Cumartesi, Mart 27

mektup: peri içini döküyor ya da romance novellalar, erkekler ve başka şeyler




















Sevgili Passive Apathetic,

Son yazdığın mektupta romance novella’ları ne çok sevdiğini söylemişsin ya, “Aa... ben de! Ben de çok severim,” diye çığlık atıp sana derhal bir mektup yazmak istedim. Her şeyi iyice, köşe bucak anlatmak istiyorum. Ancak, en kenardaki halkadan başlayıp yavaş yavaş merkeze, benim o romance’ları okuduğum ve okuyarak erkeklerle ilişkim konusunda bir yanlışlığı da başlattığım o döneme gitmek hafif, neşeli, matrak olması gereken bu hatırlayışı kederli bir hale sokuyor.

İnsan kendi tarihini düşünürken bu her nasılsa acıklı bir şeye dönüşüyor ya, Passive… Bir kendine acımaya ya da kendine sevecenlik dolu bir teselliyle yaklaşmaya…. Oniki onüç yaşlarımın ipince, gelişmemiş, oğlan çocukları gibi dümdüz bedeni neredeyse gözlerimin önünde canlanıyor. Ve çocukluğum diyince de hep yaz mevsimi. Çocukluğumun kışı, bir hedefim olduğundan ya da başarmanın verdiği o tatlı sarhoşluk nedeniyle değil de sınıfta öğretmenle bir tür ilişki geliştirdiğimiz ve eğer derslerime çalışmazsam, onun müthiş çaba harcadığı bu ilişkiyi ihlal etmiş olacağımdan, bundan çok utanacağımdan dolayı, çabalayıp durduğum mevsim demek. Onaylanma duygusu benim için öyle önemliydi ki bir dikiş atölyesinde çalışan çocuk işçi olsam, en iyi dikişi ben yapmak isterdim; bir tarlada çalışıyor olsam en çok pamuğu, en temiz ben toplardım sanıyorum. İlgilenilmemiş, yalnız çocuklarda olan o kendine bağlılıkla dolu hırçınlıklar yoktu bende. Kendime bağlıydım şüphesiz, ama nasıl desem, hiçbir şeye muhalif değildim, su gibi uyumluydum. Onaylanıp, var kılınmak istiyordum. Sessiz ve güler yüzlüydüm. Niçin bu dünyada aslında olmadığımı, bir düş gibi belirsiz olduğumu, evrenin karanlık boşluğunda kayboluverip gideceğimi hissediyordum ve bu onaylarla varlık kazanmaya çalışıyordum, bilmiyorum. Belki, anlatmıştım ya, annemim birkaç hücreden oluşan varlığıma kürtajla son vermekten, gördüğü bir düş nedeniyle vazgeçmesidir bunun nedeni. Romantik bir yorum belki, ama öyleyse neden yeniden, yeniden doğmak istiyorum?

Çocukluğumun yaz mevsimlerinde ise Passive, küçük, delice sıcak, sıkıcılığı ile boğulma duygusu veren bir kasabada, okumak, yapılabilecek tek şeydir. Eline ne geçerse okursun, çünkü doğduğun bu Allahın belası kasaba sana, doğmuş ve yaşıyor olmanın sevincini şu kadarcık hissettirmez de kitap coğrafyalarında kendi doğumunu gerçekleştirirsin. Yaşam hep başka yerlerde, o kitaplardadır. Bu nedenle, hiç fark gözetmezdim okuduğum ilk klasiklerden olan Balzac’lar ile beyaz diziler arasında.

En büyük ablam, onun hiç öyle bir alışkanlığı yoktur ya bir kitap almış. Altın Kitaplardan, Genç Kızlar. Yazarı, Vincent Ewing diye geçiyor, ama çok sonra öğreneceğiz ki bu, bizim Nihal Yeğinobalı’nın takma ismiymiş. Bir genç kızken yazmış kitabı ve bir kızın o döneme göre açık saçık sayılan bir kitap yazması hoş karşılanmadığı için bu ismi kullanmış. Kitabı öyle çok sevdim ki Passive, aptal, sığ, tembel, gösteriş budalası bulduğu oğlanlarla şu kadar olsun ilgilenmeyen benim için erkeklerle kurulabilecek romantik bir ilişkinin kahramanı olarak Gabriel’den başkası düşünülemezdi artık. Ahh… Miss Bee ile Gabriel’in öpüşme sahnesi, düşlerindeki erotizm hala bile bir yeniyetmenin öpüşmesinden ileri gitmeyen benim için ideal öpüşme sahnesidir.

