Salı, Aralık 22

hey!




uyanıyorum ya, bir asker gibi başımdayım yine. (asker soruyor;"nasılsın?"
"yeter," diyorum, "her sabah aynı hikaye. kes sesini!") soğuk bu ev. büyük çünkü ve yukarıdan bakıyor yaklaşan, hep daha yaklaşan düşman şehre. kale gibi de uçurumlu. ben bütün evlerimde önce aşağıya bakarım. her bir noktasından, milim milim, bir düşüş imgesiyle. intihar daha çok bir korkudur bende. yani bir telkinle kaçıp durduğum, "sakın ha, bak, ne korkunç," dediğim. ama bu aşağıya bakışların intiharla da hiç ilgisi yok, öyle örgütlü bir düşünceyle varılmış bir ihtimal olarak yoktur yani intihar bende. insanın düşeceği noktayı iyi bilmesi gerekir, ki yükseleceği noktaları hayal etmesinden daha gerçekçi bir bakış sağlar bu adama. yükselişler ve düşüşler hep ihtimal dahilinde. hayat ne güzel böyle, tüm ihtimalleriyle yani. iyi de hep dilimde, "tanrım bana bir salıncak!"

(bu sabah başımda bir ölüyü bekler gibi metanetle bekleyen askere bunu dedim. öyle dimdik durduğuna bakmayın, gülebiliyor da, "yemezler" dedi. "senin bu sözcüklerin yok mu, geçen gün ağaca astığın toplar, çanlar gibi, parlak, değersiz. hiç bir şeyi de açıklamaz bir ezberden başka.)


durdum öyle, hala yatakta. izmir köfte, pilav yaparım belki bugün, dedim, salata da. meyve sıkıyorum, nar, portakal, elma, havuç, güzel oluyor. çıktım yataktan. brrr... soğuk ev çok, üstüme kat kat giysiler giyerek, upuzun çoraplarımı taa yukarıya çekerek. yoga yapsam diyorum ya, sözcüksüz kalmaya razı olmak sanki de yapamıyorum ben. çok korkuyorum yoga yapmaktan. bir bıraksam sözcükleri, kendimi filan yani, düşüverecekmişim gibi. yani öyle bomboş bir kukla gibi. böyle dedim ya, doğrusu da resmen bir kukla gibiyim şu kat kat giyinmelerimle. altında o katların bir yerinde kalbim pıt pıt pıt. hüzünlü bir şey insanın kalbi olması. çalışması filan yani hep öyle. bundan daha hüzünlü olansa şu incecik, zavallı boyun. boyun mahzun bir şey, bir yer, organ. çıplak. insan bir öpücüğü olsun saklayamaz orada, kaldı ki ciddi fikirleri tutsun. benim boynum bir kase vişne taşıyormuş gibidir fikirleri. düştü düşecek.
(Asker bunaldı, gözlerini çeviriyor ve alışmış bir yandan da bana, "geç bunları, geç!" diye bakıyor. ben de sevmedim bu yazıyı. siz de sevmeyin. ama katlanalım işte, insan hep öyle olmuyor, bir öyle bir böyle.)

4 yorum:

Talisman dedi ki...

Bir ağlayasım geldi ki benim.
O asker bende de var çünkü. Bir bu asker var bir de ufak nefret dolu kız var. İkisi de acımasızdır.
Aaa ağlıyorum galiba. Ne saçma insanım. (bunu da asker söyledi.)

endiseliperi dedi ki...

:)
talisman,
dün akşam gördüm yorumunu. sen ağlayınca, ben de ağladım. beni anlıyorsun, diye. zaten ağlayıp duruyordum için için ya bahane oldun sen. dün akşam iki bira içtim, ki zil zurna sarhoş oldum, demektir bu. tüm akşam, gece uyandığım zamanlarda da farkettim ki uyurken de sana anlatıp duruyorum. dertli hissediyordum dün kendimi çünkü. çoook. anlıyordun beni ve susuyordun ya, sen sanki susmak istemezsin pek; tanımlamak, açıklamak, çözümlemek de istersin, konuşmaya da başlıyordun sonra, tabiatın gereği. hiç benim aklıma gelmeyen bir şekilde yapıyordun bunu hem. şaşırıyordum ve bir de güçleniyordum sen konuştukça. ben seni çok mert, çok cesur buluyorum ya, sözünü sakınmayan biri olarak, sende hani çok sevdiğim bir sahici yan var ya, biraz da bana kızıyordun konuşurken. öyle çok konuştuk ki sabaha kadar, şimdi tüm bu konuşmaların sabahında, sana ne yazacağımı bilemiyorum böyle. ama öyle iyi geldi ki uzun uzun sohbet etmek, çok güzel bir sabah oldu şimdi. huzurlu filan duyuyorum kendimi.

sana teşekkür etsem, nerden baksan tuhaf bir teşekkür bu. ama sahiden teşekkür ederim.

öpüyorum çok.

sevgiler.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Yıllar önce, bir ucuz bilet bulmuş yurtdışına gidiyorduk. Uçuşumuz Bükreş aktarmalıydı. Havaalanına gecenin köründe ulaşmıştık, aktarma yapacağımız uçuş gün aydınlanırken.
Bükreş havaalanında hiç ama hiç bir şey yok. Ne alışveriş yeri, ne yemek yemek, ne de sıcak bir şey içmek imkanı, ne oyalanacak bir şeyler...
Haa, devir Çavuşesku devri!

Sabaha karşı bankların üstünde yorgunluktan sızdık. Şöyle bacağımızı uzatalım diye azıcık kaykıldık.
Demeye kalmadı, başımızda bir asker, elinde namlusu bize çevrilmiş bir tüfekle, gözümüzü açtık. Silahını sallayıp, "kalkın kalkın" işareti yapıyor.
Anlaşılan, o banklarda sadece oturmaya müsade varmış, yatmak bile değil, kaykılmak "yasak" demiş olmalılar, askerciğe!


Periciğim,
Yazını okuyunca, askerin tepemizde bittiği ve bizi yestehlemeye çalıştığı o an canlandı gözümde.
Öyle işte!
Başka ne desem?

endiseliperi dedi ki...

ayyy... işte o askere çok benziyor benim ki ekmekçikız, münasebetsiz bir şey. saklanamıyorum hiç ondan, şöyle kaykılmışım, o tepemde dır dır dır yargılıyor ya beni, şöyle kalkıp ama iyice kalkıp, o asker kadar dik durup, üstüne yürüyüp, ağzıma ne gelirse söylemek istiyorum. hani bir rahat huzur yok ya.

bükreş de ne biçim sözcük değil mi, insanın ağzında ayva yemiş gibi bir kamaşma bırakıyor.

sevgileeeeer