Pazartesi, Nisan 19

peri?



mektuplarınız için nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. laf olsun diye demiyorum, sahiden çok sevindim. yani hangi havalarda olduğumu biliyorsunuz ya, mektuplarınızın değeri ölçülemez şimdi. öncelikle şunu diyeyim, bilgisayarınızda bir sistem hatası filan yok. yorumlara kapattım, bazı çirkin şeyler oldu, boşverin şimdi onları. öyle hassas bir noktadayım ki güzel dileklerinizi sıradan bir kutlama mesajı olarak okumadım. gayet ciddiye aldım, her birini uzun uzun tarttım, olur gibi geldi bana. aynı dilekleri kendim için nasıl bir saflıkla kabullenmişsem sizin için de aynı saflıkla diledim.

uçurulan balon için sahiden terasa çıkıp baktım:) nedeni belki bir kaç kadeh şaraptır, belki de dünyaya süzme aptal bir bakışla bakabildiğim bir dönemde olduğum içindir. şiirleri içim kanayarak okudum. sahiden diyorum yahu. müzik kutusunu da bekliyorum, koray. ayrıca senin sesinden kırım ve azeri türküsünü dinlerken hiç gülmedim. belki o şarkıları söylerken sen ne kadar sarhoşsan ben de o kadar sarhoş olduğum içindir. ve sevgili neo, senin hiçbir sorunu hınzır bulmam ben. seni seviyorum ben. laf olsun diye demiyorum bunu. hepsini ve daha fazlasını yanıtlarım. bu soruyu sorarken ki ve müthiş inceliğinle sormayı engellediğin her şeyi bir bir yanıtlarım.

... ve şenay, sen müthişsin! siz mi demeliyim sana? bana neden hala siz diyorsun?  beni bu kadar tanırken bana siz demen nasıl hoşuma gidiyor. sen becerebiliyorsun bu kadar yakın olup siz demeyi ya, ben beceremiyorum. senin sözcüklerini, cümlelerini böyle içimde duyarken sana nasıl siz diyeyim, yapamıyorum. kırmızı odayı dinledim... seni, o nefis kolaj duvarının önünde hayal ederek dinledim. truman capote'u okudum ben yıllar önce. arçil'e hamile olduğum dönemde. ama tekrar, senin için okumalı ve işte biliyorsun sana bilmece hazırlamalıyım, çok istiyorum bunu. yapacağım mutlaka, cevabı truman capote olan bir bilmece hazırlayacağım, sadece senin için. ne tatlısın, bunu dediğinde ne çok sevmiştim seni.

şimdi ya koyu bir kahve yapacağım, ki üç kadeh şaraptan sonra en çok istediğim şey vurup kafayı uyumaktır aslında ya, vakit çok erken, üstelik pastayı bile yemedik henüz.... ya da duş alacağım. ya da şunu yapalım... az önce dinlediğim şarkının klibini yükleyeyim. şimdi, şu an bunu dinliyoruz. istiyoruz çünkü.


peki, ama niye?

insan kendini hatırlayınca, hatırladığı çocukluğudur çünkü aslında. nasıl dinlemiştik? pikaptan mı? kasetten mi? hiç hatırlamıyorum. ben okulun birincisi, öğretmenlerin sevgili öğrencisiydim ya, bi b.ktan anlamazdım. seyirciydim. ablamlar forma altına pantolon giyerlerdi, içeri alınma tehlikesine karşı. tedbir buydu. bu kadardı. sabah, annem onları yolcu ederken sıkıntısı, endişesi sadece çatık kaşlarındaydı. bunun dışında sakin görünürdü. önden düğmeli, erkek yaka elbiseler giyerdi annem. ince ve uzundu. tülbentinin uçları, uzun boynunda. ben o tülbentin kokusunu var ya milyon koku arasından tanırım. pencereden, ablamların arkasından bakarken de sakindi annem. izliyordum onu, şimdi oluyor gibi gözümün önünde. ama hafif bir gürültü olsun, kedi kapıyı gıcırdatarak odadan çıksın, başını hızla sese çevirir... sağ eli aniden kalbinin üstünde... ah, demezdi de ben duyardım o ah'ı. oysa ablamlar daha yolda.

bana bak! bana bak!
ben de anneme çekmişim, odaklandığım şey dışında dikkatimi hiç bir şey dağıtmaz. annem ders çalıştığım sehpanın önünden gözleri dalgın, dudaklarında dua kıpırtısı mutfağa giderdi.

hayalet miyiz burda!
şimdi diyorum işte.