“Bana göre kitap, “Kitap” olduğu için değil, taşıdığı bilgiler itibariyle değerlidir. Ayrıca kitabın ergonomik olması da benim için önemlidir. Cebime sığması için kapağını yırtıp kitabı ortadan ikiye bükebilirim. Okuyup zevk aldıklarımın çoğunu arkadaşlarıma hediye edebilir ya da tedavülde olması için bir sahafa satabilirim. Kütüphanemde birçok kitap bulunuyor: Denizcilik, illüzyonistlik, pilotaj, giyim, folklor, poker ve benzeri oyunlar, dinsel kitaplar, hatta kuaförlük… vs… vs… vs”
İhsan Oktay Anar
Bir dönem, iç sayfasına adımı yazmaktan çekinecek kadar kitap denilen nesneye tapardım. Başparmağım tam ortaya gelecek şekilde kanatlarını iki yandan destekler, onu incitmeyecek kadar açar, öyle okurdum. Sonra sonra içine adımı ve kitabı aldığım şehri yazdığım da oldu, onu okuduğum mekana ilişkin notlar düştüğüm de. Şimdi kitap mı okumaya başladım, yanımda kurşun kalem, sevdiğim yerlere minik fiyonk koyuyorum, çok mu sevdim, altını çiziyorum, deli gibi mi sevdim, yanındaki boşluklara yazı yazıyorum. Yalnız bir avcıdır yürek kitabında öyle çok not var ki notları okumak için ayrı bir mesai harcamak gerek. Artık böyle. Kitapla içli dışlı olmak istiyorum. Belki kendimi tutamayıp, çok sevdiğim bölümün olduğu sayfayı yırtıp çiğnerim de. Bazen sahiden istiyorum bunu.
Kitaplığım darmadağınık şu an. Kış boyu buz gibi olduğu için kapısını dahi açıp giremediğim salonda, Edip Cansever’i, Peter Ackroyd’un yanında, Dostoyevski’yi Pıtırcık’ın yanında görmek mümkün. Ama az kitaplarım, çok az. Yıllar boyu aldığım, okuduğum o kitaplar şimdi nerede, hiç anlamıyorum. Gerçi ben heyecanlı biriyim. Okuduğum sevdiğim kitabı, başkası da okusun ve benim gibi sevsin diye çok uğraşıyorum. Eve gelen konukları, akşam sohbeti geçmiş kitaplarla uğurladığım çok olurdu. Ya da bir arkadaşıma mı gidiyorum, kitaplıktan bir kitap seçer, çantaya atar, gittiğimde sohbeti genel olarak o kitap üzerine kurar, ayrılırken de kitabı orada bırakırdım. Hayatım boyunca, kitap dahil hiçbir şeyin koleksiyonunu yapmadım. Şimdi yazıksıyorum bunu. Önümüzdeki günlerde Güneyli yazarları okuyacağım ya, istiyorum ki hepsi bulunsun bende, okurken içlerine notlar alayım, öyle ki kitap iyice, iyice benim olsun. Hatta mesela bu yazarların bulunduğu raflara vitrin düzenler gibi, Güney’in etkisini yansıtacak aksesuarlar, kartpostallar koyayım, yazarların resimleri, şu bu… Hatta seçtiğim kitaplara göre ayrı tasarlanmış kitaplıklarım olsun. Kimisi metal, ahşap karışımı, kimi iyice kaba saba yontulmamış ağaçlara kocaman çiviler çakılarak, kimi kara kaplı, camlı, kimi de evde özel olarak yetiştirip dallarına ona göre eğim vereceğim ağaç kütüphanelerde…
Bence bir odaya da asgari şunlar lazım, sonrası fazlalık: Kitaplık, masa, ışık, perde, yatak… bu kadar.
Hangi kitapları herkese, hiç şüphesiz armağan edebilirim, diye düşündüm şimdi.
Atalarımız (ikiye bölünen vikont/ağaca tüneyen baron/varolmayan şövalye)-Calvino
Büyücü-Fowles
Döşeğimde ölürken-Faulkner
Karanlığın yüreği-Conrad
Düğünün bir üyesi- Carson McCullers
Kırlangıç ve tekir kedi-Amado
Pıtırcık serisi-Goscinny/Sempé
Ken Parker! Seri olarak, başka da bir şey istemem.
3 yorum:
fotograflariniz ne guzel. bir gun sizi de fotograflayabilmek isterim.
minik fiyonklar da hic kuskusuz guzellerdir ama benim gonlum minik kalplerden yana ;)
sevgiler.
Yagmur
aa, olur yağmur. size uğrayıp, fotoğraflarınıza baktım dün gece. ama siz çok uzaktasınız. ben hiç hayır demem fotoğrafta görünmeye:)
kitabıma kalpler d eçiziyorum. sonra parafgrafların yanına, gülen, şaşıran, düşünen minik yüzler de... eğer deftere kitaptan not alıyorsam, yanımda boya kalemleri de oluyor. mesela adorno okurken aldığım notlar için derin derin düşünüyorum; hayır, adorno'nun sözünü değil, maviyle mi yeşille mi çizeyim altını, diye:) felsefeye ancak bu şekilde katlanabiliyorum:p şaka şaka.
sevgiler.
ne güzel,
kitaba ayıracak çok vaktiniz var. sadece otobüste yoğun okuyabiliyorum, çocuklarımın eteğimde dolaşmadığı tek yer orası. Sonra aralarda derelerde, çorba karıştırırken, bakkala giderken asansöre bindiğimde yanıma kitap alıyorum, yarım sayfa okuyorum. Kitapsız yaşayamıyorum. Kötü koşullarda da olsa okuyorum. Okuduğum kitapların kenarlarına isyankar sorular yazdığım, değişik duyguları ifade eden fosforlu renkler seçip hangi duyguyu çağrıştırdıysa bir bölüm onu ilgili renkle taradığım, ödünç aldığım kitaba yazıp çizemiyorum diye yarım bırakıp hemen yenisini alıp oracıkta bir yere oturup yazıp çizdiğim, alıntıları başka bir deftere işlediğim günleri çok özlüyorum. Çocukların uykusu düzelene kadar belki iki sene daha onlar uyuduktan sonra bile yapamayacağım.
Çok dertliyim bu konuda, kimse beni anlamıyor. Çözüm değil anlaşılmak istiyorum diye bağırsam da....
kıskanıyorum..:)
Yorum Gönder