor. insan mekanizması öyle tuhaf ki, öyle şaşırtıcı, öyle hassas, öyle dayanıklı, öyle dayanıksız ki ona hayran kalıyorum işte bu zamanlarda. insan, işte öyle durup dururken ağlamaya başladığında öyle şaşırıyor ki, bir yabancının faltaşı gibi açılmış gözüyle bakmaya başlıyor kendine iyice. neyin var, diye soruyor, kendine ciddi ciddi. oysa söylenecek yok bir şey. yok.
işte insanın ağlamasının gizli bir yuvası var içinde, bazen devreye giriyor ve kendine dikkat etmen gerektiğini söylüyor. her şey yolundayken, hiç sorun yokken, ortaya çıkıp,uyarır bir tonla, kendine dikkat etmelisin, diyor.
bazen de biliyorsun geleceğini, ocaktaki süt gibi tedirgin, bekliyorsun. taştı taşacak. ocağın altını kısıyorsun, kepçeyle karıştırıp sakinleştiriyorsun, geçiyor. gizliyorsun. her masum, beyaz, sıradan süt, içinde müthiş bir taşkınlığı, hırçınlığı, kabul etmemeyi taşıyor, şaşıyorsun.
ekmekçikız, sen öyle misin? yani ömürboyu saklar mısın bir gözyaşını? bunu yapabilir misin? bana sanki yapmazsın, yüzleşir, hesaplaşırsın gibi geliyordu.
aysin, ne kadar sağlam, katı, gururlusunuz. gerçekten.
ben yapamam, yapamıyorum.
Sanki sorunun sorulus bicmi gizli aglamayi olumluyor ya da normalliyor. Yok yahu bence gizli mizli aglanmamali. Hungur hungur aglanmali...
Yapmam aslında Peri.
İyi bildin ilk fırsatta hesaplaşırım.
Ama, belki de koca bir ağlama değil de bir gözyaşı damlası ise saklanabilir. Öyle denk düşmüşse, saklandığı yerde kalabilir.
Sanırım.
:)
hönkürmedikçe ağlamak ağlamak değildir, ki bu durumda 'ne kadar gizli ağlayabilir?'e yanıt, hiçbir zaman...
Peri, ne kadar guzel anlatmissin bu yorumda, aglamayi da insani da.
karşınızdaki/yanınızdaki/canınızdaki ne kadar görmezden gelirse, o kadar gizli ağlayabilirsiniz. bu giz, diğerlerinin iz sürmesine bağlı sanki biraz. bazen alenen ağlarsınız da somut yaşlarla yine de nasılsa gizli kalır. bazen de yüzünüzdeki tebessümde, yüksek perdeden bir kahkahada dahi gözyaşı bulan mahir izciler vardır :)
sesli (hüngür hüngür, hönküre hönküre) ağlamanın bir muhatabı varsa, onun için iyi bir şey. bu bence da taşır. içtenliğinden şüphe edilmez ve konu hala kalbi filan ilgilendirmekte, hala duygusal düzlemdedir. güzel, umut var.
ancak, eğer sadece bir damla gözyaşı dökülmüş dökülmemişse ve susulmuşsa ekmekçikız, bundan korkmak lazım işte. artık mesele kalp düzleminden çıkmış, akıl fikir düzleminde konuşulması gereken bir hal almıştır. bir soğukkanlılık, bir sağduyu, bir hesap kitap vardı artık. bakışların ucunda, aldırmazlık, umursamazlık pıritısı sallanır durur. bundan korkmak gerekir.
ve Journey to Orient'in dediği gibi ağlamak, gönüllü için bir meseledir. sizin ağlamınızın içerdiği meseleye gönüllü yoksa ortada, ister gizli ağla ister hüngür hüngür. işte bu da dehşet veren yalnızlığınızın resmi olur.
tavşan'cığım, ne yazıyorsam kendimden biliyorum. içtenliği şüphe götürmez. övgülere ise her zaman kapım açık biliyorsun:P
sevgiler hepinize.