Diğer ablam posta ile sipariş vermiş, yemek ansiklopedisi miydi, pek iyi hatırlamıyorum, eve bir kutu geldi. İçinden de on tane kadar dar, ince beyaz diziler. O dönem aynı zamanda Jack London’ın Demir Ökçe’sini,  Ostrovskiy’nin Ve Çeliğe Su Verildi’sini, An Duk’un Şafakta Kazandık Zafer’ini, Gorki’nin Ana’sını filan okuduğum ve komünist bir devrimci olup dünyayı kurtaracağımdan şu kadar olsun şüphe etmediğim bir dönem. Romantizmin had  safhalarındayım anlayacağın. Hal böyleyken, dava (!:) için birlikte mücadele etmek gereken erkek yekdiğeri zihnimde Gabriel! Tanrım yaa… komik.


Biliyorsun ya, bu kitaplarda erkek ve kadınların cinsiyetçi kimlikleri belirgin bir şekilde ayrılmış. Farklılıklarının altı çizilmiş. Erkek kahramanları, çelik grisi gözleri, köşeli çeneleri, kararlılıklarının ve iradelerinin sertliği ile kıvrılmış dudakları ile bir erkek iktidarının biçim bulmuş halleridir. Kadınları hırçın ama saf,  dikkatle bakınca, yani özel bir bakışla güzelleşen, özel bir bakışla içlerindeki karakteri yakaladığın… diyeceğim o ki,  kadınlar özel bir bakışla gerçekten varolabiliyorlar bu kitaplarda. Ve bu Gabriel'ler diğer çok güzel kadınları değil de Miss Bee’lere özel bir bakışla bakıyor ve onları var kılıyorlar. Biz kusurlu okurlar, Miss Bee ile özdeşleşip bir Gabriel’in geleceğini ve bizi farkedeceğini umuyoruz.

Felç olmuştum sanırım. Herkes her kitabı okumamalı, bazı insanlardan bazı kitaplar köşe bucak saklanmalı, Passive. Erkekler konusunda anlayışım o zamandan itibaren kötürümleşmiş olmalı. Tarihime bak! Hepsi benden büyük, her türlü iktidara sahip, kurduğumuz ilişkide bu iktidarı tepe tepe kullanan ve fakat kendi kimliklerinin açmazlarını baskılayarak gerçekte ruhları ucubeye dönmüş adamlar. Miss Bee’nin Gabriel’e baktığı hayranlıkla bakarken bu adamlara, nasıl bir zaafiyet dolu onaylanma ihtiyacı içindeymişim. Burada en sadeleşmiş, en sevimli, en sevgi dolu anlarıyla resmetmeye çalıştığım bu adamlar ruhumu nasıl da örselemişler. 24 yaşındaki karısını aldatıp duran alkolik Reha, iki kişilk bir hayatı yaşamayı beceremeyip bir kalabalık dünyayı, dünyayının tüm meselelerini eve taşıyıp, ilişkinin en temel sorumluluklarından, evin ev olabilmesi için en basit ruhsal gereksinimlerinden böylece kaçarken… Ahhh Passive, o günler, o saatler nasıl acı verici...  Bu korkunçluktan ancak yampiri bir bakış açısı geliştirerek kurtulabilmiş, anca böyle sürdürebilmişim ilişkiyi. Kendimi bozarak, sürekli bozarak… Bora desen bambaşka bir dert yükü, bir törpü… ömür törpüsü. Ablam diyor ki bana, “şu sana ödev olsun: Katlanabilmek için, o hayata bambaşka bir bakışla bakıp, yani iyice eğip büktüğün ve sonunda gerçeklikle alakası olmayan bir hale soktuğun ve siteye de öyle yazdığın o yazıların her biri için altına gerçeği yazacaksın… bütün o örtük çirkinliği, kabalığı, şiddeti, kıyıcılığı en küçük ayrıntısına kadar, çirkinleşmeyi göze alarak. Ancak gerçeğe böyle ayacaksın ve dünyaya artık sözümona ürettiğin edebiyat terbiyesinden çıkarak bakacak ve kendini de ancak böyle tanıyacaksın.” Bu adamların sevgileri öyle gösterişli, sevgiyi anlatma dilleri öyle parlaktı ki. Ölümüne seviyorlardı. Ama sevgiyi yaşama, yaşatma biçimleri öylesine berbattı, öylesine kıyıcıydı ki. Yüreklerinde delice hissediyorlardı bu sevgiyi, öyle de atıyordu nabızları. Ama somut hayatta sözleşmenin maddelerini sadece kendilerinin yazdıkları bir ilişki biçimini, seni gerçekte asla dinlemeyerek, asla gerçekten sana bakmayarak, asla gerçekte ne hissettiğine aldırmayarak tepe tepe yaşıyorlardı. Bir intihar kurgusuyla uyuşturuyordum kendimi. Gitmek istediğimde ise olan, kendilerine kıyarak bana uyguladıkları acımasız bir güç kullanımı. Bu nasıl dehşete düşürür insanı, bilemezsin... Ne korkunç bir geri dön çağrısıdır... Davet edildiğin yer sana, katlanma şeklini bir şekilde bulman gereken karabasandan başka bir şey vaadetmez. Ama gidersen de...


