Perşembe, Temmuz 23

"Нет человека – нет проблемы" Сталин*

Çok sıradan haberler için, çok sıkıcı bir yazı

. İyice serdiğim Rusça çalışması, haftaya tam gaz başlıyor. Pazartesi ve Perşembe sabahları saat 10.00’da bir dil merkezinde, tek kişilik özel ders alacağım. Çalışmaya başladım. Buradan bir arkadaşın önerdiği bir Rus radyosu dinliyorum tüm gün. Gelecekte bir gün Rusya’ya, özellikle Petersburg’a gitmeyi çok isterim. Ayrıca Bora’nın doğumgünümde hediye ettiği Rusça klavye ile yazı alıştırması yapıyorum.




.. Bu cumartesi Arçil’in doğumgünü. Büyük olasılıkla bu yıl Ada’ya gitmeyecek. Hiç sözü geçmedi en azından. Ona doğumgünü hediyesi olarak bir elektro gitar aldım. Ayrıca sevimli bir müzik öğretmeninden özel ders alıyor. Bu zamana kadar tutkuyla öğrenmeyi istediği tek şey bu oldu galiba. İyi müzikler dinliyor ve müzik dinlemeyi çok seviyor. Elbette hep metal grupları dinliyor şimdilik. Bora da bir traş makinası aldı. Yavaştan bıyık filan çıkmaya başladı çünkü. Sesi de kalınlaştı. Kışın, okulun yanında müzik, resim ve İngilizce kursu da olacak. Bu tempo için zamanı nasıl düzenleyeceğim meçhul tabii.




Ecinniler’e başlamadım henüz. Taş bina ve diğerlerini okuyorum Aslı Erdoğan’ın. Fena değil, ama benim yazarım da değil. Çok çalışkan, her cümleyi uzun uzun düşünmüş, mıncıklamış gibi bir duygu veriyor. “Sanki”ler, “gibi”ler ne çok. Fena değil, ama aşık olduğum bir yazar değil. Belki diğer kitaplarını da okumalıyım.

Tex okuyorum, Tex. Öyle de uzun sürüyor ki okumam, elime Tex’i alınca Bora gülüyor, hala mı, diyerek. Amerikan tarihini öğrenmek gibi bir isteğiniz varsa bence en iyisi Tex okumak. Oklahoma albümünde, rezervasyon bölgesine gönderilen Kızılderililer’in bölgesine yerleştirilecek beyazları tespit etmek için yapılan yarışı, bu arada üçkağıtçıların komplolarını filan okumak, sıcak yaz günleri için iyi bir seçim. Alabildiğine sert, maço, kendi kurallarını koyan Tex Willer'in, karşısına çıkan hiçbir düzenbazla konuştuğu daha görülmemiştir. Doğrudan döver. Olmadı silahını kullanır, attığını vurur. Mizah duygusu gelişmiştir, yaşlı arkadaşı Kit Carson’la tatlı tatlı atışır. Gerçi ben espri anlayışından pek hoşlanmıyorum. Ama *Stalin’in dediği gibi, “insan yok, sorun yok.” İnsan varsa, sorunları çözmek için Tex’in seçtiği yöntem, konuşmaya üşendiğimiz şu sıcak yaz günlerinde, hiç fena gelmiyor:) Hem Aslı’nın dediği gibi şu güneş tutulmaları biz kadınları derinden etkileyip, asabımızı bozuyormuş, ya, şiddet hiç Tex’te olduğu kadar anlaşılır gelmiyor o zaman:p



…. Çocuklar şu bu kursuna gidiyor ya pek tatil sohbeti geçmiyor o yüzden aramızda. Ve biz de haftasonları, yok Kazdağları’nın, olmadı Karamürsel’in, İznik’in köylerini dolaşıp duruyoruz. Köy dolaşmayı, pislikte eşelenen tavukları, rüzgarda salınan kavak ağaçlarını seyretmeyi, köy kahvelerinde mola verip çay içmeyi, köy çeşmelerinde yüzümüzü yıkamayı seviyoruz. Gezinin ana teması, bir arsa bulmak. Gitmenin olanaklı olduğu en tez zamanda da gitmek buradan.


….. Televizyon izlemeyi bıraktık epeydir. Film izliyoruz akşamları çokça. Akşam Semih Kaplanoğlu’nun Süt’ünü izledik. Yumurta gibi şahane bir filmden sonra kötü bir filmdi.


…… Sıkılıyorum. Gerçekten çok sıkılıyorum. Öyle sıkılıyorum ki bir çığlık atsam, çok, çok dehşet verici bir ses olurdu bu. O kadar çok susuyorum bu nedenle.