Ah Nasil da Nazim'in Tecritteki Adamin Karisina Mektuplarini okuyasim geldi simdi. Siirin bir yerinde der:
Aglamak ruzgarda titreye titreye/aglamak hic kimseden hicbirsey beklemeksizin/ aglamak sade kendi kendine /sade kendi icin...
Siirin tumunu benden dinlemek icin buraya gidebilirsiniz...
http://www.youtube.com/watch?v=iI_JJEGtFpI
Endişeli Peri,
Öncelikle bendenize bile bir blog'a girip yazdıracak kadar "incelikli" sözler çıkıyor ki bu sayfada, o kadar olur. Bu yüzden övgülerimi sunuyorum ;)
Sonralıkla diyorum ki;
-Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda/Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle
-Derdimi anlatmam dertsiz insana, dert çekmeyen dert kıymeti bilemez
Yazdıklarınız üstüne Orient'in alıntısı fevkalade güzel olmuş. İlave olarak diyorum ki, bu bakıştan ve yalnızlığı tanımlayıştan, yani buradan yola çıkılabilirse bir Ermeni meselesi için bile bir dil ve ruh oluşturmak mümkün, yeni bir başlangıç için.
Bu Orhan Veli ve Aşık Veysel'in sözlerinde de bir yalnızlık var. Yani belki gönüllüsü yok, olmadı, olmayacak. Belki de hiç olmayacak. Ya bir de hiç olAmayacaksa. Neden olamayacak? Nasıl olamayacak. Hiç mi olamayacak. Bir yanıyla olanlar/olmayanlar, diğer yanıyla olmayanlar/olamayanlar.
Bütün meseleye analitik bir bakış açısıyla baktığımızda (neden çünkü analitik iyidir, fevkaladedir) "yalnızlık" yanında anılması gereken en önemli kavram, hatta belki de onun bile önünde; çaresizlik. Bir halk da ağlar, kanar. Bu açıdan baktıkta da işin içine "gönüllüsü" yanında "muhattabı" kavramı da giriyor. Ve çaresizlik ve yalnızlık belki de etrafında çare olabileceklerin, yalnızlığını azaltabileceklerin bulunmayışıdır belki de. Belki de böyledir bu...
Belki bir anne de gizli gizli ağlar mesela, siz(ler) gibi, çocuğu için ve çocuğu bilmesin diye.
Belki de Eleştirel Günlük'ün ilk cümlesinde sezdirdiği gibi ağlamak bazan bir "ayıp" da olabilir. Bir iyi peşinde umutsuzluğu ve hüznü dayatmamak için, başka türlü bir yarın için.
Yine analitik bir yaklaşımla denilebilir ki; o çaresizlik ve yalnızlık duygusuna nereye kadar katlanılabilir... Dayanabilmenin ötesinde ve bununla da ilgili olarak nereye kadar katlanmak anlamlıdır... Bu anlamı yıktığında yerine hangi anlamı düşürmenin kaygısı vardır...
Yani sevgili Endişeli peri,
Dostum Panço'yla da konuştum. O da övgülerini sunuyor ...
eleştirel günlük,
evet güzel oldu bu dizeler. ben youtube'a girdim, ama bekle allah bekle bir türlü açılmadı sesiniz. vazgeçtim. siz ezbere mi okudunuz onca şiiri? bravo valla.
kendi kendine ve kendin için ağlamak sözleri hoş da, bana sanki içinde kendine acıma hali var gibi geldi. kendimiz için en çok kendimize acıdığımız zaman ağlamaz mıyız? o da pek nahoş bir şeydir. kesinlikle yalnız yapılması ve hiç bahsedilmemesi icab eder bence.
koray, her şeyi özetlemişsiniz ve konuyu ermeni meselesine bile dayandırmışsınız, bravo size!
dediklerinizin hepsine katılıyorum ve ağlamanın bir ara edim olmasını ve çarçabuk bir sonraki harekete başlanması gerekir.