Elbette hatalıyım. Korkunç hatalı hem de. İnsanlara çok eyvallahsız olduğum doğru, en, en asgari düzeyde tutmaya çalışıyorum hayatımda onları. Ama bireysel ilişkimde müthiş bir onaylanma ihtiyacı içindeydim. Her ilişkiyle birlikte kendimle o kadar oynadım, her sözleşmeye uyum sağlamak için öyle çabaladım ki, sonunda ölü doğdum, Passive, bir cansız kuklaya dönüştüm gerçekte. Bunu kendime ve onlara yapmakla, hatalıyım elbette.  Bir şekilde kendinde çok direnen biriyim ben. Ama bir şekilde de her ilişkide kendini kaybeden de biriyim. Anlayamıyorum, düşünmeliyim bunu daha.

Sevgili Passive, bana romance novelları ne çok sevdiğini söyledin ya, “ah!” dedim, “ben de! çok hem de.” Sonra bir sıkıntıyla bunaldım. “Tarihimde ki bu her biri bir tür Gabriel olan adamların canı cehenneme!” dedim. Öyle çok üşüyorum ki Passive. Şu an sana mektup yazan parmaklarım buz tutmuş durumda. Yeni doğmuş bir bebek gibi çıplak hissediyorum kendimi bugünlerde. Yeniden doğmuş gibi. Her şeyi yeniden öğrenmeliyim Passive. Ta başından başlamalıyım. Artık listemde romance novella'lara yer yok, anlayacağın üzere. Ve...

Kahrolsun Gabrieller!

Sevgiyle ve dostlukla


11 yorum:

asliberry dedi ki...

çay+sigara+çay+sigara+çay+sigara+çay+sigara=kansızlık=üşüme

ah peri ah, suratın kaşık kadar kalmış zaten.

endiseliperi dedi ki...

hmmm... aslı yola çıkmadan beni arasana, evi sana iyice tarif edeyim. kadıköy'den otobüsle gelsen çok kolay da. sizin evden taksiyle geleceksen, şoföre iyi tarif etmek lazım. kolay ama suistimale açık bir adres.

canım ya, galiba tek neden şu sigara. bırakmalıyım, aslı, istiyorum bunu. nefret ediyorum sigaradan ama tutkuyla ona yöneliyorum yine de. havalar ısınsın, sigarayı bırakacağım:p

çok özledim seni.

miso dedi ki...

Ah be Peri,

Haddim olmadan bir şey yazıcam:Seni iyileştirmeyi, daha doğrusu kendini iyi hissetmeni sağlamayı öyle çok, öyle çok istiyorum ki, anlatamam. O iktidarın/iktidarların içinde sağa sola çarpan, buna boyun eğmenin doğru olmadığını bile bile başka hiç bir şey yapamayan, ürken, ürktükçe öfkelenen, sonra sakinleşip ürkmeye devam eden ve sonunda yine kendine çekilen miso olarak söylüyorum bunu :(

Peri, ben seni çok seviyorum. Bunu bil lütfen...

marruu

endiseliperi dedi ki...

misooo,
ben çok iyiyim, bitanem. hatta uzuuuun zamandır hiç bu kadar iyi olmamıştım. sahiden diyorum. sakın merak etme.

miso, herkesin bir evliliği şu ya da bu nedenle, valla müşahade ettim ki en az da sevgi nedeniyle sürdürdüğünü, sürdürmek zorunda kaldığını biliyor, anlıyor, hak vermesem de yargılamıyorum hiç.

ben, çok, çok basit şekilde, insan sevmiyorsa ayrılmalı derim. kendim için, başkasına karışmam. zor işler bunlar. bu kararımdan dolayı en ufak pişmanlık, tereddüt duymuyorum. uzuun zaman içinde oluşan bir karar bu, sanıldığının da aksine. kendini üzme, sen güçlü bir insansın, devam ediyorsa bunun nedeni korku filan değildir, başka bir nedeni vardır ve bir neden varsa, ilişki de devam etmeli.

ben de seni seviyorum, miso, biliyorsun bunu da.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

peri hanım
amaan boşverin bütün erkekler birbrinin aynı. hiç biri için kendinizi üzmeye değmez. onaylarına ihtiyacımız yok bizim.