15 yorum:

Adsız dedi ki...

insan sadece kendi başında zannediyor. başka birinin de çok çok sıkıldığını öğrenince de az da olsa ferahlıyor.sıkıntıdan çıkışınsa herhalde önerilebilecek hiçbir yolu yok.
belki kuvvetli bir sarsılma...
aslı

okuranne dedi ki...

ne çelavek ne prablema'yı, "no woman no cry"ın tersi gibi algıladım önce. yani erkek yok problem yok gibi. zar zor öğrendiklerimi de unutmuşum. rusça öğrendikten sonra unutmamak için de kullanmak yada tekrar çalışmak gerekecek.

sevgiler

Aydan Atlayan Kedi dedi ki...

Yumurta'yı çok beğenmiştim ama Süt tam bir hayal kırıklığıydı. Süt'ü bir tek ben beğenmedim sanıyordum. Nedense herkes beğenmiş filmi. Ama nesini beğendiler hala anlamış değilim.

Adsız dedi ki...

Sevgşli Endişeli Peri,
Keşif gezileri..?
Harika olmalı...
Bu koca şehrin bitmez yollarından, kocaman binalarından, dolup taşan insanından yani "huzur"a uzak hallerinden o kadar sıkılmışım ki 1haftalık tatil ancak 2-3 günü kurtarabildi...
Ben de çok isterdim gideyim geze geze şöyle en basit, en kendi halinden topraklara basa basa ileride yaşamayı umduğum yeri seçebilmeyi. Ara ara nefes almak için iyi bir yol olurdu. Hem belki buradan kaçıp gidebileceğim günü beklemeyi bir nebze de olsa kolaylaştırırdı.

Sevgiyle,
Bettra...

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Arçil'in doğum günü kutlu olsun, nice mutlu senelere!...

Sevgili annesini de selamlıyorum; ne güzel duygu değil mi, o minik oğlancıkların koca delikanlı oluşunu görmek?
:)))

celerone dedi ki...

Aslı Erdoğan'ın Kırmızı Pelerinli Kent'ini çok sevmiştim ben Peri. Okumak istersen...

Sevgiler,

endiseliperi dedi ki...

aslı, evet bir arkadaşıma dediğim gibi şu sıkılma halinin bir salgın olması tuhaf şekilde insanın içini rahatlatıyor. insan hiç yoktan bir teselli buluyor. bir karantina önlemi olarak ben ecinnilere başladım:)

meral, şu dil öğrenmenin sürekli çalışmayı gerektirmesi çok sıkıcı. unutuyorum yahu. insan beynine bir çip filan icat etmesi gerek artık bilimadamlarının gerekli bilgileri unutmaması için.

aydan atlayan kedi, öyle mi? sütü herkes beğenmiş mi, hiç bakmadım, millet ne demiş diye. ama bence de kötüydü. bakalım serinin üçüncüsü nasıl olacak. bal mıydı onun adı, neydi?

bettra, biz, bora ile ben yani seviyoruz yolda olmayı, sonra dilediğimiz yerde konaklamayı. galiba ikimiz de toprağa bağlı insanlarız, o nedenle köy dolaşmayı daha çok seviyoruz. kenti tanımak için sanki illaki oradaki insanlarla bir ilişki geliştirmen, tarihini öğrenmen filan gerekiyor. oysa köy demek, doğa demek, doğanın dili ise hep daha doğrudandır. bakarsın, seversin ve senin olur, bu kadar basit. kentin ise seni onaylaması gerekir, meşakkatli iş ve bir sürece bağlı. sanki böyle. şimdi, şu an böyle düşündüm.

ekmekçikız, teşekkür ederim, çok zarifsiniz, efenim. sabahtan beri bir servis halindeyim arçil'e. az önce pastasını ve çok sevdiği patatesli lokma böreğini yaptım. mısır haşladım. bu üçü en sevdiği şeyler. bora da aslı börekçiden zeytinyağlı yaprak sarma alacak seviyor, diye. bakalım, daha akşama çok var, yapıyoruz bir şeyler. arçil, 14.20 de doğdu. bu sabah güneş doğmadan uyandım ve düşündüm ki, bundan 16 (15?) yıl önce arçil karnımdaydı henüz, nasıl ki şimdi yatağında uyuyorsa, öyle. 14.20 de doğacak ve onu kucağıma verdiklerinde, ben böyle muhteşem bir varlığı karnımda kendi başıma büyüttüğüm için gurur duyacağım kendimle. ona baktığımda ilk kez, girintili çıkıntılı o mükemmel, ideal kulağı çekmişti dikkatimi, sonra tam olması gerektiği gibi ama miniminnacık ellerine dokunmuştum. simsiyah, dimdik saçları vardı ve ne kadar, ama ne kadar muhteşem bir varlıktı. az önce gidip kulağını öptüm ve artık büyümüş ellerine dokundum. prison break dizisini indirip izliyordu, doktor kızın öldüğünü sanıp üzülmüş, ama çok şükür ki ölmemiş kız, çok sevindik:)hımmm... işte böyle.

celerone, evet evet bir ara sadece aslı erdoğan için bir zaman ayırmam gerek. iyi bir yazar kesinlikle, dediğin kitabı da okurum bu arada.

sevgiler hepinize ve teşekkürler.