tabii analitik olarak, diyorum;)
teşekkür ederim uğradığınız için. gülerken de beklerim sizi:)
Ben bazen çok alakasız bir şey karşısında bile aniden ağlayabiliyorum..O tedirginliği çok iyi anlarım..Sinyallerini verir zaten..İçten içe kırılırsın bazen,söylesen de,bağırsan da çağırsan da faydasızdır,öyle incinir ki için ,çocukluk haline dönersin ve yatağın altına girip kimseyi görmemek,kendinle olmak ve ağlamak istersin..Bir birikim meselesi herhalde..Şu günlerde benzer şeyler yaşıyorum.Eşimden ayrılmak üzereyim,ilk günler çok ağladım,gurur murur hak getire,nerdeyse yalvardım,gitti ama şimdi garip bir şekilde bir damla bile dökülmüyor gözümden..Bitmiş damlalar..antidepresanların etkisi olabilir mi acaba..
redrabbit, canım, öyle çok şey demek istedim ve öyle susup kalakaldım ki şimdi.
keşke yanımda olsan da sarılsam sana. keşke bu gözyaşlarının filan hepsinin biteceğini, artık acı çekmeyeceğini, o günleri gülümseyerek hatırlayacağın bir zamanın geleceğini, bu klişe sözlerin gerçekten doğru olduğunu söylesem.
canım, özür de dilemek istedim. anlamadığım için üzüntünü. sen bana eğer çok bunalırsan mektup da yaz olur mu? istersen. ben iyi öğüt verebilen, yol gösteren biri değilim ama arkadaşlarımın acıları ile dertlenebiliyorum sadece. bu da iş görür, birlikte ağlarız.
çok, çok öperim, kucaklarım.
sevgiler.
:)
...
Bakınız mesela aşağıdaki şiirde de bir sessiz ağlayış yok mu. (bu şiirin youtube'da Yılmaz Güney'li bir videosu var. Herkesin seyretmesini mutlak isterim)
...
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
...
Ve ayrıca diyorum ki; ağlamayı yaratan/gerektiren koşulların (herhangi bir sebepten) hiç bir zaman bitmeyeceğini düşünür ve bilirseniz, yani bir sonraki aşama yok ise, yani çare yok ise ve orada kalmanız gerekiyorsa, işte en kötüsü o olsa gerek.
Ve yine ayrıca diyorum ki; arada böyle gerilla tarzı vurkaçlarla gelebilim belki, gülerken de. Hem teşekkür ne demek, biz bahtiyar olduk bu vesileyle. Dostum Panço'yla bu teşekkür meselesini konuştuk. O da benimle aynı kanıda.
Yani diyorum ki;
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...(Ahmet Telli)
:)Bu sefer övgü değil de selam gönderiyorum
koray, evet düpedüz gözyaşı var bu şiirde. benim de aklıma bir sürü içinden gözyaşı akan şiirler, filmler sökün etti şimdi.
selamlar, panço'ya da yürekten hem.
tutup da dolaplar içre tıksan da
buruşuk bir elbiseymiş gibi saklasan da
mahalle aralarında kayıtsız bozacılar bozar sessizliğini
meliha pencereden bakar durmadan, semahat sundurmadan
osman topuklarını takırdatır
herkes hayatının malum-u esrarını
sonra sen bu sesleri işittiğinde
dağılır yağmurların karanlığı
içten içe dolarsın hayatın serinliğiyle
insan seslerince kabarır
dolar için
ve istersin bütün tatlarıyla
olanın tekrarını
dükkâna uğramaz oldunuz?..
Redrabbit,
Ben yazdıklarımı sizin yazdıklarınızı görmeden yazdım. Yani sizin acınızı ve sıkıntınızı yoksayarak değil. Ama endişeli Peri'ye yazılanları onaylamak ve anlamlandırmak için süre gerekiyor. İnternet koşullarından bunlar böyle oluyor, başka bir şeyden değil. Yanlış anlamayasızınız.
Endişeli Peri, bu haliyle, bütün misafirlerine çörek yapmaya ve ağırlamaya çalışıyor kanımca. Kimseyi eksiltmemeye ve azaltmamaya çalışıyor;Her yere yetişmeye çalışacak gibi ve kadar endişeli. Endişeli olduğu kadar telaşlı, yetebilmek için. Bakın size de yetişmeye çalışıyor, kendince.
Ben bu halini çok sevdim endişeli'nin.. İyi bir arkadaş. Hem de kardeş. Olmaya çalışan.