bir de ben şunu gerçekten isterdim ki:
"genç kızlar" romanını okuduğumda , onları örnek alacağım diye ödü kopup , onların çook terbiyesiz olduğunu sürekli bana vurgulayan rahmetli annem; yazarının aslında türk olduğunu görmeye ömrü vefa edeydi ne yapardı acaba?
"aboooow ne ayıp, tü tü tü" lerini gözümde canlandırıyorum da...:))

sıkı bir okurunuz...

redrabbit dedi ki...

garip bir şekilde uzuuun upuzun yazmak isteyip de yazamamak,okurken düşüncelerle boğuşup da şu "yorumunuzu bırakın"dedikleri boş yere bir kelime koyamamak..Galiba herkes kendi yolculuğunu sürdürüyor,arada "ben de böyle bir yolculuk yaptım ama o zamanlar buralar böyleydi ben de şöyleydim"demek istiyor insan,ortak nokta çoook..Ama bu yolculuk çok özel bir yolculuk..Koskocaman bir labirentin içinde yolumuzu bulmaya çalışıyoruz işte..Boşver,önemli olan varmak değil zaten,o yol..Bişeyler yazayım dedim işte..

Köşenin Delisi dedi ki...

aynı red rabbit gibi benim hislerim de... yorum bırakamıyorum bir türlü, ne diyeceğimi bilemiyorum. Sana değil, kendime aslında ne söyleyeceğimi bilememem.

Ama bu yazın öyle güzel ki, dayanamadım, mail attım geçen gün, o kadarını yapabildim. Yine buraya yazamadım.

böyle..

endiseliperi dedi ki...

adsız,
hiç öyle genelleme yapmıyorum ben. erkekler şöyledir, kadınlar böyledir, diye... ne bileyim, bana göre değil bu sözler.

teşekkür ederim vermek istediğiniz moral için.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

redrabbit ve elif,
anlıyorum bunu. bazen konuşmak zordur. ama sesinizi duymak çok iyi geldi.

bugün ablam aradı yine ve her zamanki gibi bir saate yakın konuştuk. ağlamış da sanırım. bu yazıyı yazarken çok üzgün olduğumu düşünerek. ona da anlattım. istediğim sanırım, zihnimde geçmişle hesaplaşırken, onu buraya da yansıtmaktı. eski yazılara baktım da, bu adamlar fazla fiyakalı göründü, bir şekilde bakmayı istersen gerçekten de öyleler ama verdikleri acıyı hesaba katmak gerekiyor artık. bu acıyı hesaba katınca o yazılarda görünmeyen lekeler belirdi. benim şimdiki kararımın anlaşılamamasının nedeni de buydu sanırım. buna bir son vermek lazım. onlar hakkında yine güzel anılardan bahsederim belki ama her şey tüm yönleriyle anlaşıldıktan sonra. ne fazladan bir paye ne de aşırı bir suçlama yapmak isterim.

hmmm. nasılım? yani gerçekten nasılım, diye soruyorum kendime. iyiyim, iyiyim, diyorum ama sesim kederli çıkıyor bu aralar. yakında iyilik ve neşe dolu yazılar yazmayı çok istiyorum. şimdilik böyle gitsin. bana katlanın biraz, olmaz mı?

sevgiler...sevgiler.

Adsız dedi ki...

Sevgili Peri,

Bu gecen zaman zarfinda sana o kadar cok mektup yazdim ki icimden. Ama sonra sunun farkina vardim, ben de tam da ayni meseleden muzdaripim ve olanlari dusundukce agzima aci aci safra tadi geliyor hala. Hal boyleyken, bu mesele uzerinde ne kadar kendimi tutmaya calissam da yuzeye cikabilecek herhangi bir acimin senin icindeki baska bir aciyi tetiklemesinden, domino tasi gibi ard arda baska uzuntuleri beraberinde getirmesinden korktum. Ben de oyle oluyordu cunku, masumane bir bakis, bir sarki, bir cekis bile... Sessizce duruyorum yaninda, seni anladigimi, sevdigimi, takdir ettigimi, en fazla ve yine, cesaretine hayran oldugumu tekrar ederek.

Umuyorum ki ileriki zamanlarda seninle uzun uzun dertlesecegiz. O yuzden kendimi tutuyorum ve Gabrieller'e karsi olan ofkemi anlatmiyorum sana simdilik. Ama daha sonra, ofkemle ve uzuntumle aramda ten temasi kalmadiginda sana gabriellerimi kahkahalarla gulerek ve umut ediyorum ki seni de guldurerek anlatmayi cok isterim.

Sevgilerimle.

endiseliperi dedi ki...

passive,
gabrieller'i gülerek anacağımız günlerin gelmesini ben de sabırsızlıkla bekliyorum.

bu konuyu yazmanı, senin sitende konuşmayı çok istiyorum.

teşekkür ederim. her şey için.

sevgiler.