Mapce dedi ki...

merhabalar,
sevgili endişeli peri, dostoyevskiye olan hayranlığınız özellikle farkımda, ki bu blodu bulmam sizin bu okuma şevkiniz, özellikle de dostoyevski sevginiz, saygınız, hayranlığınız, tıpkı benim gibi.
ben büyük üstada olan bu hayranlık, saygı ve sevgimizi ortaya koyabileceğimiz bir portal aradım ve bulamadım.sonunda kendim kurma kararı aldım.
bugün itibariyle (yaklaşık bir saat önce) www.fyodormihaylovicdostoyevski.com
adında bir web sitesi kurulumunu tamamlamış bulunmaktayım.bu site hakkında bazı fikirlerinizi almak hatta belki de faal olarak yardımcı olmanızı istemek, talep etmek, rica etmek durumundayım. bana lütfen murat.sowieso@gmail.com adresinden bir ulaşıveriniz.ilginiz için çok teşekkür ederim.

Adsız dedi ki...

sıkılmaktan da sıkılmanın eşiğine vardım. eşik cinleri merakla bakınıyor.

kuyu ile ilgili yazını sabırsızlıkla bekliyorum bu yüzden Peri.

Arçil'e mutlu bir yaşam diliyorum.

sevgiler...

Oya Kayacan dedi ki...

Ben bir Rus ağzını açıp iki konuşunca bunalıyorum. Yani senin sıkılmana neden midir acaba Rusça diye düşündüm :) Neşeli kısmı arsa arayışı. Bulun duası yapıyorum...

endiseliperi dedi ki...

JtoO,
evet, iyi hatırlattın, yine sıkılıyordum ve bir kuyu vardı galiba, değil mi? o kuyu yazısını yazmayı ben de dört gözle bekliyorum.umarım yakında yazabilirim onu.

bu arada, adana'da, kasabamızda, bir gece, verandaya serilmiş kilim üstünde oturmuşken, kardeşlerimden biri dedi ki, ben en çok Journey to orient'ın yorumlarını beğeniyorum!çok tuhafsadım. hayır, hayır, yorumlarını çok, pek çok beğeniyorum da, işte orası bambaşka bir alem, burası öyle ve sonra işte burası... bir anda alemler birbirinin içine girdi, bir düşteymişçesine, içinden senin adın geçti:)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

oya hanım:) demeyin öyle yahu... bakın siz ne derseniz içime işliyor çünkü. ben heyecanla ve tutkuyla çalışıyorum pazartesinden beri rusça'ya ve sevimli öğretmene sorduğum şey, dostoyevski'yi rusça'dan okuyabilecek miyim? okuyacaksın, dedi o da çok şükür.

derin, geniş, farklı bir kültür rus kültürü ve onun yarattığı dile hayranlık duyuyorum bu yüzden. eskiden rusça bambaşka bir dünyanın yansıması olarak kulaklarımızdayken, şimdi, fahişelerin, laleli pazarındaki ucuz tüccarların, antalya sahillerindeki görgüsüz turistlerin dili oldu zihnimizde rusça, ama bu bence onun edebiyat ve siyasi tarihindeki yerini unutturmamalı. öyle değil mi? haklısın, deyin bana lütfen.

:) rusça çalışmaktan sıkılmıyorum. aksine sayesinde geçti bile sıkıntım. bu haftasonu arsa bakmaya gideceğiz yine. sizin dualarınız kabul olur. teşekkür ederim.

kocaman, kocaman sevgiler.

zafer dedi ki...

Peri neden endişeli?..Önce öğreneyim bir :))

Adsız dedi ki...

peri, anladım sanırım dediğini... başka bir sahnenin oyuncusu, aniden fırlamış gibi olmaması gereken bir sahneye... :) ama oluyor bazen böyle. bana da oluyor. takip ettiğim blogcuların ilgi alanı ya da bir sözü, bakış açısı, hayattan bir an'da karşıma çıkıp aklıma düşüveriyor. ben de şaşırıyorum. ete kemiğe bürünmek gibi...

peri'nin yorumlarımı beğenen kardeşi; teşekkür ediyorum :) bu konudaki yorumunuzu da ben pek çok beğendim, şımararak ;)kendinize iyi bakın, olur mu? sevgiler...

Ruhi dedi ki...

Benim ilk duyduğum rusça kelime çitırnatsat idi, bunun anlamını uzun yıllar sonra rusça çalışmaya başladığımda öğrenecektim, daha sovyet bloğu dağılmamıştı ve İstanbul'da bir adres bulmasına yardımcı olduğum adam bana küçük yeşil doğu bloku işi bir makas hediye ediyordu ve çitirnatsat dediğini düşünmüştüm; sonra ilk öğrendiğim kelime sposibo oldu ki bu kelimeyle yeni bir cümle alemin kapısı açıldı önümde, şol, paşol, paşli drug davay gökyüzüne nereye isabet ederse saçmaya başladım sözcükleri, iyi de etmişim yani :)