Endişeli Peri iyi bir kadındır. Ben öyle düşünüyorum. Bir anlık düşünceyle değil. İyilikli bir kadındır.
Koray, Redrabbit’in yorumuyla kederlenip, sizin yorumunuzla neşelenince, kendimi, haber sunan ve işi nedeniyle bir şahsiyetsizliği taşıyan haber spikerleri gibi hissetmiştim. Yüz ifadesini,bir ölüm haberinden, festival haberine saniyesinde değiştirebilen haber spikerleri gibi. Yorumlara cevap verip mutfağa çay almaya gittiğimde yaptığım bu şahsiyetsizlik üstüne düşünüp epeyce de kızmıştım kendime.
Aynı şeyleri düşünmüşüz. Ve beni haketmediğim kadar iyi savunmuşsunuz. Gerçekten çok incesiniz. Teşekkür ederim.
İyilik meselesine gelince, hele hele şu aralar Prens Mişkin'i okurken kafamı epey kurcalayan bu mesele hakkında sözleriniz beni hakkında uzun uzun konuşmaya kışkırtıyor. İlk fırsatta, daha geniş bir alanda bunun hakkında konuşalım, olmaz mı?
afşar bey,
durumum da işte tam güzel şiirinizde anlattığınız gibi. içinde sevinç bulduğum anların tekrarından başka istediğim bir şey yok, artık. hele hele bu kadar yaşayınca "yeni" bir şey olamayacağını, olsa olsa bir tekrarı sürdürüp duracağını anlıyor insan. gelin görün ki bir çocuk ruhuna sahibim bir yandan da ve şaşırıp duruyorum her tekrarda.
valla geliyorum size de, yorum bırakmıyorum:)eh, yavaş yavaş, bakalım.
Bazen babam ya da annem geliyor aklıma, apansız. Çok şükür hayattalr ama sanki çok az zaman geçirmişim gibi dertlenip ağlamaya başlıyorum.Kimse görmeden ve kimseye göstermemeye çalışarak.Bundan utandığım için değil, böyle bir dolu şeye sebepsiz ağladığım için sadece...
arjantin
sizleri üzdüğüm için ben de üzüldüm şimdi..Çok teşekkür ederim..Endişeli Peri bir soruyla bizi nerden nereye getirdi bakar mısınız?Ben de böyle olmasını seviyorum zaten..
Endişeli Peri,
Dün akşam yazdım yazdım olmasına da gönderebildiğimden emin değildim. Sonra içime kurt düştü "çok mu abartıp yoktan yere sorun mu çıkarıyorum" diye. Bir de iyi kadındır gibi şeyler de var ya, hani sözüm maksadını mı aştı acaba diye, şık olmadı diye. Hatta sabah kusura bakmayın, isterseniz onay vermeyin diye yazmayı bile düşündüm.
Neyse ki herşey tam olmasını istediğim gibi gelişmiş. Redrabbit ve sizin açınızdan yani.
Bu durum aslında biraz da bu "gizli gizli ağlamak" meselesinden de kaynaklanıyor. Böyle bir konu olunca, herkes -doğal olarak- kendi ağlayışına odaklanıyor ve konu özele ve tekile doğru kayabiliyor. Yani başka bir konuda herhalde bu raddede savrulmalar yaşanmayacaktır, yaşanmamaktadır. Yani Redrabbit, bütün mesele konunun ruhundan kaynaklanıyor kanısındayım, üzülmeyin.
İyilik meselesiyle ilgili olarak da elbette diyorum. Mesela kafanızdakileri derleyip toparladığınızda, yani yazıya geçirdiğinizde belki blog a bir konu başlığı açarsınız bu konuda olduğu gibi. Aklıma böyle bir şey geliyor.
Ancak ben blogları sürekli takip etmiyorum. Yeni girişler olduğunda da haberim olamıyor sonuç olarak. O yüzden barbayakamoz@yahoo.com adresine haber bırakabilirsiniz. Hatta şimdiden meselenin içeriğiyle ilgili bir kaç şey de söylerseniz, belki panço'yla birlikte ilave veya başka bir bakış açısıyla yardımcı olabiliriz.
Sevgiler ve selamlar tekrar.
arjantin, benim nelere ağladığımı görseniz şaşarsınız. sizin ki oldukça makul ve yerinde bir ağlama sebebi sayılır. mesela monk, başlangıç jeneriğinde kalabalık ve uzak şehre bir yokuş caddenin sonundan bakıp yürüyor ve ayağı takılır gibi oluyor ya (takılmıyor bile ama sarsak işte), gözyaşları içinde olmama ramak kalıyor. düşünün siz.
ama canım ağlamayalım. hadi hadi, hem bahar geldi ve rüzgar ne güzel, ne güzel:)
sevgiler size.
- Köşede oturan ne içiyor, diye sordum Kadir'e.
- Votka-energy, abi.
- Yalnız mı geldi?
- Evet.
- İyi, ver bakalım iki tane
- İşin zor abi; kız zırıl zırıl.
- Evet, hiç bulaşmamak lazım ya...
- Bol şanslar!
- Sağol cigerim!
Kadir, çocukluk arkadaşım; buranın en kıdemli barmeni...
Elimde içkiler, yanına vardım. Başı önde, ağlama krizi henüz geçmiş, yeni krizi bekliyor gibiydi. Beni farkedene kadar elimde votkalar, yüzümde 'yanına oturmama müsade edersen çok eğlenirsin' ifadesi bekledim. Tam seslenmek üzereydim ki, beni farketti. Başını kaldırıp önce elimdekilere, sonra yüzüme baktı. Bir şey demesine fırsat vermeden atıldım:
- Derler ki barda ağlayan kadına ilişmemek lazım.
Elindeki kağıt mendille önce göz yaşlarını, sonra burnunu sildi.
- Kimmiş onlar?
- Mahalleliler...
- Doğru demişler...
- Bence de, kolay lokma gibi görünürler ama başbelası olma ihtimalleri çok yüksek.
- E, madem öyle; senin ne işin var burada.
- Benim arkadaşa, senin içkiye ihtiyacın var gibi. Bir içimlik bir ilişkiden kime zarar gelir...
Kaşlarını "acaba?" dercesine kaldırınca, o kaşların tekrar yerine konmasına fırsat vermeden oturdum karşısına.
- Üzgünüm, daha fazla dikilemeyecektim yanı başında...
- Demek ağlayan kadınlar başbelasıdır...
- Evet öyledir; ama onun da alt kategorileri vardır.
- Öyle mi?
- Tabii ya. Barda ağlayan kızlar ve masada ağlayan kızlar.
- Ne farkları var.
- Barda ağlayan kızlarla konuşacak bir şey bulamazsın genelde. Söz meclisten dışarı, pek salak olurlar. Salaklıkları oranında vücutları güzel olur. Bar kızı dedikleri bunlardır...
- Hmm, peki ya benim grubum?
- Senin grubun ise, gizli cevherler grubudur. Konuşmaları da, sevişmeleri de pek keyiflidir.
- Her şey bu kadar kesin yani; yanılma payın yok mu?
- Var elbette...Öncelikle istisnalar hep vardır...
- Tabi, istisnalar. Zaten istisna ile kaide arasındaki bu ilişki de olmasa..
- Orası öyle.. Bunun yanında içeri girdiğinde yanında erkek olup olmadığı da önemli.
- Ya ne demezsin, hıçkırarak mı, sessiz sedasız mı ağladığı da önemlidir şimdi. Ya desene şuna, her fırsatı değerlendiriyorum diye...
- Vallahi, ne yalan söyleyeyim, açgözlülük; aynen öyle...
bir kadın tanıdım, içli içli ağlar
bir kadın tanıdım, içerken ağlar
bir kadın tanıdım, içine ağlar
ben
kendimi
hiçbirinde
tanıyamadım
Pardon pardon, neden ağlaşıyoruz?
oo torkunç bey hoşgelmişsiniz, ağlama meselesine farklı bir yorum getirmişsiniz, teşekkür ederim efenim:)
oya hanım, valla hep beraber ağlaşıyoruz ama herkesin hikayesi ayrı:) çok özlemişim sizi, hoşgeldiniz.
Yorum Gönder